Türkocakları Isparta Şubesinin sezonun son Cuma sohbet  konusu  “Osmanlıdan Cumhuriyete Ermeniler“, konuğu ise konunun Türkiye’de uzmanı olan bir kaç kişiden biri olan ve  ilgili kitapları bulunan Prof.Dr.Bayram Kodaman oldu. Türkocağı Prof.Dr.Turan Yazgan konferans salonundaki sohbet SDÜ Öğretim üye ve öğrencilerinin yoğun katılımına sahne oldu.Başbakanlığın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramında  yayınladığı konu ile ilgili Taziye metni sonrası önemi bir kat daha artan sohbet her kese ve her kesime bir ders niteliğinde oldu ve 2 saat sürdü.Şube başkanı Op.Dr.Levent Başyiğit’in hoş geldiniz konuşması sonrası söze başlayan Kodaman özetle şunları söyledi:

Ermeniler. Kafkasya, İran ve Anadolu coğrafyasında dağınık hâlde yaşamış, M.S. IV. yüzyılda Hıristiyanlığın Gregoryen mezhebini kabul etmiş ve siyasî olarak Pers, Roma, Bizans, Arap, Selçuklu, Safevi, Osmanlı ve Rus İmparatorluğu hakimiyeti altında, kültürel ve sosyal varlıklarını sürdürmüş bir toplumdur. Yaşadıkları bu bölgelerde kültürel, sosyal ve iktisadî yönden ciddî bir varlık göstermişler ve önemli fonksiyonlar icra etmişlerse de, siyasî yönden  bahsettiğimiz imparatorlukların himayesinde, gölgesinde, idaresinde yaşadıkları için ayrı ve müstakil bir siyasî şahsiyet olma imkânı bulamamışlardır. Bunda Ermenilerin  sanatkâr, tüccar, esnaf olmaları münasebetiyle, idaresi altında bulundukları imparatorlukların tesis ettikleri barış ortamından yararlanarak daha fazla ticaret yapmak düşüncesi ve Dünyanın her tarafına dağılmalarının önemli bir rolü olmuştur. Bu itibarla. Büyük Ermenistan- Küçük Ermenistan dedikleri bölgede yaşayan diğer kavimler karşısında, siyasî birlik, siyasî güç ve kudret yani “devlet” oluşturmaya yetecek nüfus potansiyeline, hiçbir zaman sahip olamamışlardır. Bu durum Ermenilerde oturdukları yerleri-toprakları vatanlaştırma şuurunun olmadığını da gösterir. Bu şekilde dağınık yaşamaları onların hayat tarzı ve zenginlik kaynağı olmuştur. Meselâ, Osmanlı İmparatorluğu’nun genişliği ve yönetiminin de hoşgörüsü Ermenilere bu imkânı fazlasıyla sunmuştur. İstanbul’daki Ermeni nüfusu, Doğu Anadolu’daki birkaç vilâyetteki Ermeni nüfusundan fazla idi. Ayrıca Bursa, İzmir, Konya, Ankara, Samsun, Trabzon gibi vilâyetlerde Ermeni mahalleleri mevcuttu.

Kısaca Ermenilerin hayat tarzı ve anlayışları, siyasî varlık ve birlik olmalarını engelliyen önemli unsur olmuştur. Bilindiği üzere Balkanlardaki Yunanlar, Sırplar, Bulgarlar gibi gayrimüslim kavimlerin nüfusları, belli bir bölgede yoğunlaştığı için Osmanlı  Devletine isyan etmeleri ve ondan ayrılmaları daha kolay olmuştur.

Ermeniler, hak iddia ettikleri Doğu Anadolu (Vİlayât-ı sitte) nüfus oranının ve nüfus yoğunluğunun azlığı yanında, kurmak istedikleri müstakbel Ermenistan’ın sınırlarını kesin olarak çizmekte güçlük çekiyorlardı. Zira geçmişten kalma tarihî ve siyasî kesin sınırları yoktu. Ermeniler, nüfusun yüzde yüzüne yakınını teşkil ettikleri, beşerî ve kültürel sınırları belli bir coğrafyaya sahip değildiler. Dolayısıyla. Doğu Anadolu’da ayrılıkçı bir isyanı destekleyecek ve takviye edecek beşerî ve askerî bir güç de ellerinde bulundurmuyorlardı. Osmanlı, Rus ve İran devletlerinin tebası oldukları için siyasî birlikleri ve güçleri de söz konusu değildi.

Ermeni Meselesi’nin Doğuşu ve Gelişimi:

XIX. yüzyıla kadar Osmanlı Devleti ile Ermeniler arasında herhangi bir ciddî problem yoktu. Ermeniler millet sisteminin bahşettiği muhtariyet çerçevesinde kendi vagonlarında hayatlarını rahat bir şekilde sürdürüyorlardı. Yalnız bu vagonu, diğer kavimlerin vagonlarıyla birlikte Osmanlı lokomotifi (Türkler) çekiyordu.XIX. yüzyıla gelindiğinde İlk önce Sırplar (1804), ardından Yunanlar(1821),Osmanlı vagonundan  ayrılarak farklı bir istikamette yol almaya başlamıştı. Hıristiyan Avrupa’nın, Yunanistan Devletinin kurulmasına yardım ettiği bilinen bir husustur.

1830’da Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı, 1833 Hünkar iskelesi Antlaşması, 1839 Tanzimat’ın ilanı, 1854 Kırım Savaşı ve Islahat Fermanı gibi olaylarla, Türk’leri Anadolu’dan Orta Asya Bozkırlarına sürme projesi olan Şark Meselesi iyice alevlenmiş ve Avrupa’nın büyük devletleri (İngiltere, Fransa, Rusya), dikkatlerini tamamen Osmanlı imparatorluğuna (Hasta Adam) ve onun mirasına çevirmişlerdi. Böyle bir ortamda Babıâli sadık millet olarak gördüğü Ermenileri, devlet yönetiminde görevlendirmiş ve pek çok Ermeni bürokratını da önemli mevkilere getirmişti. Böylece Osmanlı’nın itimadını kaybeden Rumların yerini, bürokraside Osmanlı’nın güven duyduğu Ermeniler doldurmuştu. Bu durum. XIX. yüzyılın ortalarında Türk-Ermeni münasebetlerinin iyi olduğunu ve ayrıca Ermenilerin yabancı bir devletin himayesinde bulunmadığını göstermekteydi.

Türklerin Ermenilere bu derece güvenmesi ve idarenin her kademesinde onları görevlendirmesi üzerine, o zamana kadar İngiliz, Fransız, Rus ve Amerikan kiliselerinin dinen ilgilendiği Ermeni cemaatine, bu sefer de İngiltere, Rusya ve Fransa hükümetleri doğrudan doğruya (siyaseten) el attılar ve onlarla yakından alakadar olmaya başladılar. Ermenilere olan bu ilginin bu şekilde birden artması ve siyasileşmesi ebetteki hayra alamet değildi. Nitekim, XVIII. yüzyıldan beri devam eden dinî alakaya 1830’lardan sonra siyasî alakanın da eklenmesi üzerine, Rusya Ortodoks Ermenilere, Fransa, Katolik Ermenilere el attı. Hindistan’ı fetheden İngiltere de; Şark Meselesi’nde Fransa’yı dengelemek ve engellemek için Lübnan’da Dürzilerle, Rusya’yı dengelemek ve güneye inmesini engellemek için de Anadolu’da Gregoryen Ermenilerle, siyaseten meşgul olmaya başladı.

Bu üç büyük devlet her bir Ermeni grubuna büyük vaatler ve umutlar vererek, onları Osmanlı’dan koparmışlardır. Ayrıca Katolik Ermeniler, Ortodoks Ermeniler, Protestan Ermeniler ve Gregoryen Ermeniler arasına da fesat, rekabet ve düşmanlık sokarak, Ermenilerdeki mezhebî ve millî bütünlük ve dayanışma ruhunu yıkmışlardır. 1819’dan itibaren ABD’nin, misyonerleri vasıtasıyla Ermenilere el attığını ve onları himaye ederek umutlandırdığını da unutmamak lazımdır.

Bu arada pek çok Ermeni genci bazen kendi imkanlarıyla, bazen kiliselerin aracılığıyla, bazen de Avrupalı devletlerin desteğiyle Fransa, İngiltere, İsviçre, Amerika, Rusya ve Belçika gibi ülkelere giderek tahsil görmüşler, İstanbul’a dönmüşlerdir. İstanbul, sanki Ermeni kültürünün ve uyanışının merkezi hâline gelmişti. Ermeni aydınları, Avrupa’da çeşitli fikir akımlarının, özellikle romantizmin ve realizmin etkisinde kalarak, ilericiler (Aydınlıkçılar-Eclaires) ve gericiler (Karanlıkçılar-Obscurantists) şeklinde iki büyük gruba ayrılmışlardı. Ermeni toplumu da ikiye bölündü. İngiltere ilericilerin yanında yer aldı. Her iki tarafın İstanbul’da yaptıkları salon toplantılarında, millî ve dinî meseleler tartışılıyordu. Bu toplantılarda, zamanla Ermenilerle ilgili meseleler, millî dava hâline getirilmişti. Bu ise Ermenilerin politize edilmesi anlamına geliyordu.

Nitekim, Tanzimat döneminin getirdiği havadan da istifade ederek 1841, 1847 ve 1853 yıllarında, Ermeniler kendi cemaat işlerini yönetmek için Meclis (Konsey) teşkil etmişlerdir. 1860’da Ermeni Milli Anayasası (Sahmanadrouthiun) ortaya çıktı ve 1863 te Babıâli tarafından. Ermeni Millet Nizamnamesi adı altında kabul edildi. Bu gelişmelerden ve Avrupa’nın desteğinden cesaret alan bazı Ermeniler, gizliden gizliye Türk-Ermeni, Müslüman-Hıristiyan düşmanlığını, okullar ve toplantılar sayesinde Ermeni gençlere aşılıyorlardı. Ayrıca dinî ve millî teşkilâtlarını artırarak Anadolu’da da faaliyete başladılar. Teşkilâtlanma konusunda Katoliklere Fransa, Ortodokslara Rusya ve Gregoryenlere de İngiltere yardım ediyordu. Kısaca Ermenilerin Büyük Devletlere, Büyük Devletlerin de Ermenilere ilgisi artarken, her ikisinin Osmanlı Devletine karşı tavrı ise dostane olmaktan çıkıyor, hatta hasmane olmaya kadar varıyordu. (1876) I. Meşrutiyetin ilân edilmesiyle birlikte Türk-Ermeni ilişkilerinin düzelmesi bekleniyordu. Ancak, l878 Osmanlı-Rus savaşında Osmanlıların mağlup olmasını fırsat sayan Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan’ın, Rusya ile iş birliğine girmesi ve Ayastefanos Antlaşmasına, Ermeniler lehine 16. maddeyi koydurması hem bardağı taşıran son damla oldu, hem de Ermenilerin gerçek niyetlerini ortaya koydu. Niyetleri, Avrupa’nın yardımıyla Doğu Anadolu’da bir Ermenistan Devleti kurmaktı. Bu Doğu Anadolu’dan Türklerin atılması manasına geliyordu. Dolayısıyla Osmanlı Devletinin hoş görmesi beklenemezdi. Ancak, Ermeni Meselesi artık dünya politikasının ve diplomasisinin gündemine girerek enternasyonalize edilmişti. Nitekim Berlin Antlaşması’mının 6l. maddesiyle Ermeniler lehine hüküm konulması, Türk-Ermeni ilişkilerini daha da gerginleştirdi. Osmanlılar haklı olarak Ermenilere şüphe ile bakmaya başladı.

Ermeniler, Berlin Antlaşmasının 61. maddesiyle teorik olarak elde ettikleri reform isteklerini uygulamaya geçirmek ve hızlandırmak için, siyasî ve askerî teşkilâtlanmaya başladılar ve bağlı oldukları meşru Osmanlı Devleti aleyhine, Avrupa ile dirsek temasına geçtiler. Nitekim 1877’de Cenevre’de Marksist eğilimli Hınçak (Çan) Cemiyeti ile 1890’da Tiflis’te ihtilalci Taşnak Cemiyeti kuruldu. İki cemiyet arasında hem siyasî fikir ayrılığı hem de ciddî bir rekabet mevcuttu. Bu onların zaafı olmuş, hiçbir zaman bir birlik ve bütünlük oluşturamamışlardır.

Bu iki cemiyet taraftarları ve kiliseler, Ermeni cemaatini silâhlandırmaya koyuldular. Avrupa silâh, mühimmat ve para yardımı yapıyordu. Nihayet 1891’den itibaren isyan, şiddet, baskın, suikast metodunu benimseyerek harekete geçtiler. Ancak Ermeniler, bu metotlarla Anadolu’da Ermenistan devleti kuramayacaklarını biliyorlardı. O hâlde isyanla-şiddetle ne yapmak istiyorlardı?

Evvela, Müslümanları Doğu Anadolu’dan kaçırmak ve Ermeni nüfus oranını artırmak; ikinci olarak Türkleri tahrik ederek, kızdırarak Ermenilere saldırmalarını ve onları öldürmelerini sağlamak, sonra da Avrupa’ya dönerek “Bakın Türkler Ermenileri katlediyorlar, Müslümanlar Hıristiyanlara saldırıyorlar” diyerek yaygara koparmak ve Avrupa’nın kendi lehlerine müdahalesini temin etmek; ve sonuçta  Avrupalı devletlere, Doğu Anadolu’da bir Ermenistan devleti kurdurmaktı.

Ermenilerin bu metotlarla da bir yerlere varmaları mümkün değildi. Çünkü kendileri öz kuvvetleriyle devlet kurabileceklerine inanmıyorlardı. Ayrıca, şiddetle, suikastlerle, baskınlarla, çetelerle belki Osmanlı Devleti’ni rahatsız edebilirlerdi, fakat devlet kuramazlardı. Bunu göremediler. İngiltere’nin Ermenilere”kara kaşları ve kara gözleri için” devlet kuruvermeyeceğini anlayamadılar. Nitekim İngiltere, Fransa ve Rusya I. Dünya Harbi esnasında (1914-1918) aralarında yaptıkları Osmanlı topraklarını paylaşma projelerinde, Ermenistan devletine yer verememişlerdi. Ermeniler bunun da farkına varamadılar.

İngiltere ve Fransa, Millî Mücadele dönemi (1919-1922), Türklere karşı Ermeni kozunu kullanmak için Sevr Antlaşmasıyla Doğu Anadolu’yu Ermenilere ayırmışlardı. Böylece Ermeniler Fransız saflarında Adana-Maraş’ta Türklere karşı savaşmışlar, İngiliz teşviki ile Doğu Anadolu’da Türklere yeniden saldırmışlardır. Buna rağmen 1921 Ankara Antlaşmasında Fransızlar Ermenileri kendi başlarına terk ettiler. Lozan Antlaşmasında İngiltere ve Fransa Ermenilerden ve Ermenistan’dan hiç söz etmemişlerdir.

1918 yılında İngiltere, petrol bölgelerini işgal ettikten sonra,Ermeni isteklerini gündemden çıkarmışlardır. ABD Başkanı Wilson, 14 maddelik kendi prensipleri çerçevesinde, Ermenilerle ilgilenmek ve onları Amerika mandası altına alarak, himaye etme arzusunu göstermiştir. Ermeniler ABD’nin de herhangi bir siyasi ve ekonomik çıkarı olmadan, kendileri lehine parmağını oynatmayacağını da göremediler.

Ermeni Meselesinin Yeniden Ortaya Çıkışı:

24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşmasıyla Türk Cumhuriyeti Devleti ve vatanı resmen teşekkül etmiş, meşruiyet kazanmıştı. Artık yeni Devlet Millî ve Üniter bir yapıya sahip olmakla da, hem Osmanlı İmparatorluğu’yla şeklen bağını kesmiş, hem de onun meşgul olduğu meselelerle  uğraşmak istememiştir. Bunlardan birisi de Ermeni meselesi idi. Türk hükümeti bu meselenin kapanmış olduğuna inanıyor ve hiç üzerinde durmuyordu. Atatürk döneminde, gerek Ermenistan gerekse diğer ülkelerdeki Ermeniler de meselenin küllenmiş ve tarihe havale edilmiş olduğunu kabullenmeye razı olmuş gibi gözüküyorlardı.

Fakat II. Dünya Harbi’nden sonra iki kutuplu dünya ortaya çıkmıştı. Komünist-totaliter,kapitalist-liberal bloklar arasındaki rekabet soğuk savaş dönemini getirmiş ve her iki taraf birbirine karşı, her fırsatı ve her unsuru kullanıyorlardı. Türkiye’nin, Batı bloğunda yer alması ve NATO’ya girmesi, Doğu bloğunda huzursuzluk yaratmıştır.

Bu sebeple Sovyet Rusya, Türkiye’ye karşı Ermeni kozunu kullanmayı planladı. 1965 yılında Erivan sokaklarında, Türkiye aleyhine gösteriler tertip ettirildi. Moskova’nın, Türkiye’ye ve NATO ya karşı Ermenileri kullanma plânı hem Ermenistan’ın, hem de Türkiye dışındaki Ermenilerin hoşuna gitti. Kısa zamanda Türkiye aleyhine harekete geçtiler ve ASALA terör örgütünü kurdular. Erivan-Beyrut hattı arasında, her türlü kaçakçılığı yapan diğer bir şebeke, ASALA’ya para desteği sağlıyordu. Sovyetlerde anti-Türk bir propaganda başlatıldı.Ermeniler, seslerini ve isteklerini duyurabilmek ve dünya kamuoyunu etkilemek için 1973 te Los Angelos’ta, Türk konsolosunu öldürerek, Türkiye’ye ve Türklere karşı terör hareketi başlattılar. Bu terör Türk temsilciliklerine, Türk kuruluşlarına ve mallarına karşı 1984’e kadar durmadan devam etti. Avrupa ve Amerikan kamuoyu Ermeni terörüne karşı sessiz kalıyordu. Ortadoğu’da, Kafkasya’da hesabı olan devletler Ermenileri gerektiğinde kullanmak ve kendi yanlarına çekebilmek için, onlara sempati ile bakıyorlar, Türkleri ise suçlu buluyorlardı. Ne zamanki Ermeni terörü, Avrupa ve Amerika’ya zarar vermeye başladı, o vakit ASALA’ya dur emri verdiler ve Türkiye’ye karşı PKK Terör örgütünü devreye soktular.

Batılı güçlerin, Türkiye üzerinde Ermeni kozunu kullanmalarının veya kullanmaya hazır gibi görünmelerinin sebebi, hiç şüphesiz kendi ekonomik ve siyasî çıkarlarıdır. Ancak Ermenilerin veya Ermenistan’ın, Türkiye’den Doğu Anadolu’yu istemeleri, batının aklına ve mantığına uygun gelmemektedir. Ermeni varlığı, Avrupa’nın müdahalesine, desteğine ve Osmanlı Devleti’nin zayıflığına rağmen Doğu Anadolu’nun Türk hâkimiyetinde kaldığı bilinmektedir. Günümüzde ise Doğu Anadolu’yu Ermenilerin almasını veya Ermenistan’a ilhakını, hayal bile etmenin imkânsız olduğu görülmüştür. Bunun üzerine. Ermenistan Dağlık Karabağ’a yönlendirilmiş ve orasının işgal ve ilhakına yeşil ışık yakılmıştır.

Doğu Anadolu’da Ermeni kozunun işe yaramadığı ve yaramayacağı görüldükten sonra, PKK terör örgütü vasıtasıyla Kürtler devreye sokulmuştur.

ASALA ve PKK arasında ciddî bir ittifak sağlanmış, hatta Yunanistan da bu ittifaka gönüllüce dahil edilmiştir. Öngörülen plâna göre, PKK kullanılarak, önce Doğu Anadolu’nun Türkiye’den koparılacağı, daha sonra Van ve Van Gölü’nün kuzeyinde kalan Erzurum-Kars-Iğdır-Ardahan illerinin Ermenilere, Van-Muş-Bingöl hattının güneyinin Kürtlere verileceği vaat edilmiştir.

ASALA ve PKK terör örgütleri bu plânın cazibesi ve hayali ile avunmakta veya avutulmaktadır. Halbuki Batılı emperyalist güçlerin asıl hedefi Güney Kafkasya-Bakû, Hazar ötesi, Musul-Kerkük ve Basra Körfezi petrol ve doğalgaz yataklarını kontrol altında bulundurmaktır ve bu hedefe varabilmek için de ASALA’yı, PKK’yı, Barzani’yi, Talabani’yi kullanmaktadırlar.

Sonuç

Şu anda görünen o ki, bazı Ermeniler geçmişten ders almamaktadırlar. Geçmişte bu metotlarla bir yere varamadıkları gibi, günümüzde de  varmaları da mümkün değildir. Kendi öz kuvvetleriyle bunu başaramayacaklarına göre, asılsız soy kırım iddialarıyla, terörle ve üçüncü ülkelerin kongre kararlarıyla bir şey elde etmeleri mümkün görülmemektedir. Belki geçmişte Osmanlı Devleti’ni rahatsız ettikleri gibi, bugün de Türkiye’yi rahatsız edebilirler.

Sorulara geçildi.Bir Öğrencinin “Başbakanlığın Ermenilere Taziye metnini nasıl yorumluyorsunuz” sorusuna “Devletler arasında mütekabiliyet esası vardır.Birinci Dünya savaşının o hengameli,Çanakkale’de oluk oluk kanın aktığı o dönemde Osmanlı’nın Sadık Millet dediği Ermenilerin Ruslarla bir olup Doğu Anadolu’da Taşnak ve Hınçak çeteleri ile katliamlara girişmesi sonrası zorunlu göç olan Tehcir uygulanmış,fakat Ülkenin her tarafına hakim olunamadığı için yol güzergahında kap kaç cı eşkiyanın, Ermenilerin can ve mallarına tecavüzü engellenememiştir.Yani iki taraftan da hemen hemen aynı sayıda ölümler ortaya çıkmıştır.Bu durumda doğrusu İki ülke Başbakanlarının bu Taziyeyi aynı anda ve aynı mekanda birbirlerine dile getirmeleri olurdu.Ermeni çetelerinin Türk ve Müslümanlara yaptıkları dile getirilmeden bu şekliyle taziye metni şık olmadı.Bu yaklaşım  Türkiye’yi, seneye konunun 100.yılında töhmet altında bırakacak,daha çok sıkıntıya sokacaktır.