Zaman zaman düşünüyorum, bu mehabetli medeniyeti inşa eden kurucu millet, sonrasında böyle bir zevksizliğe nasıl düşer ? Üsküp’ü, Erzurum’u, Kayseri’yi, Konya’yı, Buhara’yı, Semerkant’ı yapan bu millet nasıl oluyor da bu iptidaya,zevksizliğe razı oluyor, o huzur veren mehabetli medeniyetten neşvü nema bulan, kaynaklanan bu millet bu hale nasıl gelir? İçinde yaşadığımız bu şehirleri bu ucube hale nasıl getirir? Ve bizler bir takım değerlere, seviyeye, kültüre sahip olduğunu iddia eden bizler buna nasıl tahammül ederiz? O şehirlerimizi gören, ondan tad alan bu insanlar, bu millet bu hale nasıl düşer, bu hale nasıl tahammül eder? İnsanın yaşamasına gayri müsait olan bu sokaklarda gezmeye bu apartmanlarda nasıl tahammül eder, nasıl kabul eder, nasıl benimser? Sokakların iki tarafı arabalarla dolu olan, insanların yürümesine müsait olmayan bu sokaklarda, bu şehirlerde yaşamaya nasıl tahammül eder, gözleri bu zevksizliği nasıl kabul eder? Nasıl olurda şehrin bu ucube halini gördüğümüzde yüreğimizden bir çığlık kopup gelmez? Zaman zaman düşünüyorum. Bize ne oldu, nasıl bir travma geçirdik?

İşte aziz dostlar, bugün burada yüreğimizden kopup gelen bu çığlığı dinleyeceğiz. Ondan mülhem bir büyüğümüzle beraberiz.” Şeklinde konuştuktan sonra, konferansa konuşmacı olarak katılan inşaat yüksek mühendisi Prof. Dr. Sadettin ÖTEN konuşmasında “Ülkemizde yaşayan bütün insanlar şehirlerimizden, kentlerimizden şikâyetçi. Halk arasında büyük şehirlerimiz beton yığını haline geldi deniyor.

Tabii ki bu betonlaşmayı yapan yine bizleriz. Bir şehrin yapıları, o şehrin kültürünü, hikayesini ve geçmişini yansıtır. Mesela buraya gelirken dökme demirden lambaları olan bir köprüden geçtik. Avrupa’da da bu dökme demirden malzemeler kullanılmış. Bu dökme demirin bir hikayesi vardır. Mesela 19. Asırda sanayi devrimi olmuş. Kast’ayn ortaya çıkmış.batı kentlerinde batı kentlerinde dökme demir mobilya kullanılıyor.

Bu dökme demir kullanımının arkasında çok ciddi bir yaşanmışlık var. O dökme demir o şehrin kültürünü yansıtır. Fransa’nın şarabıyla, İtalya’nın 18. Asırdan kalmış bir kafe’siyle, yaşam tarzı ile bir bütünlük içindedir. Bütünlük bozulduğunda, bir sıkıntı, bir bunalma ve bir birikimsizlik gündeme gelir. Avrupalının yapmış olduğu dökme demir veya diğer eserlerde Avrupa’nın yüzyıllarca kademe kademe gelen bir kültür birikimi vardır. Ve Avrupa’nın kültürünü, insanının ruhunu yansıtır. Fakat Avrupa’da ki  eserlerin ve dökme demir figürlerinin aynısını alıp bu şehre uygulasanız, bizim hiçbir geçmişimizi yansıtmayan, kültürümüzle ilgisi olmayan çok kötü taklit edilmiş bir karikatür gibi durur. Bizim kendi kültürümüzü yansıtan bizimle bir geçmişi olan, bakıldığında bizi anlatan simgeleri akla getiren eserler ve motifler kullanılmalı. Ruhsuz, taklit karikatürler şehri güzelleştirmez. Şehir, şehirliden ayrılmaz. Şehrin ruhunu oluşturan ve şekillendiren şehirlilerin ruhları ve kültürleridir.

Her medeniyet kendi tasavvuru ölçüsünde şehirler ortaya koyar. Ve bu şehirler, o medeniyetin ruhunu, özünü ve kültürünü yansıtır. Avrupa şehirlerinin yapılanmasındaki eserleri alıp bu şehre koysak şehrin insanına, kültürüne, geçmişine çok tezat görüntüler ortaya çıkar. Şehre uymaz. İnsanımıza uymaz. Çünkü yaşanmamış mazinin hayatı olmaz. Bizim medeniyetimiz. Bir vahiy medeniyetidir. Binlerce yıllık kültürümüze, geçmişimize uygun eserler yapmalıyız.” Diye konuşan Sadettin ÖKTEN saha sonra dinleyicilerin sorularını da cevaplandırarak konuşmasını sonlandırdı.