Bugünkü Perşembe Sohbetimizde “21. Asırda Ortadoğu ve Türkiye” konusuyla Çankaya Üniversitesi İİBF-İşletme Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mahir Nakip bizlerle oldu.Sayın Nakip konuşmasında özetle şunları söyledi:

ORTADOĞUDA HASSASİYETLERİMİZ VE TÜRKMENLER

Son dört yıl içerisinde yazdıklarımız ve konuşmalarımız gözden geçirilirse anlaşılır ki Arap baharı ve arkasından DAEŞ hareketi aslında Ortadoğu’yu parçalamaya projesidir. Nitekim 2013 yılında DAEŞ’in tehlikesini fark edemedik ancak Haziran 2014’te Musul ve Telafer’i işgal edince DAEŞ tehlikesinin boyutunu ve amacını keşfettik. DAEŞ’in selefi bir hareket olmasına rağmen Suriye yönetimini ve İran’ı hedef almaması, buna mukabil Suriye’nin ve Irak’ın Sünni Arap ve Türkmen bölgelerini hedef alması tesadüf değildir. Demek ki hedef İran sınırından başlayıp Akdeniz’e kadar uzanan kukla bir Kürt koridoru kurmak ve bir taraftan bölge petrollerini bu koridordan Akdeniz’e akıtmaktır. Bu da hem Türkiye’nin içişlerinin karışması hem de Arap ülkeleri ve bölgelerdeki Türkmenlerle olan bağlantılarını kesmek demektir.

Türkiye’nin ilk gündem maddesi Suriye’dir. Türkiye’nin El-Bab’a kadar uzanması büyük bir başarıdır. Ama bu bölgenin güvenlik bölgesi olması ve Münbiç’in de bu güvenlik bölgesine dahil olması hayati bir öneme sahiptir. Bu konuda kararlılık göstermek gerekmektedir. Ancak Rakka’ya kadar uzanıp şehri DAEŞ’ten kurtarmak riskli olup amacını aşabilir. 5000 KM karelik bölgeyi elde tutmak ve Türkiye’deki mültecileri planla şekilde bu bölgeye yerleştirmek, Araplarla Türkmenlerin bu bölgede birlikte yaşamalarını sağlamak Türkiye için büyük bir başarı olacaktır.

Türkiye’nin ikinci gündemi Musul ve Telafer’in DAEŞ’ten kurtarılmasından sonra bu iki şehrin kimlere geçeceği ve nasıl idare edileceğidir. ¨Musul Musullularındır, Telafer Telaferlilerindir¨ şiarı doğrudur. Bu konuda PKK’nın ya da başka silahlı güçlerin bölgede güç kazanması Türkiye için kırmızı çizgidir. Çünkü hem Suriye’de hem de Irak’ta belli oldu ki DAEŞ’in işgal etiği Arap ve Türkmen bölgelerinden çekildikçe yerine Kürt silahlı güçler yerleşmektedir.

Türkiye, Trump hükümeti ile ilişkilerini tanımlarken, yukarıdaki parametrelerle hareket edecektir. ABD’nin ısrarla PYD’yi himaye etmesi ve desteklemesi, Türkiye’yi Rusya ile bu meseleleri görüşmeye itmiştir. Eğer ABD sırf Türkiye’yi Rusya ile işbirliği yapmaktan alıkoymak için göstermelik vaatler verirse, Türkiye Rusya ile işbirliğini daha da geliştirebilir. Ama dengeleri iyi tutmak gerekecektir. Nitekim kısa süre içerisinde CIA’nin ve ABD Genel Kurmay Başkanının Türkiye’yi ziyret etmesinin amacı da bu idi.

Türkiye’nin Rusya ile ihtilaflı olduğu konular çoktur. Ama giderek düzelen ilişkilerin geriye gitmemesi gerekir. Bunu da Rusya’nın Suriye’de PYD ve Kürt koridoru meselesine nasıl baktığına göre ayarlamak doğru olacaktır.

Türkiye’nin Körfez ülkeleri ile ilişkileri güçlendirmek istemesi boşuna değildir. Körfez ülkeleri Suriye’ye asker göndermesi, askeri masrafların karşılanması ve bir kısım mültecileri kabul etmesi konusunda ikna edilmeye çalışılmaktadır. Üç Körfez ülkesine yapılan ziyaretin de hedefleri muhtemelen bu yönde olmuştur.

21. Asrın en azından ilk yarısı Türkiye için çok zor geçeceğe benziyor. Türkiye’ye güneyden gelen tehdit oldukça büyüktür. Bu konuda Suriye ve Irak Türkmenlerine çok ciddi destek verilmelidir. Bu destek çok boyutlu ve uzun soluklu olmalıdır. Bölgede yaşayan Türkmenler, kaderlerinin Türkiye’ye bağlı olduğunun farkındadır. Türkiye de ona göre Türkmenlere farklı gözle bakmalı ve dış politikasında onlara ayrı bir yer tahsis etmelidir.