Siyâsî ve itikâdî mezheplerin doğuşunda etkili olan pek çok sebep vardır. Ancak, ağırlıklı sebeplerin, siyâsî ve itikâdî nitelik taşıdığı söylenebilir. Siyâsî ve itikâdî faktörler, başka sebeplerin de etkisiyle, dinin anlaşılma biçimi üzerinde etkili olmaya başlamış ve bunun sonucu olarak anlayış planında belirgin farklılaşmalar ortaya çıkmıştır.

     İslâm’ın ilk döneminde Müslümanlar, Hz.Muhammed’in vefatından sonra,  çeşitli sebeplerle, dini farklı anlamaya ve farklı görüşler üretmeye başlamışlardır. Bu farklılaşmalar, mezheplerin oluşumunu hazırlayan sürecin ilk aşaması olarak alınabilir. Hz.Muhammed’in vefatını takip eden süreçte ilk halifeye Benî Saide’de bey’at edilmesi ve meydana gelen diğer siyasi gelişmeler, imamete ilişkin tartışmaları gündeme getirmiş ve bu tartışmaların sonraki nesillere yansımasıyla da, bu konu, Müslüman toplumun en önemli meselesi olma niteliğini kazanmıştır. Bu mesele müslümanların siyaseten farklılaşmasının en önemli nedeni olmuştur. Ayrıca Hz. Osman’ın katledilmesi, Hz.Ali ve Muaviye mücadelesi, Emevî-Haşimî soyları arasındaki çekişmeler, Emevîlerin mevaliye uygulamış oldukları ekonomik politika ve arap üstünlüğüne dayalı tutumları vb. sosyo-politik olaylar, hem Müslümanları, hem de düşünürlerini taraf tutmaya ve farklı siyasi tavırlar geliştirmeye sevk etmiştir. Başlangıçta Müslümanlar arasındaki savaşlarla ve siyaset alanıyla ilgili yapılan tartışmalar, zaman içerisinde itikadî bir hüviyet kazanmıştır. Kâfir, mümin, fasık, munafık, kebire ve mürtekib-i kebire gibi kavramlar tanımlanmaya çalışılmıştır. İlk olarak Haricilik mezhebinin söylem ve eylemleriyle gündeme gelen ve itikâdî düzleme taşınan bu meseleler, sonraki süreçte Mürcie, Şia, Mu’tezile ve Ehl-i Sünnet gibi mezhepler tarafından da tartışılmış ve ihtilaflı meselelere yönelik çözüm önerileri ortaya çıkmıştır.

     Mezheplerin doğuşuna etki eden faktörleri iyi anlayabilmek için, birey ve toplum planında, insan unsurunun önemini iyi belirlemekte yarar vardır. Çünkü, tarihsel süreçte ortaya çıkan birçok mezhep insanın ürünüdür. İnsan unsuru gözardı edildiğinde mezhepleri anlamak pek mümkün olmayacaktır. İnsanın sosyal bir varlık oluşundan kaynaklanan doğal örgütlenme isteği, siyaset, ekonomi, sosyal değişme, kısaca insanın yapısından ve içinde yaşadığı koşullardan kaynaklanan etkenler, farklılaşma ile başlayan süreci, kurumlaşma aşamasına doğru götürmüştür.

     Anlayış planında yeni şekillenmelerin konusu din olduğu için, dinin yapısından kaynaklanan sebepler de farklılaşmaların oluşmasında ve mezheplerin doğuşunda etkili olmuştur. Din anlayışındaki farklılaşmaların kurumlaşmaları sonucu ortaya çıkan mezhepler, değişik sebeplerle temel referans kaynağı olan Kur’an’ı farklı anlamış ve yorumlamıştır.  Bilindiği gibi ayetler genel olarak muhkem ve müteşabih olarak ikiye ayrılmaktadır. Muhkem ayetler, te’vile/yoruma ihtiyaç duymayan ve zahiri anlamı değişik anlamlara açık olmayan ayetler olarak tanımlanmıştır. Müteşabih ayetler ise zahiri/literal anlamları itibariyle çeşitli anlamlara açık olabilen ayetlerdir. İslâm düşüncesinde muhkem ve müteşabih ayetlerle ilgili tanım ve yorum farklılıkları vardır ve her mezhep kendine göre muhkem-müteşabih tanımı geliştirmiştir. Özellikle müteşabih ayetlerin te’vili meselesi, Al-i İmrân suresinin 7.ayetinde yer alan ifadelerin kısa ve farklı anlamalara yol açması nedeniyle en çok tartışılan konulardan biri olmuştur. Bu ayetler, ancak Kur’an’ın bütünlüğü içinde anlaşılabilecek olan ayetlerdir. Bu sebeple İslâm düşünürleri, Al-i İmrân suresinde geçen ifadelerin yorumunda görüş birliğine varamamışlardır. Bir grup Kur’an’daki müteşabihlerin te’vilini sadece Allah’ın bildiğini ve bu bilgiyi hiç kimseye bildirmediğini savunmuştur. Bir başka grup ise, ayette geçen “vav” harfini atıf kabul ederek müteşabihlerin te’vilini ilimde derinlik sahibi olan alimlerin de bilebilecekleri fikrini benimsemiştir.

     Mezheplerin Kur’ân’a bakışları da, daha çok kendi görüşleri çerçevesinde şekillenmiştir. Birçok mezhep, hangi dönemde ortaya çıkmış olurlarsa olsunlar, kendilerini Hz.Peygamber dönemiyle ilişkilendirebilmek için çok özel bir çaba içinde olmuşlardır. Mezheplerin lehinde veya  aleyhinde Hz.Peygamber’e birşeyler söyletme gayreti bunun çarpıcı bir örneğini teşkil eder.

     Ayrıca İslâm öncesi Arap kültürü ve İslâm’ın yayılması esnasında karşılaşılan yeni kültür ve medeniyetler de farklılaşmalarda etkili olan unsurlar arasındadır. Dış dünyaya fetihler yoluyla açılma ve sınırların genişlemesiyle birlikte, yabancı din ve kültürler İslâm dünyasında varlıklarını hissettirmeye başlamıştır. Bu unsurlarla mücadele etme ya da etkileşim sürecinde, Müslüman alimler kendi inanç ve görüşlerini, yabancı unsurlara karşı savunmaya çalışmışlardır. Bu bağlamda Mu’tezile’nin teşekkülünde etkili olan faktörlerden birinin İslâm’ı savunma psikolojisinin motive ettiği yabancı din ve kültürlerle mücadele olduğu söylenebilir. Bunun yanı sıra rasyonelleşme sürecinde Mu’tezilî bilginlerin felsefeye ilgi duymaları ve bu doğrultuda çaba sarfetmeleri, ekolün oluşumunda, gelişmesinde ve entelektüel bir yapıya bürünmesinde etkili olmuştur.