Eskişehir Türk Ocağı geleneksel Perşembe Sohbetleri’nin bu haftaki konuğu, “”Türk Düşüncesinden Portreler” başlıklı konusuyla, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr.Levent Bayraktar oldu.
Misafirimiz düşüncelerini özetle aşağıdaki şekliyle aktardı:

TÜRK DÜŞÜNCESİNDEN PORTRELER

“Türk Düşüncesi”, bir kavram ve entelektüel alan olarak yeteri kadar aydınlatılmış ve çalışılmış değildir. Bunun bazı anlaşılabilir ve mazur görülebilir sebepleri vardır. Zira Türk Düşüncesi; zaman, mekân ve muhteva olarak sınırları çizilmesi zor, interdisipliner bir alanı ifade eder. En geniş anlamıyla Türk Düşüncesi, Türk kültür coğrafyasında ortaya konulmuş olan bütün düşünce ürünlerini kapsamaktadır. Şüphesiz böyle bir tanımın içeriğini oluşturmak ve esere dönüştürmek bir faninin altından kalkabileceği bir şey değildir. Öyleyse Türk Düşüncesi deyimini kullanmamak mı gerekir? Hayır! Bu endişe de belirginleştirmeye çalıştığımız bu alanın oluşumunu engellemektedir. Öyleyse en anlamlı yol; mütevazı da olsa, bu alanın belirli kavramlar, dönemler, şahıslar ve hatta eserler bağlamında parça parça aydınlatılmasına hizmet etmektir. 
Türk Düşüncesi, tarih içerisinde gelişen, salt felsefi düşünce yatağında akmaktan ziyade, diğer disiplinlerle etkileşim içerisinde oluşmuş ve oluşmaya devam etmektedir. Dolayısıyla bu alanda girişilecek bir çalışmanın, bir yanı ile bir tarz tarihçilik olması, bir yanı ile de problematik ve sistematik bir kimlik taşıması neredeyse kaçınılmazdır. Bu sebeple bu alan felsefenin yanı sıra aynı zamanda kültür tarihçiliğinin verilerinden ve metotlarından da haberdar olunarak inşa edilebilir.
Düşünce daima bir konu üzerinedir. Düşünmek bir şeyi düşünmektir. İnsan bir kültür içerisinde ve bir dil aracılığı ile düşünür. O bakımdan kültürün bütün unsurları düşünmenin malzemesini teşkil eder. Başta bilim, din, sanat, ahlak, hukuk, siyaset gibi temel kurumlar hem düşüncenin inşa edildiği hem de üzerlerine refleksiyon geliştirilerek felsefi değerlendirmelerin yapıldığı alanlardır. Böylece hem bilim hem de bilim felsefesi gerekli ve zorunlu olduğu gibi aynı şekilde bir din felsefesi, sanat felsefesi, ahlak felsefesi, hukuk felsefesi, siyaset felsefesi ve rahatlıkla çoğaltılabilecek diğer felsefe dallarına da ihtiyaç vardır. Buradan hiçbir bilgi ya da bilim dalının kendi başına o alanın bütün sorularına cevap veremeyeceğini ve felsefi bir üst okuma ve anlamlandırmaya daima ihtiyaç olacağını rahatlıkla çıkarsayabiliriz. 
Türkiye’de çağdaş düşünce tarihçiliği söz konusu olduğunda ilk akla gelen isimlerden biri şüphesiz Hilmi Ziya Ülken’dir. O, Türkiye’de bir disiplin ve bir akademik alan ihdas etmiş bir filozof-düşünce tarihçisi olarak tebarüz etmiştir. “Varlık ve Oluş”, “Millet ve Tarih Şuuru”, İnsanî Vatanperverlik” ve “Aşk Ahlakı” gibi eserleriyle filozof kimliğini ortaya koyarken “İslam Düşüncesi”, “İslam Felsefesi”, “Türk Tefekkür Tarihi” ve “Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi” gibi çalışmaları ile de düşünce tarihçiliği alanına katkıda bulunmuştur. Hilmi Ziya Ülken, benzetmek uygun düşerse, Türkiye’de “Yeni Türk Edebiyatı” alanına karşılık gelebilecek felsefe ve düşünce disiplinini tanımlayıp betimleyen kişidir dersek abartmış sayılmayız. Böylece Hilmi Ziya Ülken ve ardından Necati Öner’le birlikte Türkiye’de Çağdaş Türk Düşüncesi çalışmaları geleneği ve alanı ihdas edilmiştir.
Bugün Türkiye’de Hilmi Ziya Ülken ve onun açtığı yoldan giden talebesi Necati Öner’in yetiştirdiği ve yetişmelerine katkıda bulunduğu felsefecilerin ortaya koydukları eserler, Çağdaş Türk Düşüncesi alanında mütevazı bir kitaplık teşkil edecek boyuttadır. Bunun anlamı ve değeri üzerinde durmak gerekir. Çünkü düşünce bir gelenek işidir ve boşlukta düşünülemez. O, daima bir ortam içerisinde gelişir ve kendisini ifade edebilmek için yetkin bir dil imkânı arar. Bu yüzden düşünce alanında köksüzlük gerçekten de Yahya Kemal’in ifadesi ile öksüzlüktür. Bu tespit ve referanslarımız maziperestlik olarak değerlendirilmemelidir. Zira temel kaygımız, bugünün düşünürü veya düşünce araştırıcısı olabilmek için süregiden tefekkür macerasını tanımak, bilmek, ondan istifade edebilmek ve dönüştürebilmek mecburiyetimizin idrakinde olmaktır.