ÖTÜKEN NEŞRİYAT- BİR MİLLÎ KÜLTÜR MERKEZİ     

    Nuri GÜRGÜR                        

Ötüken Yayınevi iki yıl sonra 50. yılına ulaşacak. 1963 yılında Türk milliyetçisi bir grup üniversite öğrencisi, fikirlerine hizmet etmenin en iyi yolunun bu içerikte yazılan eserleri yayınlamak olduğunu düşünürler ve elbirliğiyle bir adım atmaya karar verirler. Nevzat Kösoğlu, Niyazi Özdemir, Ahmet Nuri Yüksel, Özer Ravanoğlu, Ahmet İyioldu’dan  oluşan ve bazıları son on yıl içerisinde ebedi aleme intikal eden bu gençlerin imkânları son derece sınırlıdır; sermayeleri harçlıklarından ibarettir ve onu da tereddüt etmeden son kuruşuna kadar bu işe tahsis ederler. Aralarında o sırada İTÜ’de asistan olan rahmetli Ahmet Nuri Yüksel’den başka düzenli geliri bulunan kimse yoktur. Ama inançları kavi, niyetleri halis, heyecanları yüksektir; amaçları para kazanmak değil fikirlerine hizmet etmektir. Yayınevlerine tarih ve kültür anlayışlarını yansıtacak tarzda  “Ötüken” adını, simge olarak  “üç tuğu” seçerler. Necip Fazıl Kısakürek’in henüz basılmamış olan “Reis Bey” isimli bir tiyatro eserinin olduğunu öğrenirler. Görüşüp anlaşırlar.

İki perdelik oyunda, son derece disiplinli, hukuk kurallarına ve kanunlara sıkı sıkıya bağlı bir ağır ceza mahkemesi hakiminin, idamına hükmettiği genç bir sanığın daha sonra masumiyetini öğrenince yaşadığı pişmanlık ve çektiği derin acı anlatılmaktadır. Her zaman ilgiyle okunacak güzel bir eserdir. Kapağını Nevzat Kösoğlu bizzat kendisi hazırlar. Kitap basılınca kitapçıları dolaşıp dağıtırlar. Ancak profesyonel yayımcı olmadıklarından bu işe tüm vakitlerini ayıramazlar, bu yüzden doğal olarak zaman zaman çeşitli aksamalar yaşanır. Fakat geri adım atmazlar, heyecanlarını kaybetmezler; Ötüken belli sayıda da olsa kitap çıkarmaya devam eder.

1968 yılında Nurhan Alpay’ın Ankara’da çalıştığı gazeteden ayrılarak İstanbul’a gelmesi ve sorumluluğu yüklenmesi sonucunda, Ötüken’de yeni bir dönem başlar. Mali zorluklar ve başka sorunlar hâlâ devam etse de, en azından artık bunlarla doğrudan ilgilenip çözümüne çalışan bir sorumlu vardır. Kitapların, konuların ve yazarların seçiminde Nevzat Kösoğlu, özellikle Ötüken kurumsal bir yapıya geçtiği, Mustafa Yıldırım’ın da katılımıyla anonim şirkete dönüştüğü 1978 yılına kadar çok yararlı oldu. Bu hamleden sonra yayınevinde daha düzenli bir dönem başladı. İlk günlerden başlayarak sergiledikleri ilkeli ve uyumlu çalışmaların sonucu 48 yıl boyunca sanat, edebiyat, fikir, düşünce ve tarih dünyamıza ait çok önemli eserler basılıp dağıtıldı; pek çok yeni isim Ötüken vasıtasıyla kamuoyuna sunuldu. Türk okuyucusu, Peyami Safa, Yılmaz Öztuna, Nihal Atsız, Erol Güngör, Nevzat Kösoğlu, Ziya Nur Aksun gibi milliyetçi tefekkürün en önemli isimlerinin eserlerini rahatlıkla bulup okuma imkânı buldu. Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura’nın bütün makaleleri düzenli bir şekilde toplanıp yayımlandı.

Ötüken yarım yüzyıl boyunca kuruluşunda belirlenen temel ilkelerini özenle korudu, millî kültürümüze, düşünce hayatımıza hizmet ülküsünün oluşturduğu çizgisini hiç değiştirmedi. Son olarak bu alanda iki önemli hamle daha yaptığını görüyoruz; yayınevi iki yıldan beri “Millî Mecmua” adıyla bir fikir ve düşünce dergisi, bir de “Söğüt” adında sanat ve edebiyat dergisi yayınlıyor. Bunlar sıradan birer dergi değil; çoğu genç, fikrî, kültürel ve edebi konularda iyi yetişmiş, bu meselelere vakıf, fikir, sanat ve düşünce hayatımıza hizmet niyetinde olan bir yazı kadrosu tarafından hazırlanıyor. Dergiler iki aylık, her sayılarında özel birer dosya konusu seçilerek bunlarla ilgili makaleler yayımlanıyor. Her sayısı ortalama üç yüz sayfayı bulan Millî Mecmua’da, Türk Destanları, Türk Demokrasisi, Türk Müslümanlığı, Türk Düşüncesi ve Osmanlılar, Mustafa Kemal Atatürk, Türk Şiiri, Türk Coğrafyası, Ömer Seyfettin ve Türk Hikâyeciliği, Nihal Atsız, Erol Güngör gibi çok önemli dosya konuları üzerinde yazılan ve ciddi birer inceleme ürünü olan önemli makaleler yer aldı.

“Söğüt“ adının sanat-edebiyat dergisinin adı olarak seçilmesinin Ötüken açısından özel bir önemi var; rahmetli Kösoğlu 1968 yılında bu adla yayınevi bünyesinde dört sayfalık ve aylık mütevazı bir dergi çıkarmaya başlamıştı. Adını da kendisi seçmişti. “Söğüt”, Anadolu insanının Yunus Emre’de her yönüyle tezahür eden irfanını, azmini, hayata bakışındaki ruhi zenginliği, dostluğu temsil ediyordu. Yeniden yayınlanmaya başlanan Söğüt’ün de her sayısında şiirler ve hikâyelerin yanısıra, Namık Kemal, Ömer Seyfettin, Ömer Lütfü Mete, Dîvânu Lugâti’t-Türk,  “dosya konuları” olarak ele alındı.

Fikir ve düşünce hayatımız, sanat ve edebiyatımız, kısır siyasi çekişmelerin gölgesinde giderek kuraklaşırken, Ötüken Yayınevi’nin bu çıkışı bu alanlarda yapılabilecek güzel şeylerin de olduğu, bunları yapmaya niyetli yeni nesillerin de bulunduğu anlamına geliyor. Genel görünüme bakarak karamsar olan insanlarımıza sunulan bir müjde anlamı taşıyor.  Bu dergiler, ancak millî şuur ve sorumluluk sahibi, düşünce ve kültürde kalitenin önemini müdrik aydınlarımızın ilgisiyle, desteğiyle devam edebilir. Nurhan Alpay ve emeği geçen bütün arkadaşlarını gönülden kutluyorum. Ötüken diğer yayınlarının yanı sıra, çıkardığı bu dergilerle Türk kültürüne, düşünce hayatımıza çok büyük ve kalıcı hizmetler yapıyor. Başarılarının devamını diliyorum.