Bugüne kadar milliyetçiliğin iki mâlum sürümü vardı: İlki resmî ideolojinin kuruluş yıllarında uyguladığı şey; ikincisi milliyetçiliğin siyasi temsili, partileşmesi esnasında kazandığı daha esnek tutum; ikisi de kusurlu. Ben kendini milliyetçi sayan biriyim ama “Milliyetçi” tâbiri teknik açıdan yanlış çünkü yaklaşımımı ihâta etmiyor; yetersiz. Milliyetçi değil, “Milletçi” tâbiri daha doğru. “Everybody” kelimesinin sonuna izm takısı nasıl takılır bilmiyorum ama maksat odur. Evet, siyasi edebiyatta böyle bir kavram yok fakat üç kıtaya yayılmış bir nüfusun 1923 itibariyle Anadolu’ya çekilmiş hâlinin fotoğrafını imâ ediyorum. Bu topluluk, farklı etnisitelere mensup olmakla birlikte bir millettir; “everybody” mânâsında bir millet. Osmanlı’nın bakayâsı neyse o. Siyâsi irâdenin, bunların içinde herhangi bir etnik topluluğa “Sen bizden değilsin; git ne hâlin varsa gör” demesi mümkün mü? “Sen Kürt’sün, Roman’sın, Arap’sın; ikinci sınıfsın” diyemezsiniz ama “Sen illâ ki Türk’sün ama farkında değilsin; aklın karışmış, kimliğini unutmuşsun; şimdi gel aslına rücû et” demişiz vaktiyle. Bizden önce Anadolu’yu vatan tutmuş Ermeni nüfusuna bile, “Aslınız Türk’tür” diye etnik ve etimolojik masallar dikte edenlerimiz dahi çıkmıştır. O hesabın yanlışlığı bugün mâlumdur, müteârifedir. O hesap yanlıştır ama Osmanlı’yı tasfiye etmiş Cumhuriyetin, yeni bir isim bulma ihtiyacında iken “Türkiye”yi tercih etmesinde isabet vardır; buralar XV. asırdan beri böyle anılıyordu zaten. Kediye kedi demenin mahzuru yok. Hudutları içinde yaşayanlara da 24 Anayasası “…Türk ıtlak olunur” diyor. Bu bir etnik damga mıdır? Değil. “Türkiye halkı” denilmiş olsa, bu defa “Niçin Anatolia denilmedi!” diye homurdanacaklar. Dertleri belli; ne yazık ki bu ülkede “Türk” lâfzından hazetmeyen birileri vardır öteden beri!

Dün Ahmet Selim, “Bazı notlar” başlıklı yazısında işbu ızdıraba işaret etti. Zarif, hakkaniyetli ve isabetli tesbitler; sâkin ve duru bir zihinle okuyup tarihî bilgiyle damıtırsanız, makuliyeti açıktır fakat makuliyet kimin umûrunda? Kürt büyüğü Ahmet Türk (üstelik “ılımlı” Kürt sözcülerinden!), “Kürtler kendini yönetmek istiyor” buyurmuş meselâ. Bugüne kadar etnik Türklerin görmediği, erişemediği bir mazhariyeti Kürtlere kim, nasıl ve kimin adına bahşedecek? Sözün mazmunundan “Zorla da alırız ama barışla olursa tadından yenmez” mânâsı sızıyor. Kekâ!

Böyle bir eyyamda radikal Kürt sözcülerinden biri olmak ne kadar tatminkâr ve câzip bir şeydir, hissedebiliyorum. Ne söyleseniz manşet oluyor, ne tarzda söyleseniz dikkate alınıyorsunuz. Bir kısmı şahin pençesiyle, diğer kısmı güvercin gagasıyla konuşuyor. “İşte Kürt halkının da bağımsızlık ateşinin tutuştuğu, talihin yükseldiği dem geldi” dolduruşuyla eyleme sürüklenen kalabalıklar devlet güçlerine nefret kusup taş, molotof kokteyli atıyorlar: “Bağımsızlık bir olgun şeftalidir dalda; sallasak düşecek, ha gayret!” diye düşünüyorlar galiba. İşin bir başka câzip tarafı da şu: “Biz bağımsızlık demedik, onu siz söylediniz; ara çözümler de var, meselâ federalizm…” türünden üste çıkma manevraları, “Bizi hep yanlış anladınız zaten” sitemleri cabadan.

Sivri dilli Kürt sözcülerine veya AK Parti nefreti yüzünden Hirâ Dağı’na sırtını dönen Ulusalcı takımına bir şey anlatma derdinde değilim; ben kendi zihnimi tashih ve tertiple meşgulüm.

t.*****@za***.tr

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1058233&title=milliyetcilik-degil-milletcilik