Merhum büyüğümüz Mustafa Zeki SOFUOĞLU’NUN hatırasına..

Aydınların Direnişi / Şevket Süreyya Aydemir

Aydın, toplumun hayrını ve çıkarlarını, kendi hayrının ve çıkarlarının üstünde tutar.

Bir konferans dinlemiştim: 27 Mayıs olayından önceydi. Konferans Ankara Türkocağında verilecekti ve küçük salonda tertiplenmişti. Yerlerimizi aldık. Dinleyiciler azdı. Fakat o gün Ocakta, Azerbaycanlı türklerin düzenledikleri bir toplantı sona erip de, o toplantıya katılanlar da küçük salona gelince, her yer doldu. Salona, canlı, hareketli, sıcak bir hava egemen oldu. Dinleyicilerin hemen hepsi gençlerdi. Konferansı Zeki Sofuoğlu verecekti. Kendisini tanımıyordum. Ondan sonra da tanışmak fırsatı olmadı. Hatip kürsüye geldi. Orta yaşlara yaklaşan, sakin bir insan algısı veriyordu.

Konu, “Aydınların Direnişi” idi.

Konusuna sükunetle girdi. Heyecanlı değildi. Hatta başlangıçta biraz tutuk gibi konuşuyordu. Ama sözlerinin dizisinde, cümlelerinin yapısında ve fikirlerinin örülüşünde hiç aksaklık yoktu. Görülüyordu ki konusuna hakimdir. Çok geçmeden de anlaşıldı ki konusunu bilerek isteyerek seçmiştir. Neyi ve ne için konuştuğunu bilen insandır. Az sonra salondakiler tamamiyle onun etkisinde kaldılar. Ona bağlandılar. Bir an geldi ki Zeki Sofuoğlu artık, her zaman bu kürsülerde konuşan sıradan konferansçılardan biri olmaktan çıktı. O günlerde bütün yurtta, kaderi ile oynanan, haysiyeti inkar edilen, fakat henüz direnişi yenilmeyen Türk aydınının dili ve simgesi haline geldi. O günü her hatırladıkça onun konuşmalarının, ortaya serdiği ölçülerin, yargıların etkilerini hala yaşar gibi olurum. Nitekim bu konferanstan sonra da duygu ve düşüncelerimi Ankara’da o zaman yayınlanan bir edebiyat dergisinde (Dost, N. 35, 1960) dile getirmiştim.

*

Sofuoğlu konusuna önce, milletlerin kaderinde AYDIN’ın güçlü etkisini ve büyük sorumluluğunu belirtmekle girdi. Eğer aydın, karakterli, cesur ve sorumluluğunu kavramış ise, toplumun yaşam ve gidişatına damgasını vurabilir, diyordu. Böyle değil de eğer ters vasıflarda ise toplum yaşamında bir fren, hatta bir gerileme amili olurdu.

Konferansçı gerçek aydında başlıca yedi nitelik arıyordu. Sonra bu nitelikleri sıraladı. Ayrıntı ve karakteristikler, açık, kesin ve sistemliydi.

Bu nitelikleri şöyle bilirtti:

1- Aydın evvela bir fikir, amaç ve karakter sahibi olacaktır. Amaç ya da ülkü bir inanıştır. Yüksek ve gerçek değerlere bağlanıştır. İnanış bir karaktere temel olunca, aydın, hem inanan, hem inanılan insan olur. Bu inanılışa ise ihanet edemez. Çünkü ihanetin böyle bir karakterde yeri yoktur.

2- Aydın kandırmaz. Fakat inandırır. Kendisi de gerçeklere inandırılabilir. Çünkü gerçeklere bağlıdır. Ve gerçeklere de ihanet edemez. Onun içindir ki bağnaz (müteassıp) ve inatçı değildir. İnandırma yolunda ise ancak bilime ve müspet bilgilere yer verir. Kafasında dokunulmaz tabulara yer yoktur.

3- Aydın cesurdur. Medeni cesaret sahibidir. Medeni cesaret ise, aydın için kahramanlık değil, doğal vasıftır. Fakat bazen şartlar öyle gelişir ki o zaman medeni cesaret bir kahramanlık halini alabilir. Bu hallerde aydın, medeni cesaretini gösterir ve kahraman olur. Ama bu kahramanlık kenidisi için sadece bir görev olarak kalır.

4- Aydın, hakikat bildiği, gerçek bildiği şeyi kendisine saklamaz. Onu yaymayı da vazife bilir. Yani aydın, yalnız bir hakikat adamı değil, aynı zamanda hakikatın rehberi ve önderidir.

5- Aydın, toplumun hayrını ve çıkarlarını, kendi hayrının ve çıkarlarının üstünde tutar. Bunu bütün şartlar içinde ve her şeye rağmen yapar. Fedakarlığı hiçbir karşılık için değil, hasbidir. Topluma verir ama toplumdan karşılığını beklemez.

6- Aydın, bağlandığı ilkelere uygun bir yaşam sürdüren, dürüst ve feragatlı bir insandır. Onun yaşamı ile prensipleri arasında çelişme yoktur.

7- Nihayet aydın, mazbut insandır. Metodlu ve muntazam çalışır. İhmal, dağınıklık ve avarelik aydın insana yakışmaz. Aydın bu tür zaaflardan kendini kurtaran insandır.

Bu konferans 27 Mayıs İhtilalindan 20 gün kadar önce 5 Mayıs 1960’da verilmişti. Memleket olağanüstü günler yaşıyordu. İstanbul ve Ankara Üniversitelerinde baskınlar yapılmıştı. İktidarı milli hakimiyet değil de öz malı sayma eğilimindeki bir klik, bir zümre garip, hiddetli bir sorumsuzluğun çaresizliklerine gittikçe gömülüyordu.

Gerçek aydınlar ise korkudan sinmek yerine gürültüsüz ama gittikçe gelişen bir ruh ve fikir direnişinin havası içindeydiler. Kimse kan ve kanunsuzluk istemiyordu. (…)

Ama böyle hallerde ve gene de en doğru mücadele ruhları, fikirleri ve uyarıları ile sorumsuzluğa ve bağnazlığa karşı direniştir! (…)

Bizim bu alandaki ilk güvenimiz aydın direnişidir. Ve çağrımız gene aydınlaradır.

*

Bugün de Türk aydınlarının bazı üstün değerde temsilcileri, siyasete değilse bile fikir ve bilim alanında kültürümüze çok şeyler katan olumlu çalışmalara kendilerini vermişlerdir. (…) Ama bu değerlerin, artık fikir, siyaset ve aksiyon alanlarında da topluma önder olarak yayılması zamanı gelmiştir.

Yalnız basın yayın değil, örgütlenmiş bilim dernekleri, fikir klüpleri, açık konferanslar, tartışmalar yolu ile de ülkenin aydınlatılması ülkemizde gerçek aydınlara düşen görevlerdir.

Bu çalışmaların yardımı iledir ki siyaset ticareti ve demagoji gerçek fikrin ve gerçek aydının karşısında er geç yenik düşer. (Cumhuriyet, 28 Ocak 1976)
(Lider ve Demagog, Remzi Kitabevi, İst. Eylül 1997. s.256-259)

Şevket Süreyya Aydemir