1970’li yılların Türkiye’si birçok yönüyle çembere sıkıştırılmış bir ülkedir. Sokaklar “sağ-sol” adı altında bölünmüş, kelimenin tam anlamıyla bir iç savaş yaşanmıştır. O yıllarda şiddeti kutsayan, onu bir siyasi mücadelenin yöntemi olarak benimseyen, bir ideolojinin totaliter yapısı içerisinde dünyaya bakmaya çalışanların çoğunluğu ne yaptıklarının, nereye koştuklarının farkında olmadan adeta akıntıya kapılmışlardır.

Turan Yazgan Hocamız, tam da bu hengame içinde Türk Dünyası Vakfı’nı kurar. O yıllarda henüz ne Türk dünyası diye bir kavram ne de bu kavramın etrafında bir araya gelecek, durumun farkında olan çok sayıda aydın vardır.

Türk dünyası neresi?

Türk Dünyası Vakfı’na ilk gittiğimde ayaklarında takunyasıyla, kollarını yukarı kıvırmış bir şekilde, hocayı abdest alırken görmüştüm. Hocayla sohbet imkanı bulmuş, genç bir üniversite öğrencisinin heyecanı içinde onu dinlerken, o dönemin gençliği arasında adeta her yazısı ezberlenen yazar Necdet Sevinç Bey, odaların birinden çıkıp gelmiş, sohbete iştirak etmişti. Rahmetli Necdet Ağabey, Türk Dünyası Vakfı’nın yayın organı olan derginin ilk genel yayın müdürüydü.

Daha sonra vakfa gittiklerimde, dikkatimi çeken hususlardan biri, Türk dünyasının her köşesinden gençlerin, aydınların hocayla kurdukları yakın dostluk olmuştur. Turan Hoca, kendisinden yaşça çok küçük olan gençlerle arkadaş gibi konuşuyor, onların sorularına cevap veriyor, onların meseleleriyle yakından ilgileniyordu. Çözemediği konularda üzülüyor, başka çareler aramaya koyuluyordu.

Sovyetler Birliği’nin çözülüp, Asya’da bağımsız Türk Devletleri’nin ardı ardına kurulması, Turan Hoca’yı sadece sevince boğmamış, aynı zamanda yükünü katbekat artırmıştı. O coğrafyadan Türkiye’ye gelen insanların hangi işi olursa olsun, Turan Yazgan gönüllü iş takipçisidir. Yalnızca bu değil, o ülkelerden gelen insanların yanı sıra doğrudan doğruya o ülkelerin her sorunu da Turan Yazgan’ın sorunu olmuştur. Kırım Türkleri’nin lideri Milli Meclis Başkanı Mustafa Cemiloğlu (Kırımoğlu) buna en çok şahit olanlardan birisidir.

Kimin hikayesi?

Sovyetler Birliği, bilim anlayışında ve özellikle sosyal bilimler alanında ciddi sorunlar yaşayan ülkeler topluluğuydu. Marksizm’in, Karl Popper’in üzerinde durduğu “tarihsici” niteliği, bu siyasi yapının içinde bilimsel zihniyetin gelişmesini engellemiş, ideolojiye kurban etmiştir.

Bütün bunlara rağmen, özellikle bazı teknik alanlarda, fen bilimlerinde, Sovyet coğrafyasında yer alan fizikçiler, mühendislik sahasında çalışanlar içinde, rejime rağmen kendilerini geliştirmiş ciddi bir kadro vardı. Sovyetler yıkılınca bilhassa bu kadro içerisinde yer alanlar, dünyanın çeşitli yerlerine dağılma eğilimi gösterdiler. Turan Hoca, bunlar içinde Türk olan bilim ve teknik adamlarının Türkiye’de istihdam edilmesi, Türk dünyasının yeni bir beyin göçü kaybı yaşamaması için çok gayret gösterdi.

Hatta bunlar arasında bugünlerde uygulamaya geçen, motorlardaki “çoklu vites tekniği” üzerinde çalışan bir bilim adamının Türkiye’de istihdam edilmesi için çok uğraştı. Onun bu çabasına, devlet kurumlarından birinin soruşturma açarak cevap verdiğini duyduğumda şaşkına dönmüştüm.

Turan Yazgan’ın hikayesi; kendisini Türk dünyasına, bu milletin değerlerine adamış bir dava adamının hikayesidir. Bu ülkenin zenginliği, böyle hikayeleri olan insanlara sahip olmasıdır.