İstiklâl Marşı, Cumhuriyet’ten öncedir.
Marşın resmen kabul edildiği tarih: 12 Mart 1921.
Cumhuriyet’in ilan edildiği tarih: 29 Ekim 1923.
Bilineni mi bildiriyorum?
Ne yazık ki hayır! Bir anket yapınız, bu fark, unutulmuş, unutturulmuş bir ayrıntı olarak karşınıza çıkacaktır.
Cumhuriyet’i kuran irade, İstiklâl Marşı’nı yazdıran iradedir.
Önce Millet, sonra Millet Meclisi, sonra İstiklâl Marşı, sonra Cumhuriyet.
Biz Türkler Cumhuriyet’le varolmadık, bilâkis Cumhuriyet’i biz varettik.
Oturduğumuz yerde değil, yürüdüğümüz yerde. Durarak, oturarak değil, yürüyerek.
Yürek kelimesinin yürümekten türemiş olması, boşuna mıdır sanıyorsunuz?
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül… Ne bu şiddet, bu celâl!
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl



Mehmed Akif, İstiklâl marşında dört kez milletim, iki kez de ırkım kelimesini kullanır. Kendisi Arnavut olduğu hâlde, acaba niçin ırk kelimesini nefsine nisbet etmekten kaçınmamıştır. Nezaketen mi? Mecazen mi?
Ne nezaketen, ne de mecazen. Şair bu kelimeyi hakikaten (hakikî anlamıyla) kullanmıştır. Devrin Türkçesi itibariyle millet kelimesi, ırk kelimesini kapsar. Millet-i İslâmiyenin içinde bir değil, birçok ırk vardı ve hakka tapan millet-i islâmiyenin kahraman ırkıyla omuz omuza savaşan şairin, kendi ırkından izmihlâli def, kendi milletine istiklâli celb için haykırması gayet tabii idi.
Irkından, yani damarından, millet-i islâmiye içindeki Türk damarından…

Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl
Hakkıdır, Hakka tapan, milletimin istiklâl.

İstiklâl Marşımızın hâlâ ayrıntılı bir şerhi yok. Millî mücadele ruhunun şerhi. Tarihin akışını değiştiren bir milleti yürüyüşe geçiren ilkelerin felsefî şerhi. Durdurulan, durdurulmak istenen bir milletin şerhi.
Anlamadan söyle, ezbere söyle, bilmeden söyle! İşte size, yürüyenlerin değil, duranların en temel vasıfları.
İstiklâl Marşı’nın ne gariptir ki sadece 10. kıtası dört değil, beş mısradan oluşur ve bu ek, kafiyeyi ciddi bir şekilde sakatlar:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyyet.
Şiir tekniği itibariyle bu uyumsuzluğun sebeb u hikmeti niçin merak edilmez?
* * *
Türk kavmi.
Türk ırkı.
VE en nihayet:
Türk milleti.
Şimdiyse başka bir sözcük:
Türk ulusu.
Hepsi de ithal malı nationaliténin sözde birer mukabili.
Kavmiyetçilik, ırkçılık, milliyetçilik, ulusçuluk.
Kavmiyetçilik unutuldu ve ortadan kalktı. Irkçılık, Hitler ve Mussolini sayesinde biyolojik değişime uğrayıp Nazizim/Faşizm anlamı kazandı. İsmet İnönü sayesinde de 1944’de siyasî bir manevranın meş’um simgesi hâline getirilip Turancılık’la birlikte lânetlendi.
Bugün ırkçılık olumsuz, milliyetçilik ve ulusçuluk olumlu olarak kullanılıyor. Benimseniyor.
Türk ulusçuluğu yeni uyduruldu. Türk milliyetçiliği terkibine karşı olarak uyduruldu.
Aradaki fark nedir, diye sorarsanız, Türk milliyetçiliği dinle barışık ve dinî/millî değerlere hürmetkâr iken, Türk ulusçuluğu, dini dışarıda bırakan kökü-dışta/dışarıda bir tavrın sahibi varsayılıyor.
Meşrutiyet döneminin İslâmcılık-Türkçülük akımları bugün Milliyetçilik-Ulusçuluk karşıtlığıyla kendilerini ifade ediyorlar. Milliyetçilerde İslâm, Ulusçularda Türk vurgusu daha yoğun ve dolayısıyla daha belirgin.
Ulusçuların İstiklâl Marşı’ndan rahatsızlıkları, gerçekte bu karşıtlık sebebiyledir.
Irkını milletinden ayırmak isteyenler, sadece milletten değil, hilâlden de, lâleden de rahatsızlık duyuyorlar.
Bir zamanlar sadece hilâl değil, lâle de askerî bir simgeydi, ve her ikisinin de anlamı bir ve aynıydı.
Acaba niçin?
Unutmayınız, cevap vermeye başladığınız an, marşa da basmış olacaksınız.