Ömer Öztürkmen’i altmışlı yıllardan beri tanırım. Gıpta edilecek bir İstanbul beyefendisiydi. Tercüman Gazetesi’ne büyük atak yaptırdığı için basın dünyasındaki lakabının ‘mimar’ olduğunu bilirdik. O dönemde içerisinde bulunduğumuz camianın en büyük arzularından biri, günlük bir gazete çıkararak dünya görüşünü ifade etmek ve milletin dertlerini gündeme taşımaktı. Mehmed Emin Alpkan’ın gayretleriyle Bab-ı Ali’de Sabah Gazetesi yayın hayatına başladı. İşin gerektirdiği birçok imkândan mahrum bir gazeteydi. Kendisine çok saygı duyduğu Mehmed Emin Alpkan, “Ömer! Gel gazetenin başına geç!” deyince Ömer Öztürkmen her şeyi bırakıp gazetenin sorumluluğunu üstlendi. Değer verdiği bir insanı kırmamak için pek çok şeyden bir anda vazgeçti. Kariyeriyle ilgili endişeleri bir kenara bırakıp hizmete koştu. Biz onun çıkardığı gazeteyi severek okurduk.

Ömer ağabeyle İrfan Atagün gençliklerinde komünizmle mücadele etmek için Kara Kedi adlı mizah dergisini çıkarmışlar. Ömer ağabey sonraları yıllarca Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’sunun yazı işleri müdürlüğünü yürüttü. Aziz milletimizin hak ettiği mevkiye gelmesi, yeni nesillerin iyi yetişmesi için ne çileler çekti. Kimlerle tanıştı, onlarla neler konuştu. Bir gün Büyük Doğu’nun basıldığı Yeni Gün Matbaası’nda kitaplarının tabı ile meşgul olan Burhan Toprak’la karşılaşır. Necip Fazıl’la aynı dönemde Paris’te bulunduklarını bildiği için Toprak’a o döneme dair hatırladığı bir anekdot olup olmadığını sorar. Burhan Toprak gülümser ve “Üstad söz konusu olur da anekdot olmaz mı?” der. “Anekdot, dahilerin hayat tarlasına farkında olmadan serptikleri tohumlardır. Anekdot neyse ama ben size tarihî bir hadise anlatayım. İhtiyarlığında Bergson’a sorarlar, ‘Yerinize bırakabileceğiniz biri var mı?’ diye. Bergson’un cevabı şu olur: “Ben klasik felsefe ile meşgulüm. İsteyen çalışarak bir bilim dalına hakim olabilir. Gayretli bir kimse felsefenin herhangi bir dalında da mesafe alabilir. Ama klasik felsefe bilimlerin vardığı sonuçlardan bir dünya inşa etme çabasıdır. Bu konuda çalışkan olmak gerekli ama yeterli değildir; yetenek de gerekir. Maalesef bugüne kadar bu ikisini birleştiren birine rastlamadım. Yalnız, Necip Fazıl isimli bir Türk genci var; olağanüstü yetenekli fakat derbeder.”

Ömer ağabey Kerküklü olduğu için İngilizcenin yanında Arapça da bilirdi. Bir süre Londra büyükelçiliğimizde kültür ataşeliği yaptı. İzne geldiği günlerden birinde Necip Fazıl’ı ziyaret eder. Avrupa’nın kültür ve sanat hayatından söz ederlerken Ömer ağabey, “Üstad! Londra’da 20. yüzyılın önemli şairlerinin antolojisi hazırlanıyor. Türkiye’den de iki şaire yer verildi.” deyince Necip Fazıl, “Öteki kim?” diye sorar. O da “Yahya Kemal, efendim.” diye cevaplar. Necip Fazıl’ın özgüvenini bundan daha çarpıcı anlatan bir anekdot herhalde yoktur.

Süleyman Demirel, hayatı boyunca muhafazakâr insanların oylarıyla siyaset yaptı ama hep başkalarına hizmet etti. Önemli mevkilere birini tayin etmek gerektiğinde hep başka zümreleri memnun edecek isimler üzerinde durdu. Muhafazakâr zümrelere hoş görünmek için ise ‘Çoban Sülü’ ve aslında gizli bir dindar olduğu imajlarını hafızalarda canlı tutmaya çalıştı. Ömer ağabeyin Demirel’in bu ikiyüzlülüğünü anlatmak için kaleme aldığı ‘Çoban Geldi Aşka, Şapkası Başka’ yazısı o günlerde anlaşılabilmiş olsaydı milletimiz birçok derde düçar olmadan uyanabilirdi. Keza Ömer ağabeyin çok ciddi deneme ve makaleleri, ‘Gözyaşı Medeniyeti’ isimli bir kitabı da var. Üslup sahibi bir yazardı.

Bu fani dünyada bulunduğum sürece seni kaybetmiş olmanın verdiği boşluğu ta iliklerimde derin bir hüzün olarak duyacağım kıymetli ağabeyim. Nur içinde yatasın, mekânın cennet ola.
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1050138&title=omer-agabey