Ancak bu sorunlar çözümsüz değildir, hatta küçük bir gayretle ülkeler arasında işbirliği projelerine dönüşmeleri de mümkündür. Orta Asya’da, Amuderya Nehri basenindeki bir başka doğalgaz sahasının, havzanın iki tarafındaki kardeş ülkeler arasında ortaya çıkardığı anlaşmazlığın, bir ortak işbirliği projesiyle çözülmesi de bunun en güzel örneklerindendir. Kaldı ki, Orta Asya’daki bu kardeş ülkelerin her birinin zengin olduğu farklı kaynaklar mevcuttur; kimisi petrol, kimi doğalgaz, kimi kömür, altın, vb. madenlerde bakımından zengin…
Yukarıda özetlemeye çalıştığım SSCB mirası sorunların en önemlilerinden birisi de, Orta Asya’da çevre sorunu ve su kaynaklarının kullanımına ilişkin anlaşmazlıktır. Bizim ortaokul-lise yıllarımızda “Türklerin Ana Yurdu” diye özlediğimiz, kendimizi buralarda at koştururken, Seyhun ve Ceyhun ırmaklarının serin sularında yüzerken hayal ettiğimiz Türkistan’ın “Maveraünnehir” bölgesi, ne yazık ki bu anlaşmazlığın ortasında yer almaktadır. Maveraünnehir, tıpkı bizim Fırat ve Dicle nehirlerimizin arasında yer alan “Mezopotamya” gibi, Aral Denizi’ne dökülen Ceyhun (Amu Derya) ve Seyhun (Sıri Derya) nehirleri arasında kalan bölgedir.


Aral Denizi

Dünyanın en büyük ve önemli iç deniz/göllerinden olan Aral, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği döneminde uygulanan yanlış politikaların sonucunda; önce fark edilmeyen, sonra da önlenemeyen bir çevre felâketine maruz kalmıştır. Sovyetler Birliği için çok önemli bir ekonomik girdi olan pamuk üretimi için; Aral Denizi’ni besleyen Amu Derya ve Sıri Derya nehirlerinin yatakları değiştirilerek, Orta Asya’daki pamuk tarlalarına yönlendirilmiştir. O dönemde Moskova’dan yapılan merkezî planlama ile bu iki nehir üzerinde yapılan barajlar ve sulama kanalları, Aral’ı besleyen su miktarının önemli ölçüde azalmasına sebep olmuştur.

“Örnek olarak Amu Derya’dan Karakum Çölünü geçen 1000 km’den daha uzun Karakum Kanalı, Sıri Derya’dan yaklaşık 700 km uzunluğunda Fergana Kanalı çekilmiştir. Her iki nehir üzerinde irili ufaklı onlarca baraj vardır. Bu yüzden Aral gölü beslenemez hâle gelmiş; 1960’lardan günümüze geçen 50 yıla yakın zamanda derinliğinde 100 metreden fazla azalma, yüzölçümünde 70 bin kilometre kareden 18 bin kilometre kareye düşme meydana gelen bu iç deniz yüzde 75 oranında küçülmüş ve çevresi çölleşmiştir. Böylece, bir zamanlar dünyanın dördüncü büyük gölü (iç denizi) olan Aral, ölü bir göl hâline gelmiştir. Aral kıyısında balıkçılıkla uğraşan köy ve kasabalar tamamen terk edilmiş, gölün üzerinde yükselen buhar tabakası da yok olunca iklim tamamen değişmiş, Türkistan’ın o güzelim ekolojisi alt üst olmuştur.”1

Aral’ı besleyen nehir sularının yapım teknikleri bakımından tamamen verimsiz olan sulama kanalları inşa edilerek tarım alanlarına yönlendirilmesi, bölgede bir çevre felâketinin başlangıcı olmuş; ancak bölgede zirve yapan pamuk üretimi bu felâketin görülmesini engellemiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bu olay Özbekistan tarafından bütün açıklığıyla uluslararası çevre gündemine getirilmiş, konunun vahameti daha iyi anlaşılmış ve Dünya Bankası, Asya Kalkınma Bankası, Küresel Ekoloji Fonu gibi uluslararası kurum ve kuruluşlar da Aral’ı kurtarma çârelerini araştırmaya başlamışlardır. Aral ve çevresindeki ekolojik durumu iyileştirmeye yönelik birtakım projeler başlatılmış, bu çerçevede “Uluslararası Aral’ı Kurtarma Fonu” (International Fund for Saving Aral) kurulmuştur.