Günlerdir Gazze olayıyla, Türkiye-İsrail ilişkilerinin geleceğiyle meşgul zihinlerimiz, diplomasinin yine mayınlı arazilerinde bu kez ‘Batı sistematiğinden uzaklaşıyor muyuz?’ sorusuna yanıt arıyordu.
Salondaki manzarayı merak ediyordum.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da gelecekti. Fethullah Gülen’in Gazze olayıyla ilgili eleştiri ve yorumlarından sonra Erdoğan’ın katılımıyla etkinlik daha da anlam kazanmıştı.

UZAK COĞRAFYALARLA ARAMIZDA KÖPRÜLER İNŞA ETMEK…
Hemen yanımda Mustafa Ünal’la Akif Beki, arka tarafta Hasan Karakaya ve Yusuf Ziya Cömert, önümde Enis Berberoğlu ve Fatih Altaylı oturuyordu. Bir ara Can Ataklı’yı gördüm, kafamı nereye çevirsem ünlü gazeteciler vardı. Toplumun her kesiminden, çeşitli görüşteki insanlar salondaydı.
Çocuklar Türkçe’yi sevinçle, coşkuyla konuşuyorlardı. Bizim şiirlerimizi okuyorlar, bizim türkülerimizi söylüyorlardı.
‘Dil varlığın evidir.’

Dilin yakınlaştırıcı, akrabalık bağı tesis edici özelliğini hatırladım. Uzak coğrafyalarla aramızda köprüler kuran yanını…
Türkçemiz insanın içini ısıtır. Oysa gündelik hayatta adeta yabancı dil kuşatması altındayız, gittiğimiz restoranlardan kitapçılara kadar bütün tabelalarda İngilizce kelimeler tarafından çepeçevre sarılmış durumdayız. Öz hayatımız nicedir yabancı bir dilin içinde akıp gidiyor. 
Türkçe Olimpiyatları’nı ‘yeni bir tür milliyetçilik’ faaliyeti olarak görüyorum. Modern anlamda, evrensel değerleri kapsayan bir ‘kültür milliyetçiliği’…
Başbakan Erdoğan da çok etkilendi. O salonda olup gurur duymamak imkansızdı. 

Gazze yolundaki yardım gemileri olayında, işin siyasi ve sosyal boyutu ayrı. Erdoğan’ın oraya gelip konuşması çok ilginç oldu. Fethullah Gülen’in bence çok isabetli bir müdahalesiyle toplumsal tepkilere ‘fren’ konulmuştu. O sözler ‘tansiyon düşürücü’ydü.
Erdoğan da aynı cemaatin düzenlediği en önemli etkinliğe katıldı ve tıklım tıklım dolu salona Gazze konusundaki düşüncelerini söyledi, geri adım atmadı.

GÖNÜL BAHÇEMİZİN      GÜLLERİ
Cemaat, Pensilvanya’dan gelen o mesajla birlikte, kendini Türkiye’de farklı bir yere konumladı. O pozisyon, hareketin Ortadoğu dengelerindeki yeri ve küresel rolüyle uyumluydu. Cemaat, fanatizmden değil ılımlılıktan yana olduğunu gösterdi. Hamas’tan ve İran’dan ayrışmış oldu. Hayır, buradan hükümetle cemaat arasında bir kavga çıkmaz. Ama görüş ayrılığı olduğu ise muhakkak. Gülen’in konuşmaları ‘yüksek siyaset katına uyarı’ niteliğinden çok, ‘halka yönelik teskin edici’ özellik taşıyordu.
Ben yerkürenin en uzak coğrafyalarında bile Türk okulları açılmasını, cumhuriyetimizin bir başarısı olarak görürüm. Cumhurbaşkanı Gül’le seyahatlerimde Kongo’da, Kamerun’da bile bu okulları ziyaret ettim. Değerli hocam İlber Ortaylı’ya sorduğumda ‘Kimse okulları eleştirmesin, devlet elinden geliyorsa daha iyisini yapsın’ demişti. Evet, cemaatin eleştirilecek yanları var, onu yapıyoruz zaten ama bu okul ve Türkçe konusu apayrı…
Baykal’ın istifa konuşmasındaki Pensilvanya vurgusu, Kılıçdaroğlu’nun ‘Fethullah Gülen’in Gazze yorumlarıyla birlikte sağlıklı bir tartışma zemini doğdu’ sözleri, ‘paradigmanın değişimidir.’

Türkçe Olimpiyatları ise her türlü önyargıdan uzak biçimde, toplumsal olarak kabul görmüş bir etkinlik.

Kadir Çöpdemir’in sunuculuğunu beğendim. Hele Kerküklü Türkmen kızını ve Balkan türkülerimizi anons ederken ‘gönül bahçemizin gülleri’ deyişi gözlerimizi yaşarttı. Gerçekten bu çocuklar, Türkçemizin sihriyle büyüyen ve mazimizin coğrafyalarına doğru uzanan gönül bahçemizin en nadide çiçekleri.

Evet, güzel bir geceydi. Ayrıldığımda kendi kendime hep ‘insan kendini özler mi?’ sorusunu sordum durdum. Evet insan kendini özlüyor.

BM salonundan Olimpiyat Evi’ne…

Daha fazla kayıtsız kalmak haksızlık olurdu.
İlk yedisini hep ilgiyle ama uzaktan izledim.
Yazılanları okudum, dünyanın çeşitli ülkelerinden Türkçe konuşan çocuklar, gazeteye ziyaretime geldiler, haberlerini de yaptık ama o şölenlerin hiçbirine yerinde şahit olamamıştım.

Ekrem Dumanlı bizzat arayıp davet ettiğinde, programımı değiştirip Türkçe Olimpiyatları’nın sekizincisinin kapanış törenine katıldım.
Bakırköy’deki Olimpiyat Evi’ne doğru gitmek üzere gazeteden ayrıldığımda BM Genel Kurulu’ndan ‘İran’a yaptırım kararı’ çıkmış, Türkiye ‘hayır’ oyu vermişti.

Günlerdir Gazze olayıyla, Türkiye-İsrail ilişkilerinin geleceğiyle meşgul zihinlerimiz, diplomasinin yine mayınlı arazilerinde bu kez ‘Batı sistematiğinden uzaklaşıyor muyuz?’ sorusuna yanıt arıyordu.
Salondaki manzarayı merak ediyordum.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da gelecekti. Fethullah Gülen’in Gazze olayıyla ilgili eleştiri ve yorumlarından sonra Erdoğan’ın katılımıyla etkinlik daha da anlam kazanmıştı.

UZAK COĞRAFYALARLA ARAMIZDA KÖPRÜLER İNŞA ETMEK…
Hemen yanımda Mustafa Ünal’la Akif Beki, arka tarafta Hasan Karakaya ve Yusuf Ziya Cömert, önümde Enis Berberoğlu ve Fatih Altaylı oturuyordu. Bir ara Can Ataklı’yı gördüm, kafamı nereye çevirsem ünlü gazeteciler vardı. Toplumun her kesiminden, çeşitli görüşteki insanlar salondaydı.
Çocuklar Türkçe’yi sevinçle, coşkuyla konuşuyorlardı. Bizim şiirlerimizi okuyorlar, bizim türkülerimizi söylüyorlardı.
‘Dil varlığın evidir.’

Dilin yakınlaştırıcı, akrabalık bağı tesis edici özelliğini hatırladım. Uzak coğrafyalarla aramızda köprüler kuran yanını…
Türkçemiz insanın içini ısıtır. Oysa gündelik hayatta adeta yabancı dil kuşatması altındayız, gittiğimiz restoranlardan kitapçılara kadar bütün tabelalarda İngilizce kelimeler tarafından çepeçevre sarılmış durumdayız. Öz hayatımız nicedir yabancı bir dilin içinde akıp gidiyor. 
Türkçe Olimpiyatları’nı ‘yeni bir tür milliyetçilik’ faaliyeti olarak görüyorum. Modern anlamda, evrensel değerleri kapsayan bir ‘kültür milliyetçiliği’…
Başbakan Erdoğan da çok etkilendi. O salonda olup gurur duymamak imkansızdı. 

Gazze yolundaki yardım gemileri olayında, işin siyasi ve sosyal boyutu ayrı. Erdoğan’ın oraya gelip konuşması çok ilginç oldu. Fethullah Gülen’in bence çok isabetli bir müdahalesiyle toplumsal tepkilere ‘fren’ konulmuştu. O sözler ‘tansiyon düşürücü’ydü.
Erdoğan da aynı cemaatin düzenlediği en önemli etkinliğe katıldı ve tıklım tıklım dolu salona Gazze konusundaki düşüncelerini söyledi, geri adım atmadı.

GÖNÜL BAHÇEMİZİN      GÜLLERİ
Cemaat, Pensilvanya’dan gelen o mesajla birlikte, kendini Türkiye’de farklı bir yere konumladı. O pozisyon, hareketin Ortadoğu dengelerindeki yeri ve küresel rolüyle uyumluydu. Cemaat, fanatizmden değil ılımlılıktan yana olduğunu gösterdi. Hamas’tan ve İran’dan ayrışmış oldu. Hayır, buradan hükümetle cemaat arasında bir kavga çıkmaz. Ama görüş ayrılığı olduğu ise muhakkak. Gülen’in konuşmaları ‘yüksek siyaset katına uyarı’ niteliğinden çok, ‘halka yönelik teskin edici’ özellik taşıyordu.
Ben yerkürenin en uzak coğrafyalarında bile Türk okulları açılmasını, cumhuriyetimizin bir başarısı olarak görürüm. Cumhurbaşkanı Gül’le seyahatlerimde Kongo’da, Kamerun’da bile bu okulları ziyaret ettim. Değerli hocam İlber Ortaylı’ya sorduğumda ‘Kimse okulları eleştirmesin, devlet elinden geliyorsa daha iyisini yapsın’ demişti. Evet, cemaatin eleştirilecek yanları var, onu yapıyoruz zaten ama bu okul ve Türkçe konusu apayrı…
Baykal’ın istifa konuşmasındaki Pensilvanya vurgusu, Kılıçdaroğlu’nun ‘Fethullah Gülen’in Gazze yorumlarıyla birlikte sağlıklı bir tartışma zemini doğdu’ sözleri, ‘paradigmanın değişimidir.’

Türkçe Olimpiyatları ise her türlü önyargıdan uzak biçimde, toplumsal olarak kabul görmüş bir etkinlik.

Kadir Çöpdemir’in sunuculuğunu beğendim. Hele Kerküklü Türkmen kızını ve Balkan türkülerimizi anons ederken ‘gönül bahçemizin gülleri’ deyişi gözlerimizi yaşarttı. Gerçekten bu çocuklar, Türkçemizin sihriyle büyüyen ve mazimizin coğrafyalarına doğru uzanan gönül bahçemizin en nadide çiçekleri.

Evet, güzel bir geceydi. Ayrıldığımda kendi kendime hep ‘insan kendini özler mi?’ sorusunu sordum durdum. Evet insan kendini özlüyor.

http://www.aksam.com.tr/2010/06/11/haber/siyaset/6844/paradigma_degisirken.html