Bugünkü Ortadoğu 20’nci yüzyılın başında İngiltere’nin Ortadoğu masası şefi Sir Mark Sykes tarafındanWinston Churchill‘in yakın denetiminde çizilmiştir.
Dönemde Churchill Beyaz raporunu yazmış ve bu raporun sonucundan İsrail ve Ürdün devletleri yaratılmıştır. Sir Mark Sykes benim bir dâhi olarak kabul ettiğim Churchill‘den aldığı yön doğrultusunda eline kalemi almış ve şu anki Ortadoğu’nun haritasını çizmeye başlamıştır. Suudi Arabistan, Kuveyt ve Irak’ın sınırlarını da Sir Mark Sykes belirledi.
Onun kâğıt üzerinde yarattığı hiçbir ülke ve çizdiği hiçbir sınır beladan kurtulamadı.
Bu bela ise planlanmış bir belaydı.
“Muhteşem emperyalist” nitelendirmesini hak eden İngiltere’yi yönetenler ilerde ülkelerinin çıkarı açısından bazı bölgelerde sorunları planlarlardı. Oluşturulan durumda sorun uykuya bırakılırdı ve bir gün hangi koşullarda yüzeye çıkacağı ve çıktığı zaman bunun İngiltere’nin nasıl da çıkarına göre manipüle edileceği bile detaylarıyla düşünülürdü.

BİZİM SINIRI DA ONLAR ÇİZDİ

Evet, tahmin ettiniz bizim Güneydoğu sınırımız da İngilizler tarafından çizildi.
O sınır yeni kurulacak Türkiye Cumhuriyeti’ne problemler çıkarmak ve başının sorundan hiç kurtulamaması için düşünülmüş ve uygulanmıştı.
Dediğim gibi ortada PKK terörü diye bir şey hiç olmasaydı o yöre şu an dünyanın en sakin bölgesi olsaydı bile, sadece İngilizler tarafından düşünüldüğünden, o sakinliğe potansiyel problemlerin, krizlerin mutlaka yüklenmiş olması kesin olacağından hemen, acilen değiştirilmesi gerekirdi.
Bu gerçeğe komşularımızı da ikna etmemiz zor olmasa gerek, çünkü onlar da belanın kökenlerinin farkında olmalılar.
Karşılıklı anlaşma yoluyla sınırın iki tarafında eşit toprak verip alarak yani toplam yüzölçümleriyle oynama yapılmadan iki tarafın da sınırını daha güvenli hale getirmesi mümkün. Bunu en azından düşünelim ve sınırımızdaki “uyuyan İngiliz casusunu” etkisiz hale getirelim.

TEZKERE GÜNLERİ

Sınır güvenliği her tartışıldığında ben elimde olmadan tezkere günleri patlayan tartışmamızı hatırlıyorum.
Benim de içinde bulunduğum küçük bir grup insan, yaklaşan savaşta bizim Amerikalılar ile birlikte hareket etmemiz gerektiğini, Kuzey Irak’a da birlikte girmemiz gerektiğini söylemiştik. Ama karşımızda ulusalcı ve popülist bir cephe vardı. Hemen tahmin edebileceğiniz Amerikan uşakları, ajan saldırıları başladı, bizi memleketi satmakla suçladılar.
Anlamaya çalışmadılar ama en azından benim dediğim şuydu:
Savaş adil olabilir olmayabilir, ama şu an adalet kavramıyla uğraşacak halde değiliz. Hiçbir ülke bunu yapmıyor, sadece çıkarlarını düşünüyorlar. Biz de sadece çıkarımızı düşünelim. Amerikalılar ile birlikte hareket edersek hatta Kuzey Irak’a birlikte girersek onlara yardımcı olursak, ilerde belki ama sadece belki sınırımızın hemen güneyi üzerinde bir kontrol oluşturmak imkânımız, hakkımız olabilecek. Eğer şimdi bu fırsatı kaçırırsak ilerde kontrolü tamamen elimizden alacaklar o zaman da bize birçok sorun çıkacak.
Dediklerim bundan ibaretti, ülkenin çıkarlarını acaba en iyi bu yolla mı koruyabiliriz arayışıydı benimki. Bugünlerde acaba keşke o öneriyi hayata geçirse miydik diye sıkça düşünüyorum. Çünkü şu an geldiğimiz noktaya bakın, tezkerenin benim arzu ettiğim gibi çıkmamasının sonucu da pek güzel olmuş gibi de gözükmüyor.

Başın öne eğilmesin Aldırma gönül aldırma

ARTIK tamamen çıldırmış olduğuna inanmaya başladığım Ertuğrul Özkök bir klipte oynadı. O klipten bir kare fotoğrafı görüyorsunuz.
Bu fotoğraf ereksiyon problemleri yaşayan çiftleri anlatmak için hazırlanacak bir posterde fotoğraf olarak kullanılabilecek kalitede ve güzellikte. Genellikle bu tür haberlerde gazetelerimizde fotoğraf olarak, yatağın ucunda oturup başını ellerinin arasına almış matemde olan bir erkeğin yanında kendisine anlayışla, sevimli bir şekilde gülümsemekte olan bir kadının fotoğrafı basılır. Bu fotoğraf, çiftler arasında ereksiyon problemlerinin yarattığı havayı anlatma iddiasındadır.
Ben o fotoğraftaki kadının neden anlayışlı gülümsediğini ve sevecen bakmayı sürdürdüğünü hiç anlayamam, “sorun yok, her erkeğin başına gelebilir” lafı da beni son derece irite eder; bu lafı her duyduğumda “HER ERKEK” kavramının absürd ve yanlış olduğunu anlatmaya başlarım ve bu sorunu hiç yaşamayan erkeklerin adını saymaya başlarım. Gerçi beni dinlemekte olan kişi listemi henüz tamamlayamadan sıkılıp gider ama benim listemde Ertuğrul Özkök hep vardı. Ta ki bu fotoğraf ortaya çıkıncaya kadar.
Çünkü bu fotoğraf ereksiyon problemleri nedeniyle bozulmuş bir ilişkinin poster fotoğrafıdır.
Arkadaşım burada müthiş mutsuz ve elini bacaklarının arasına koymuş acılar içinde oturuyor. Arkasındaki kadın ise ona bıkmış ve tükenmiş bir edayla bakıyor. Biraz sonra atacak adamı evden, o kadın hiç “takma kafaya her erkeğin başına gelebilir” diyecek bir kadına da benzemiyor.
Ah kardeşim ah. Sen bu hallere düşecek bir erkek miydin? Sen ki zamanında tüm dünyanın gıpta ile izlediği bir örnek erkektin. Sen ki hepimizin idolüydün. Ama başın öne eğilmesin, aldırma bu da geçer. Unutma genelde denildiği gibi “her erkeğe olabilir”. Bilmem anlatabiliyor muyum?
(Bu yazı arkadaşımın bir süre önce benim için yazmış olduğu “Serdar’ın erkeklik melekeleri hiç yoktur” diyen yazısından bir öç yazısıdır. Onun öcünü almayacağımı da düşünmüyordun herhalde arkadaş, değil mi?)