Dil, kültürü hem kurar hem geliştirir: Genellikle toplumsallaşmayı da toplumsallaşmayla birlikte tarihsel sürekliliği de sağlamakla insan varlığını eksiksizce mümkün kılar. Nermi Uygur’un deyişiyle; kültür, insan varoluşunun nasıl ve ne olduğu, insanın nasıl düşündüğü, duyduğu, yaptığı; kendisine nasıl baktığı, özünü nasıl gördüğü, değerlerini, ülkülerini, isteklerini nasıl düzenlediğiyle ilgili bir sistemdir. Dil ve kültür dünyası hem birlikte var olur, hem de dille var olur.

Kişi, içinde bulunduğu kültür kadar değerlendirebilir etrafında olup bitenleri; yani kültür, insanın içinde yasadığı toplumun değer sınırlarını belirler. İnsan tanık olduğu veya maruz kaldığı bir durumu ancak kendi kültür değerleri doğrultusunda değerlendirebilir; çünkü doğduğu andan itibaren bu değerlerle yoğrulmuştur. Dil kültür dünyamın sınırlarıdır, dünyam dilimdir. Bu nedenle bir dili öğrenmek, kişinin hedef dili ve o dili konuşanları yansıtan yeni kültürel bakış açısı edindiği bir kültürlenme hadisesidir.

Eğer kişi dilini öğrendiği ülkenin kültürel özelliklerine ne kadar aşina ise, beden yoluyla aktarılan duygu ve düşünceler karşısında o kadar az şaşır. Bundandır ki, yabancı dil eğitiminde dili düzgün aktarabilmek için kültürel öğeler mutlaka beraberinde verilmelidir. Çünkü farklılıklarımızı öğrendiğimiz sürece başarılı bir dil kazanımı yaşarız.

Bir dili konuşmak demek, o dilde düşünmek değildir. Türkçe konuştuğumuz halde birbirine yabancı ne kadar çok insanımız var, değil mi? Bir dili öğrenmek demek o dille düşünmek de değildir. İnsan ikinci hatta üçüncü bir dili anadili düzeyinde öğrenebilir. Fakat insan iki dilde birden düşünemez. Çünkü anadil tektir. Bir insanın iki anadilinin olması o kişinin aynı anda iki farklı yerde olması anlamına gelir. Ana dil doğduğumuz dil değildir. Ana dil, düşündüğümüz, bilim, sanat, felsefe yaptığımız dildir. Ana dil, sevdamızı, aşkımızı ifade ettiğimiz, dua ettiğimiz hatta küfrettiğimiz dildir. Anadil, rüyamızı gördüğümüz dildir.

Yabancı dil öğrenen bireyin hedef kültüre karsı olumsuz bir tutum sergilememesi öncelikle kendi kültürünü çok iyi tanımaktan geçer. Bu yüzden, dil öğretiminde önceliğin kültürel farkındalığa verilmesi ve daha sonra hedef kültürün tanıtılmasına geçilmesi daha doğru bir yaklaşım kabul edilir. Bunun için yabancı dil öğrenenlere kendi dillerinde ve öğrendikleri dilde nasıl ve hangi durumda özür dilendiği, kendi kültürlerinde diğer kültüre kıyasla neyin ayıp olarak kabul edildiği, kişiler arası ilişkilerin özürlere, tekliflere, ricalara veya emirlere nasıl yansıdığı öğretilmelidir. .

Dil ve dil öğrenimi bir çeviri işlemidir. Anadilden hedef dile doğru. İşte tam da sorun budur. Anadil doğduğunuz dilde değildir her zaman. Çoğu kez resmi dil, bilim dili, eğitim dili, iletişim dili anadilin yerini alır. Felsefe, bilim, siyaset, sanat alanında kendinizi gerçekleştirdiğiniz, değerlerinizi ördüğünüz dil ve düşünce dünyanız anadilinizdir aslında. Çünkü kültür dünyanız ile dil dünyanız her zaman üst üste giydirilir.

İşte tam bu noktada bir yabancı dil olarak Türkçe’nin hangi anadilden hareketle öğretildiği oldukça önemlidir. Daha doğrusu temel eğitimin İngilizce olduğu bir kültür dünyasında yabancı dil olarak Türkçe öğretmek, İngilizce düşündürerek Türkçe konuşturmaktır yalnızca. Türkiye’de bunlardan o kadar çok ki….

Bir diğer önemli nokta ve yukarıdaki meseleden daha da hayati olan mesele bir yabancı dil olarak Türkçe’nin hangi kültür dünyasına bağlandığıdır. Açıkçası, Türkçe’nin kültür dünyası nedir? Bu kültür dünyasında Türk’ün yeri nedir? Sorunun iç tutarlılıktan uzak olduğunun elbette ben de farkındayım. Türksüz bir Türkçe’yi düşünmek kendi içinde saçmadır. Aslında Türkçeyi öğretmek Türk’ü öğretmek, Türk gibi düşünmeyi, Türk gibi sevmeyi, Türk gibi ağlamayı öğretmektir. 

Kim Türksüz bir Türkçeyi tasavvur edebilir ki? Ne kadar uğursuz bir soru. İnsanın boğazına ilmek ilmek takılıyor cevabı. Yüreğiniz bir çıra gibi yanmaya başlıyor. Elleriniz Haziran sıcağında buz kesiyor. Türksüz bir anayasa gerektiğini kimler savunuyor? Türk’ün bir etnik kimlik olduğunu, anayasada etnik bir atıf olmaması gerektiğini her gün beyaz camlarında binlerce kez söyleyenler kimler dersiniz?

Şimdi Türk’ü bir Millet adı olarak kabul etmeyenler, Türkçe’yi bir dünya dili haline nasıl getirebilirler diye sormaz mısınız?  Türksüz, türkü öğretebilirsiz elbette ama Türkçeyi asla öğretemezsiniz. Türk’ü inkâr ederek Türkçe sevdanıza Türkü inandırmazsınız, türkü söyleyenler inansa bile.

Türksüz bir Türkçe öğretiminde elinizde kalsa kalsa –çe kalır, yalnız –çe. Hadi bir –çe de ben vereyim o zaman. Elinize geçer “çeçe”. Çeçe nedir mi? Çeçe bir sinek adıdır. Çeçe sineği uyku hastalığı yapan bir sinek türüdür. Bu sinek bir insanı ısırdığında ısırılan insan uyuduğunda sonsuz bir uykuya yatar. Demek ki Türksüz bir Türkçe derin bir ölüm uykusudur. Hepinize sonsuza kadar güzel uykular dilerim. Ben uyanık kalmaya direnlerle, hem hal olmaya devam edeceğim.