Atatürk, millet egemenliği ilkesini, Millî Mücadelenin ve yeni Türk devletinin temel ilkesi haline getiren kararı henüz Erzurum Kongresinde iken aldırmıştı. İlk Anayasa, Büyük Millet Meclisi toplandıktan 9 ay sonra 20 Ocak 1921’de yürürlüğe kondu. Bu Anayasa yeni devletin dayandığı esasları ilk üç maddesinde, hiç bir tereddüde yer bırakmayacak şekilde, belirtmişti:

Birinci maddenin ilk cümlesi, açıkça “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” (hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir) diyerek, bu ilkeyi ilk defa Türk Anayasa Hukukunun temel ilkesi haline getiriyordu. Aynı madde “idare usulü, halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır” diyordu. 1921 Anayasası’nın ikinci maddesi, gerek yasama, gerek yürütme güç ve yetkisinin milletin tek ve gerçek temsilcisi olan B.M.M.de belirip toplandığını (tecelli ve temerküz ettiğini) belirtiyordu. Üçüncü madde, “Türkiye devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve hükümeti ‘Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ unvanını taşır”hükmünü getiriyordu.

Millî egemenlik, yani milleti bizzat kendi mukadderatına hâkim kılmak esası, bağımsızlıkla iç içe girmiş biri ilkedir. Bu ilkeye göre, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir; hiçbir mâna, hiçbir şekil ve hiçbir surette ortaklık kabul etmez. Bu iradenin, bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin birleşmesinden ibaret olması sebebiyledir ki toplum içinde her kuvvet, bu iradeden doğar; ancak bu iradeye uymak suretiyle yaşayabilir. “Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması, ancak tam anlamıyla millî egemenliğin  kurulmuş olmasına bağlıdır. Bundan ötürü hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası millî egemenliktir.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I, s. 298. 64)

 Türk Bağımsızlık Savaşı da bu görüşlerin ışığı altında milletin, egemenliğini kendi eline almasıyla başlamış, bu irade gücü ile başarıya ulaşmıştır. Milletimizin yüzyıllar boyunca başına gelen bütün felâketler, kendi kader ve mukadderatını, kendi iradesini, kendi idaresini başkalarının eline terk etmesinden kaynaklanıyordu. Bu terk ediş sebebiyledir ki I. Dünya Harbinin sonunda uçurumun kenarına kadar getirilmiş, sonunda galip devletler tarafından nerede ise tarihten silinmek istenmişti. Türk milleti, bu acı tecrübelerin ışığında artık uyanmıştı. Kendi iradesini, kendi idaresini artık başkasının elinde görmek istemiyordu. Bu sebepledir ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı, milletin yüzyıllar süren arayışlarının özünü, onun bizzat kendisini idare etmek şuurunun canlı bir timsalini oluşturuyordu.

Atatürk’e göre: “Bir milletin egemenliğini anlayabilmesi ve onu güvenle koruyabilmesi, birtakım özel niteliklere ve üstün öğrenim ve eğitime sahip olmasına bağlıdır. Bir milletin siyasî eğitiminde, sosyal eğitiminde, vatan sevgisinde noksan varsa, öyle bir millet egemenliğini gerektiği derecede kuvvetle elinde tutamaz.”(a.g.e., s. 299-300)  Bu bakımdan millî egemenliği yaşatma hususunda vatandaşların gerekli nitelikte yetiştirilmesi büyük önem taşır.

Bağımsızlık, Milli Egemenlik ile ayrılmaz bir ilkedir. Zira Millî Mücadele adını verdiğimiz büyük olay, her şeyden önce bu ilkenin gerçekleşmesi için yapılmış, sonunda başarıya ulaşmıştır. Çünkü esas olan, bağımsızlığına kastedilen Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşaması idi; bu esas da ancak milletin hürriyet ve bağımsızlığına sahip olmasıyla temin olunabilirdi. Bu sebepledir ki Millî Mücadele’nin parolası, “Ya istiklâl ya ölüm!” olmuştu.

Tam bağımsızlık, Atatürk’ün anlatımı ile “siyasî, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bunların herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek manasıyla bütün bağımsızlığından mahrumiyetini ifade eder.”(Kemal ATATÜRK, Nutuk II, s. 623-624)  Ancak bağımsız devletlerdir ki, memleketlerinin iç ve dış siyasetlerini yabancıların karışmasına imkân vermeksizin çizebilir ve yürütebilirler. Dışa bağımlı devletler için böyle bir serbestlik söz konusu olamaz.

Atatürk, Türk Bağımsızlık Mücadelesinde, bu ilkenin önemini şu sözleriyle belirtmiştir: “Bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu, bütün manasıyla koruyabilmek, gerekirse son ferdinin son damla kanını akıtarak, insanlık tarihini şanlı örnek ile süslemek! İşte bağımsızlık ile hürriyetin hakikî mahiyetini, geniş mânasını, yüksek kıymetini vicdanında kavramış milletler için temel ve ölmez prensiptir ” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, s. 249) Bu sözlerin büyük bir değeri vardı. Çünkü, “bağımsızlıktan mahrum bir millet, ne kadar zengin ve refaha kavuşturulmuş olursa olsun, medenî insanlık karşısında uşak olmak durumundan yüksek bir muameleye lâyık olamazdı. Yabancı bir devletin himaye ve desteğini kabul etmek, insanlık özelliklerinden mahrumiyeti, beceriksizlik ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildi. Gerçekten bu aşağı dereceye düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı getirmelerine asla ihtimal verilemezdi.”(a.g.e., s. 35)  İşte Millî Mücadele adını verdiğimiz büyük savaş da Türk milletini bağımsızlıktan yoksun bırakmak isteyenlere karşı bu düşüncelerin ışığında yapılmış, sonunda tam bağımsız bir Türk Devleti kurulması ile başarıya erişmişti. Millî sınırlarımız içinde, millet egemenliğine dayalı, bağımsız bir devlet olarak varlığımızı sürdürmek, bu temel prensipler uğrunda her türlü fedakârlığı, her an yapmaya hazır olmak, Atatürkçülüğün özünü ve amacını oluşturmaktadır. Bu amacı gerçekleştirmek için şüphe yok ki her şeyden evvel kuvvetli olmak, kendi kuvvetimize dayanmak gerekmektedir.

Milli Egemenlik nasıl Bağımsızlık olmadan düşünülemeyeceği gibi Cumhuriyetçilik olmadan da düşünülemez. Cumhuriyetçilik, devlet idaresinde millî egemenliği, millî iradeyi ve hür seçimi esas kabul eden ilkenin adıdır. Bu ilkenin yönetim biçimi ve siyasal rejim olarak ifadesi, cumhuriyettir. Bu tarz yönetim, millî egemenlik kavramını en iyi temsil edecek, en iyi gerçekleştirecek, en iyi uygulatacak bir devlet şekli olup demokrasinin de en gelişmiş şeklidir. Atatürk’ün ifadesi ile “Türk milletinin tabiat ve âdetlerine en uygun olan bu idare şekli, milletin insanca yaşamasını bilmesi, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu öğrenmesi, demektir.”(Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri 1984. s. 58)

Bu tarz bir idarede, egemenliğin herhangi bir kişi, zümre veya sınıfla paylaşılması söz konusu olamaz. Cumhuriyet rejiminde bir görevin, ilâhi bir kuvvete dayanması veya babadan oğula geçmesi gibi bir veraset usulü yoktur; egemenlik bütünüyle millete aittir. Millet bu egemenliğini, kendi seçtiği temsilcileri aracılığıyla kullanır. Seçimle iş başına geliş de görev bakımından belli bir dönemi kapsar; yani Cumhuriyet rejiminde ömür boyu bir görev söz konusu olamaz. İşte bu yönetim sayesindedir ki devlet idaresine lâyık olanlar, milletin reyi ve iradesi ile işbaşına gelebilirler. Cumhuriyetin fazileti ve üstünlüğü buradadır.

29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilânı ile, Millî egemenlik ilkesinin tabiî sonucu sayılabilecek, tamamlayıcı bir adım atılmış oldu.1 Mart 1924’te, yeni seçilen II. dönem TBMM’nin toplantı yılını açarken, Atatürk, önemli bir konuşma yaparak şu gerçeği belirtti: “Millet Cumhuriyetin, bugün ve gelecekte, her türlü saldırıdan kesin ve ebedî olarak korunmasını istemektedir. Çağdaş ve medenî yönetimin bütün gereklerini basit ve çabuk şekilde memlekette tatbik etmek icab eder”

20 Nisan 1924 de kabul edilen “Teskilât-ı Esasiye Kanunu”da millet egemenliği ilkesini devlet yapısının temel taşı olarak korudu. Bu Anayasa, 3. maddesinde: “Hâkimiyet bilâkaydüşart milletindir” (egemenlik kayıtsız şartsız milletindir) diyor ve “Türkiye Büyük Millet Meclisi milletin yegâne ve hakikî mümessili olup millet namına millî hâkimiyeti istimal eder (kullanır)” hükmünü getiriyordu. Anayasa görüşmeleri sırasında, başlıca hatipler, Anayasanın,”en aziz, en kutsal ilkesi”nin millet egemenliği olduğunu; bu egemenliğin bölünmesinin veya başkasına terk edilmesinin imkânsızlığını ısrarla belirtmişlerdi.

Denebilir ki, 1924 Anayasası millî egemenliğe dayalı ilk “tam” Anayasamızdır.

1924 Anayasası, 8. maddesinde, yargı hakkını millet adına kullanma yetkisini bağımsız mahkemelere bırakıyordu. Ancak, bu Anayasada da, birçok bakımlardan Millî Mücadele dönemindeki “Meclis Hükümeti sisteminin bir ölçüde etkisi ve izi görülür. 1921 Anayasası gibi, 1924 Anayasası datek Meclisli bir sistem öngörmüştür; ayrı bir yürütme gücü değil, sadece bir “yürütme görevi” söz konusudur. Cumhurbaşkanına kanunları (yeniden kabul için ağırlıklı oylama gerektirecek şekilde) “veto” etmek, Meclisi feshederek yeni seçim yaptırmak gibi hakların tanınması hararetle tartışılmıştır; fakat 1924 Meclisi bu haklan Atatürk’e bile tanımağa yanaşmamıştır.Buna karşılık, 1924 sisteminde, Meclis Hükümeti sisteminden farklı olarak, bir Devlet Başkanı ve bir Başbakan vardır. Hükümet üyelerini Meclis seçmez Başbakanın hazırlayıp Cumhurbaşkanının onayladığı Bakanlar Kurulu listesi (ve Meclisin değil yürütme organının hazırladığı bir hükümet programı), Meclis’in güvenoyuna sunulur. Bir bakıma, 1924 Anayasası, işlemesi imkânsız denecek kadar güç olan Meclis Hükümeti sisteminden (bir başka deyimle konvansiyonel rejimden) gerçek parlamenter rejime doğru bir geçiş Anayasasıdır.

Sonuç olarak şunu ifade edebiliriz ki ATATÜRK,, millî egemenlik ilkesine dayanarak Ankara’da TBMM’ni kurduğu yıllarda, Avrupa’nın Batı’sındaki güçlü emperyalistler Türkiye’yi Sevr ile parçalayıp yok etmeğe çalışıyorlardı. Avrupa’nın Doğusunda, Rusya’da iktidarı ele geçirenler ise, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan gibi, Türkiye’yi de kendi ihtilâllerinin fırtınasına kaptırıp ellerine geçirebileceklerini umuyorlardı. Sevr’e de, Baku kongresini düzenleyenlerin arzularına da boyun eğmeyen; Loyd George’ların hesaplarını da, Zinoviev’lerin plânlarını da, millet egemenliğinden güç alan bir Meclise dayanarak, iflâs ettiren O’dur.

Son derecede ağır şartlar içinde, bir büyük Bağımsızlık Savaşını, her konuda hesap soran, kıyasıya eleştiren, haklarına titizlikle sahip çıkan bir Mecliste birlikte yürütüp başarıya ulaştıran O’dur  Atatürk’ün yaktığı millî egemenlik meş’alesi Türkiye’de daima yanacak; bugünün ve yarının kuşaklarına yol gösterecek; demokrasi yolunda ilerleyen milletlere örnek olacaktır.

KAYNAKLAR:

1-Turhan FEYZİOĞLU.:Türk Milli Mücadelesinin ve Atatürkçülüğünün Temel İlkelerinden Biri Olarak Millet Egemenliği, Atatürk Kültür Dil Ve Tarih Yüksek Kurumu Araştırma Merkezi . Ankara 1988.

2-Utkan KOCATÜRK, ATATÜRK, KVTBY.Ankara.1987 .