“Min yol de ki, sev! Sevgidir insanı ucaldan,Yox faydası, yoxsa eger canda mehebbet.” Şikayet ediyoruz.. Günden, güneşten, zamandan, zeminden, halden, elden, dilden şikâyet. Sanki kuşatılmış gibiyiz. Yol, iz bulmakta zorluk çekiyoruz. Nefesimiz daralıyor. Susuzluğumuz sah­ralarca artıyor. Çok büyük kalabalıklarda yapayalnız kalmışız. Anlatamıyor, anlaşılamıyoruz. Fuzuli asırlar öncesi sanki bugünü tarif eylemiş;“Dert çok, derman yok, düşman kavi, tali zebun.” Evet, şekvanın sonu yok. Belki bunlar kısmen doğru ama galiba biraz işin kolay tarafı. Oysa esbaba tevessül etmek diye bir keyfiyet var. Esbaba tevessül etmiyoruz gibi geliyor bana. Susuzluğumuzu kandıracak pınarlar aramak zor geli­yor. Hal ehlinin haliyle hallenmek, ehl-i dil ile yoldaş olmak kısaca kâmil manada tefekkür etmek zor geli­yor. Aşk ile sevmek, Yaradan adına yaratılanı sevmek, aşk ile cümle eksikleri tamam görmek, Yunus Emre’ye uzak olduğumuz için zor geliyor. Ve elbette Hz. Mevlana’ya, Hünkâr Hacı Bektaşi Veli’ye, Hoca Ahmed Yesevi’ye ve bu uluların çerağı ile aydınlanan o muhteşem medeniyete, düşünce dünyasına uzak olduğumuz için zor geliyor. Oysa o aydınlık yola çıkın göreceksiniz. Büyülü bir kehkeşan altına uzanın gökten yıldızları birer birer indirmeye başlayın. Göreceksiniz, maveradan, ötelerden üzerinize huzur yağmurları yağacak. “Sevgim mene qanad verdi, uçurdu,Men özümden yuxarıyam, aman, hey.” İşte kanatlandınız, kuşatıldığınız çeperin dışına çıktınız. Şimdilik o kehkeşandan, o rüya âleminden payınıza BAHTİYAR VAHAPZADE düştü. Anam sütü kadar helal ve temiz dilinden kendimizi okuma­ya başladık. Tahlile, takdime gerek kalmadan kulak verelim Ezelden haqiqat aşiqiyem men.Başqa cür yaratmış tebiet meni.Eserem, coşaram derya teq, ancaq,Yaşatmaz kin meni, küduret meni.Ne murada yetdi, ne kama çatdı,Özge qapısına kim ki, daş atdı.Ömrün yollarında meğrur yaşatdı,Ehdime, sözüme sedaqet meni.Könüller dil açır her xoş bestede,Bülbülle qocalmaz gül qefesde de,İller qocaltsa da, son nefesde de,Qocaltmaz dünyada mehebbet meni. Zamanla söyleşirken, zarafeti elden bırakmıyor hem tariz hem sual var. Qocaldır insanı, qocaldır zaman;Üreyin ateşi, közü qocalmır.Dağları, daşları qocaldan zaman,Bilmirem, bes niye özü qocalmır?Getdi baharımız, yer qışa qaldı.Düzler qara qaldı, yağışa qaldı.Bizimki bir quru baxışa qaldı,Neyleyek, arzunun gözü qocalmır.Bextiyar, düşünek biz derin-derin.Xeyallar möhteşem, arzular şirin.Esl senetkarın, esl şairin,Özü qocalsa da, sözü qocalmır. Mana âleminde gezinirken, o içten, o samimi yakarışı her dem tekrarlanasıdır. Ulu Tanrı, kömeyim ol,Arzuma adaxla meni.Meni insan yaratmısan,İnsan kimi saxla meni.Göl olmuşam dama-dama.Melhem qoyma sen yarama.Bu sevdaya bu merama,Daha beter bağla meni.Fikirlerim qatar-qatar,Biri atar, biri tutar.Yaxınlara elim çatar,Qovuşdur uzaqla meni.Ey ümidim, ey gümanım,Sözüm haqsa, nece danım?Qurban olsun haqsa, nece danım?Nahaq işden saxla meni.Soruşdular: Kimdir menimYaxşıma da pis deyenim?Hem dostum, hem de düşmenim,Gösterdi barmaqla meni. Ve “Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız.” Hükmünce amel eden, sevgi ikliminde cevelan eden, hasbice seven, sevdikçe yücelen, sevdikçe güzelleşen ve sevilen Bahtiyar Vahapzade. Sev­gi adamı, muhabbet adamı Bahtiyar Vahapzade. Ve bengütaş gibi yüreğimizin derinliklerine kadar işleyen bir muhabbetnamesi; En ülvi, temiz duyğudur insanda mehebbet,Ömrün yoluna nur sepir her anda mehebbet.Dünya da mehebbetle dönür, fırlanır ancaqMehver de mehebbetdi, bu dövran da mehebbet.Ad-san da, şeref-şan da bir övladıdır eşqin,Şövket de mehebbetdi, gülüm şan da mehebbet.Min yol de ki, sev! Sevgidir insanı ucaldan,Yox faydası, yoxsa eger canda mehebbet.Hem zövqüdür, hemcövrüdür ömrün, o, heyatın;İnsanı ucaldan da, qocaldan da mehebbet.Dünyanı gözelleşdirir öz cilveleriyle,Xoşdur duyan insana xeyaldan da mehebbet.Men Bextiyar oldum o zamandan ki, sevildim,Min Can yaşadır ezmle bir canda mehebbet! Dedem Korkut dili ile, o, ezeli ebede bağlayan millî vicdan sesiyle, Bakü’den Hazar’ın nazlı dalgalarına emanet edip gönderdiği şu mısralar geleceğimize, ümidimiz, kıvancımız, öğüncümüz, gençlerimize hediye diye verilen paha biçilmez mücevherler gibidir. Qelbine baş vurmasa,İnsan ucalmaz, oğul.Sehvini görmek qeder,Merifet olmaz, oğul.“Haqq” deye çarpan ürek,Haqqını tapsın gerek.İçden oynanmış çiçek,Yaz boyu solmaz, oğul.Xoşdusa ilk arzular,Sonrası gülşen olar.Dağda bulanmış sular,Bağda durulmaz, oğul.“El” deye candan keçen,Qesdini ölçüb-biçen,Eyri yolu düz keçen,Yolda yorulmaz, oğul. Türk’ün gönül coğrafyasını gönüllere nakş etmemişsek şikâyet hakkımız yok. Aramak, araştırmak, taşımak, yaşamak ve yaşatmak gibi asla göz ardı edilemeyecek sorumluluklarımız var. Bahtiyar Vahapzade şimdi Kara Ozan ile Yunus Emre ile Mehmet Akif, Yahya Kemal, Şehriyar, Pir Sultan Abdal, Âşık Veysel ve dahi sonsuz sayıdaki hem derdi ile -ki terennüm edilen Türk’ün dertleridir- Rahmet-i Rahman’da dertleşmektedir. Ve inanıyorum ki mekanları cennettir.