Eskişehir Türk Ocağı 25 senedir Geleneksel olarak 3 Mayıs Türkçülük gününü hatırlamak ve anmak için yapılan ‘’Lise Öğrencileri Arasında Yapılan Şiir Okuma Günü’’ (XII.) Eskişehir’in Türk Dünyası Kültür Başkenti olması dolayısıyla Türk Dünyası’ndan Şairlerin şiirlerini okumaya ayrılmıştır.

Programın başlangıcında Türk Ocağı Yönetim Kurulu Üyesi Başmüfettiş Mustafa Tezel açılış konuşmasında şunları söyledi;

Aziz Dostlarımız,

3 Mayıs 1944 günü cereyan eden demokrasi ve hukûk târihimizin önemli ve unutulmaması gereken hâdiselerin 70. yıl dönümü münasebetiyle düzenlenen şiir okuma günümüze hoş geldiniz.

Aziz Dostlar,
Osmanlı Devleti’nin ömrünü ikmâl etmesinin akabinde teşekkül eden yeni devletimizin kuruluş felsefesini ve temelini “Türklük Şuuru – Türk Milliyetçiliği ve Türk Kültürü” oluşturmuştur. 

İmparatorluğumuzun külleri üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti, “Tek devlet, tek vatan, tek millet, tek dil ve tek bayrak” esasına, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” düşüncesine ve “TAM İSTİKLÂL” anlayışına dayanır. 

Türk Milliyetçiliğini şiar edinerek Cumhuriyet Türkiyesi’nin kurulmasını sağlayan Milli Mücadele, sâdece Türk Milletini esaretten kurtarmakla kalmamış; aynı zamanda sömürgecilerin zulmü altında kıvranan nice mazlum millete ilham kaynağı olmuş; onların zalimlere karşı savaşarak esaretten kurtulmalarını sağlayan timsâl bir mücadele hareketi olmuştur. 

Hâl böyle iken, Atatürk’ün vefâtından sonra, Milli Şef İsmet İNÖNÜ döneminde, devletin kuruluş felsefesini teşkil eden Türkçülük Düşüncesine (yâni, Türk Milliyetçiliğine) ve Atatürk’e karşı hasmâne bir tavır alınmıştır. İnönü’nün Cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte, Atatürk’ün resimleri devlet dâirelerinden kaldırılarak mahzenlere indirilmiş, Türklüğün sembolü olan Bozkurt resimleri Türk Parasından çıkarılmıştır. Ülkenin yeni yöneticilerinin zihniyetini ortaya koyan bu tavır, 1940’lı yılların ortalarına yaklaşıldığında, devleti kuran iradeye, yani TÜRKÇÜLÜK düşüncesine karşı bayrak açılmak suretiyle, doruk noktasına ulaşmıştır. Ancak, bu gelişme, çok da sebepsiz değildi. Şöyle ki;
İkinci Dünya Savaşı bütün hızıyla devam ederken, o sırada Türkiye’yi idâre edenlerin duruş ve tutumu da savaşın seyrine göre değişiyordu. Savaşta Almanlar başarılı iken, iktidar Almanlardan yana tavır koyuyor; Almanların hezimete uğrayacağının anlaşılmasıyla birlikte, bu tavır Ruslardan yana dönüyordu. 

Zamanın tanınmış Türk düşünürü, şâir ve yazar Nihal ATSIZ Beğ, bu esnâda Boğaziçi Lisesi’nde edebiyat öğretmeni olarak vazife yapıyordu ve ORHUN dergisini yayımlamaktaydı. Hükûmetin ─savaşın seyrine göre değişen─ bu kaypak tavrına ve Sovyetlerin gâlip geleceğinin anlaşılmasıyla birlikte ─başta eğitim müesseseleri olmak üzere─ devlet teşkilâtında başlatılan komünist kadrolaşmaya kayıtsız kalamayan Nihal ATSIZ Beğ, Başvekil Şükrü SARACOĞLU’na hitaben iki açık mektup yayımladı.
Bu mektuplarda Nihal ATSIZ Beğ, Şükrü SARAÇOĞLU’na özet olarak şunları söylüyordu: 

“Memlekette açıktan açığa komünist propagandası yapan dergiler çıkarılmaktadır. Bu dergiler Milli Eğitim Bakanlığı’nın emri ile ve devlet parası ile satın alınarak, bütün okullara dağıtılmaktadır. Sonra Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde, Devlet Konservatuarında ve daha başka birçok önemli mevkilerde/kurumlarda “memleketimizi komünistleştirmek isteyen, bu uğurda çaba gösteren” insanlar bulunmaktadır.”

“Milli Eğitim Bakanı, kendi bakanlığının hariminde dönen bu dolapları, çevrilen entrikaları bilmiyor mu?” diye soran Nihal ATSIZ, mektuplardan birini şöyle bitirmişti:
“Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ya bunları bilmiyor, görmüyor… O halde akıl kabul etmez derecede büyük bir gaflet içinde bulunmaktadır. Yahut bilerek, görerek bu işleri yapmaktadır ki, bu takdirde kendisi de ihanet içerisindedir…”
ATSIZ Beğ’in bu cüretkâr mektubu, ülkede büyük bir yankı uyandırdı. 
O dönemin Türkiye’sinde, bir bakan hakkında böylesine aleni suçlamaların yapıldığı ne görülmüş, ne de işitilmişti. Millî Şef İnönü’nün bakanlarını tenkit veya takdir etmek kimin haddine düşmüştü? Bu keyfiyet, yalnızca Milli Şef İnönü’nün hakkıydı. 
Mektubun yayımlanmasını müteakip, Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali YÜCEL, Başbakan SARAÇOĞLU ile; O’da Milli Şef İNÖNÜ ile görüştü; Türk Milliyetçilerine karşı uygulanacak strateji tespit edildi. Alınan Karar gereğince, Hükümet olaya doğrudan müdahale etmeyecek ve Sabahattin ALİ, kendisini vatan hainliği ve komünistlikle suçlayan ATSIZ’ı mahkemeye verecekti. 

ATSIZ-SABAHATTİN ALİ dâvâsının ilk duruşması Ankara’da 26 Nisan 1944 günü yapılacaktı. İstanbul’dan tren ile gelen ATSIZ Beğ, Ankara garına geldiğinde, çoğunluğunu üniversiteli gençlerin oluşturduğu kalabalık bir topluluk kendisini bekliyordu. ATSIZ, çiçeklerle karşılandı, omuzlara alındı. 26 Nisan 1944’te Ankara’da başlayan ilk mahkemeye üniversite gençliği büyük ilgi gösterdi, salon hınca hınç doldu. 

ATSIZ, savunma esnasında son derece ciddi ve bir Türk Milliyetçisine yakışan vakur bir duruşla ağır ağır konuşmaya başlıyor ve şöyle diyordu;
“Bir vatanperver olarak, Türkiye’nin inkıraz uçurumuna doğru sürüklendiğini görüyorum. Komünistler ve memleketi batırmak isteyenler ─birbirlerine destek olarak─ memleketin en yüksek mevkilerine çıkarken, vatanseverler her türlü hukuksuzluğa mâruz bırakılarak, saf dışı edilmek istenmektedir…” 
Dâvâ 3 Mayıs 1944 gününe ertelenmişti. Ankara’da yaşanan bu olaylar gençliği derinden etkilemişti. 

3 Mayıs 1944 gününe gelindiğinde, binlerce üniversiteli genç Ankara sokaklarındaydı. Ankara sokakları “KAHROLSUN KOMÜNİSTLER” sloganları ile inliyordu. 
3 Mayıs günü Başbakan Saraçoğlu ile görüşmek isteyen öğrencilerin bu isteği kabûl edilmemiş; bu gençlerden 165’i gözaltına alınmış, daha sonra serbest bırakılmıştı. 
Mahkeme, duruşmayı 9 Mayıs tarihine ertelemişti. Hükümet, yayımladığı bir bildiri ile Atsız ve arkadaşlarını “IRKÇILIK VE TURANCILIKLA ve HÜKÜMETİ DEVİRMEYE ÇALIŞMAKLA” suçluyordu. Bunun üzerine, ilk anda 14 asteğmen tutuklanmış ve 250 Harbiyeli hakkında soruşturma açılmıştı.

9 Mayıs’ta yapılan duruşmada ATSIZ, 6 ay hapis cezâsına mahkûm edilmiş, “ağır tahrik” nedeniyle cezâ 4 aya indirilip, tecil edilmişti. Atsız buna rağmen serbest bırakılmamıştı. Aslında, Hükümetin tavır değişikliğinin asıl nedeni, savaşın sonucunun artık iyice belirmeye başlamasıydı. Almanlar ─Stalingrad Bozgunundan sonra─ hızla geri çekiliyor, Kızıl Ordu onları kovalarken, Doğu Avrupa Ülkelerine giriyor, buralarda komünist idârelerin işbaşına gelmelerini sağlıyordu. 
Savaş boyunca Nazi Almanyası ile ilişkilerini sıcak tutmuş olan İnönü Yönetimi, bu gelişmeler üzerine, Türkiye’nin de benzer bir baskıyla karşı karşıya kalacabileceği endişesiyle, Stalin’in hışmına uğramamak için, “Moskova’ya sevimli gelecek” bir tutum sergilemeye çalışıyordu.

Nitekim, Millî Şef İnönü, 19 Mayıs kutlamaları münasebetiyle yaptığı konuşmada, henüz soruşturma süreci bile tamamlanmamış bir dâvâda, Türk Milliyetçilerini suçlayarak, “Turancılar, Türk Milleti’ni bütün komşularıyla (komşu dediği Komünist Sovyetler Birliği’dir.) onarılmaz bir surette düşman yapmak için, bir tılsım bulmuşlardır. Bu kadar şuursuz ve vicdansız fesatçıların tezvirlerine, Türk Milletini teslim etmemek için, elbette cumhuriyetin bütün tedbirlerini kullanacağız” diyebiliyordu…
İNÖNÜ’NÜN konuşmasını bir talimat olarak algılayan savcılar, İstanbul ve Ankara’da milliyetçi avını başlattılar. Dönemin önde gelen Türkçü aydınları nezarete alınıp, İstanbul’a götürüldüler ve tutuklandılar. 

Tutuklananlar arasında Hüseyin Nihal Atsız’ın yanında, Alparslan Türkeş, Büyük Târihçi Ord. Prof.Dr. Zeki Velidi Togan, Fethi Tevetoğlu, Hasan Ferit Cansever, Hüseyin Namık Orkun, Orhan Şaik Gökyay ve Osman Yüksel Serdengeçti gibi Türk münevverleri vardı. 

Tutuklanan Milliyetçi-Türkçü aydınlar, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün ─bir tabutu andırdığı için─ “TABUTLUK” adı verilen hücrelerinde, savcının istediği şekilde ifade vermeleri için işkenceye tabi tutuldular. Tabutluklar dikine konulmuş ve ancak bir tabut genişliğinde beton oyuklardı ve tutukluların başlarının üstünde beş yüzer voltluk üçer adet lamba yanıyordu. Başta Alparslan Çiftçin Türkeş olmak üzere, bâzı tutukluların tırnakları sökülmüştü.

Tutuklular nihayet 7 Eylül 1944 günü, İstanbul 1 No.lu Sıkıyönetim mahkemesinde; “Hükümete karşı gizli örgüt kurmak, düzen düşmanlığı yapmak, hükümeti düşürmeye çalışmak ve Irkçılık- Turancılık yapmakla” suçlandılar. Askerî Savcı Kâzım ALÖÇ, sanıkların idamla yargılanmasını talep etmişti.

7 Eylül 1944’te başlayan Irkçılık-Turancılık davasında, haftada üç gün olmak üzere, 65 oturum yapıldı. ATSIZ, altı buçuk yıla, arkadaşları da çeşitli hapis cezalarına mahkûm edildiler. Temyize başvurulması üzerine, Askerî Yargıtay dâvâyı esastan bozdu. 
Sanıkları tutuksuz yargılayan 2 no.lu Sıkıyönetim Mahkemesi’nin, “3 Mayıs, millî bir ideolojinin, millî olmayan bir ideolojiye karşı tepkisinden ibarettir.” diyerek beraat kararı vermesi, Türk Milliyetçilerinin yaralı yüreklerine biraz olsun su serpmiştir. Gerekçede yer alan “Millî bir gâye için çalışan Zeki Velidi Togan ve arkadaşlarının beraatına karar verilmiştir..” ibâresi, Türkçülüğün ve Turancılığın, mahkeme kararıyla millî bir dâvâ olarak kabûl edilip tescillemesi açısından, son derece önemlidir.
Hem o günleri daha iyi anlamak, hem de olayın baş kahramanı olan Merhum Hüseyin Nihal ATSIZ’ı yâd etmek için, O’nun sözlerini hatırlayalım;
“3 Mayıs 1944… 3 Mayıs Türkçülüğün târihinde bir dönüm noktası oldu. O zamana kadar yalnız duygu ve düşünce olan, edebî ve ilmî sınırları pek de aşmayan Türkçülük, 1944 yılının 3 Mayıs’ında birden bire “hareket” oluverdi. Türkçülükte ilk hareketi, 3 Mayıs 1944 Çarşamba günü, Ankara’daki birkaç bin meçhul Türk genci yaptı. Bu bakımdan Türkçülük târihinde onların hususî bir şerefi vardır. Bundan sonra 3 Mayıs Türkçülerin günüdür. Toplu veya yalnız, her yerde 3 Mayıs’ı analım, anlatalım ve Kürşad’ın hâtırasını yüceltelim…”
İşte, Biz de bugün burada, Nihâl ATSIZ Beğ’in bu vasiyetini yerine getirmek için toplanmış bulunuyoruz. Türk Dünyası’ndan şâirlerimizin şiirleriyle, bu kutlu günü yâd edecek ve, o kahramanları unutmadığımızı, kıyamete kadar da unutmayacağımızı, bir kez daha haykırmış olacağız.

Türk Ocağının kuruluşundan bu yana yapılan şiir okuma günü programı Yunus Emre Kültür Merkezi’nde büyük bir kalabalık,katılım ve çoşkuyla gerçekleşti. Eskişehir’in bütün liselerinden katılan öğrenciler Bahtiyar VAHAPZADE, Arif Nihat ASYA,Mağcan CUMABAY, Yavuz Bülent BAKİLER, Ahmet CEVAT, Çolpan gibi Türk Dünyası Coğrafyasının her tarafından şairlerimizin şiirlerini büyük bir çoşkuyla seslendirdiler. Şiir günü sonunda şiir okuyan örgencilerimize Eskişehir Türk Ocağı ve 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı’nın hazırladığı hediyeler Türk Ocağı Yönetim Kurulu üyeleri Doç.Dr.Mehmet Topal,Mustafa Tezel,Mehmet Karakaya,Yüksel Kayın tarafından öğrencilere hediyeleri takdim edildi.