Prof. Dr. Abdulkadir İLGEN

Bu yaz, Gökalp’in ölümünün 100. Yılı münasebetiyle İstanbul Türk Ocağının düzenlemiş olduğu sempozyuma gidiyoruz. Sempozyum, İstanbul Türk Ocağı öncülüğünde Kültür Bakanlığı ve Bahçeşehir Üniversitesinin katkılarıyla yapılıyor.

Gökalp’in hatırası bizi de heyecanlandırıyor. Oraya iki bildiriyle katkı yapıyoruz. Bunlardan biri Gökalp’in Kavram Dünyası. Bu metin neredeyse benim bütün bir yaz mevsimini işgal ediyor. Büyük emek veriyorum. Ve bu vesileyle görüyorum ki, şu ana kadar Gökalp’in kavram dünyasına ilişkin derli toplu hiçbir çalışma yok.

İlk bakışta iddialı gibi görünecek bu söz, iddialı gibi gelse de değil. Şark, her şeyi bildik kalıplarla ifadeye alıştığı için içerikten çok uyak hesabı yapar. Burada da aynısı olmuş. Oysa Gökalp, Türk Modernleşmesinin en önemli ve öncü isimlerinden biri. Öyle olduğu için de Gelenek içinde Gelenekten ayrı bir adam.

Gelenekten biri ama çözümleri Geleneğin kalıpları içinde aramayan biri. Fakat böyle olmakla birlikte, yazdıkları Geleneğin kalıpları içinde anlaşılmaya çalışılan biri. Tersi bir yaklaşım da onu, Pozitivizmin katı kalıplarına sokmaya çalışır. Oysa Gökalp ne öteki ne de berikidir. O apayrı, özgün ve yerli bir filozoftur. 

Her neyse, benim bu yazıdaki konum Gökalp değil, başka biri, Cezmi Abi.

Bizim sempozyum bitti ve kitap baskıdan çıktı. Editörler de Nuri Civelek ve İkbal Vurucu. Nuri bana metni gönderdi. Bir de ne göreyim, bir alt puntoyla ve tırnak içinde bir metin olarak ana gövdeden farklı biçimde yazılan iktibaslarla yazarın kendi kaleminden çıkan bütün yazılar, hiçbir ayrım gözetilmeden ve yazarın bu konudaki hassasiyeti ve gönderisi dikkate alınmadan hepsi aynı puntoyla aynı karakterde baskıya verilmiş.

Ben Nuri’ye yahu burada editoryal dikkat nerede, isim var ama icraat yok tarzında tarizlerimi bildiriyorum. Dahası, hızımı alamadığım için telefona sarılıp Cezmi Abiye, “Yahu Abi, medeniyet tasavvuru, şu bu gibi sözler ediyoruz ama en temel şekil şartına bile riayet edecek güç yok bizde. Nasıl olacak?” diye şikâyetlerimi iletiyorum.

Cevap,

-“Abdulkadir, beni dinlemiyorlar”.

Bu kadar basit.

“Abi” diyorum, “böyle söyleme, yazarım”.

-Yaz diyor.

-Pekâlâ.

Bu sefer bana sana bir şey anlatayım diyor. Anlat abi diyorum. Başlıyor anlatmaya. Anlattığı hikâye şu:

Bir zaman İstanbul Türk Ocağına Dernekler Müdürlüğünden bir denetçi geliyor. Ne yapıyor dersiniz?

Yaptığı, dernekler müdürlüğünden gelen denetçiye, Ocağın eksiklerini gösterip, bunları yazıya dökmesini istiyor. Adam şaşkın. Tabii, denileni yapıyor ve yazılı olarak bunu Cezmi Abiye veriyor. Cezmi Abi de kalkıp bunu Ocak yönetim kuruluna gösteriyor. Diyor ki, “Bakınız, ben size dememiş miydim, bunları tamamlayalım diye. İşte adamlar geldi ve uyarıları yaptı”.

Ve üstüne ilave ediyor. “Gördün mü Abdulkadir, ben sizin gibi değilim. Varsay ki dervişim” diyor. Derviş mizaçlı bir adam.

Ben bu söze gülerek cevap veriyorum.

-Abi, bu pek dervişliğe benzemiyor. Daha çok komitacılık kokuyor bunda diyorum.

-İyi, sen ne anlarsan anla diyor.

Ben tabii ki anlayacağımı anlıyorum.

Ve kendisine, “Abi hiç kusura bakma ben bunu, olduğu gibi yazar ve Nedim Ünal’a gönderirim” diyorum.

Hikâye bu.

Cezmi Abi derviş mi? Bana sorarsanız derviş. İstanbul’da tek başına, hem de bu devirde “taşbaskıyla kitap çıkarmaya çalışan bir derviş”.

Gayreti bu. Taşbaskıyla kitap çıkarmaya çalışmak.

Oysa devir başka, ihtiyaçlar başka, malzeme başka. Bu tip adamlar bana, Sahaflar Şeyhi Muzaffer Ozak gibi adamlar olarak görünür.

Kendisi elde demir asa, demir çarık yolda yürümeye çalışan yalnız bir adam. Evet, bir derviş. Yorulmaz, usanmaz, bıkmaz, darılmaz, yılmaz, korkmaz.

Bütün bunlar doğru. Doğru, ama artık onun da “ya imanını kaybetmiş yeni nesle yeni bir iman kazandırmak ya da eski imanın mücessem bir anıtı gibi dikilen eski yöntemlerden vazgeçerek yeni bir yola girmesi veya o yolu açacak nesillere yer açması gerekiyor”.

Ben bunları yazarken aklıma her nedense Meşe Selimoviç’in “Derviş ve Ölüm” kitabı geliyor. Şöyle diyor orada:

“Hangi tohum büyümez ekilince toprağa?

İnsan tohumundan şüphen mi var yoksa?”

Cezmi Abi ve neslinin attığı tohumlar da yeşeriyor.

Fakat devir başka bir devir. İnsanlar başka insanlar. Ve işte o yüzden yol yeni yolcular bekliyor? Fakat yolda yolcu olmadığı için Derviş elinde asa yolda yürümeye çalışıyor. Bu da dervişin kaderi. Bir modern zaman dervişi.

Çankaya Yokuşunda değil, Cağaloğlu Yokuşunda bir derviş…