Abdulkadir İLGEN

Kitapları karıştırırken gözüme Orhan Şaik Gökyay’ın kitapları ilişiyor. Dede Korkut nâşiri bu büyük adam Dede Korkut da geçen “kaytaban” kelimesine verdiği manayı tetkik için o sıralar Elbistan Ekinöz’ünde Türkçe öğretmenliği yapan Sabri Kozu’a haber salarak, bak bakalım oradaki Türkmenler bu kelimeye ne mana veriyorlar diye sordurmuş.

Sabri Koz sormuş sormasına da bir cevap alamamış. Oradan ver elini Sivas. O tarihlerde de Ali Birinci Sivas Cumhuriyet Üniversitesinde. Ona da “bun” kelimesini sorduruyor. Üstat yetişip bana sorsaydı, ben bizim orada da bu kelimenin sıkıntı manasında “bun geldi, bunaldım” şeklindeki kullanımları olduğunu söylerdim. Neyse ki Ali Birinci orada da bu kelimenin sıkıntı manasına geldiğini tevsik etmiş.

İşte bu büyük adam Evliya Çelebinin neşri için yapılan bir toplantıda kişiliğini yansıtması bakımından enteresan bir çıkış yapar. Evliya Çelebi Seyahatnamesinin o zamanlar tam bir neşri yapılmamış. Defalarca komisyona havale edilen ve bir sonuç çıkmayan bu komisyonların birinde Orhan Şaik elini kaldırarak söz istiyor.

-Efendi diyor. Evliya Çelebi büyük ve zor bir iştir. Hacim olarak büyük, coğrafya olarak büyük, dil olarak büyük, kültür olarak büyük. Sizler de biliyorsunuz ki bu iş komisyonla falan olmaz. Ayrıca komisyonu kimlerden teşkil edeceksiniz? Başını, kendisini bu işe koyacak bir adam lazım. Çocuklar hazırlasın, biz de bakarız demekle bu iş olmaz. Bakın ben size bir şey söyleyeyim. Bu işi Türkiye’de üç kişi yapar.

Bunun üzerine herkesin dikkati hocanın üzerine yoğunlaşıyor. Acaba kimleri zikredecek? Bütün bakışlar üzerinde. Orhan Şaik söylemeye başlıyor:

-1. Orhan 2. Şaik 3 Gökyay!

Masanın etrafı buz kesiyor ve toplantı bitiyor.

Aynı adam derin bir bilgin olan Abdülbaki Gölpınarlı’dan bahsederken bir bahis anlatır. Gölpınarlı Farsça bir metinde rastladığı “Çû arûsî güzeşt, Sad kâse be-nâni”(Türkçesi “Artık düğün geçti, yüz bardak bir somuna”) deyimi için gitmedik kapı bırakmamıştır.

Kimler yoktur ki o vadide? O devrin en büyük alimlerinden olan zatlar da vardır bunlar arasında. Bunlardan biri de Beyazıt Devlet Kütüphanesi müdürü olan İsmail Saib Efendi ile Ferit Kam’dır. İkisi de deyimi açıklayacakları yerde:

-Sen nasıl tevcih ettin diye topu taca atmışlar.

Nihayet gün gelmiş ve Gölpınarlı deyimin manasını bulmuş. Orhan Şaik diyor ki, “Güvercin iki ayda yavru çıkarır ama filin gebeliği iki yıl sürer”.

Ben Gölpınarlı’nın bulduğu bu manayı burada zikretmiyorum. Dileyenler bizahmet Orhan Şaik’in “Eski, Yeni ve Ötesi” başlığı altında İletişim Yayınlarından çıkan kitabın birinci cildine baksınlar.

Yazılar uzun sıkıldık, kelimeler eski anlamadık diyenlere gelince; bizahmet onlar da sosyal medyada sörf yapacaklarına açsınlar kitapları biraz taallüm eylesinler. Eskiler olsa şöyle derdi, Yâ Kâri, kıraat eylemek için kırk gün gerekse de kıraatı fehm etmek içün kırk yıl gerektür vesselam…