Kurucular

Türk Ocağı Kurucuları
Beyannamenin yayınlanmasından sonra öğrenci temsilcileri dönemin önde gelen milliyetçi aydınlarıyla görüşmeler yaparlar ve bir milli teşkilatın kurulmasını teklif ederler. Ön görüşmeleri takiben 20 Haziran 1911 tarihinde Ahmet Agaoğlu’nun evinde yapılan toplantıda bu amaçla bir derneğin kurulması uygun görülür ve Dr. Fuat Sabit’in teklifiyle adinin “Türk Ocağı” olması kararlaştırılır.

Aralarindan seçilen geçici idare heyetinde, Mehmet Emin (Baskan), Dr. Fuat Sabit (Veznedar) olarak görev alirlar.

Fiili kuruluştan yaklaşık dokuz ay sonra, 25 Mart 1912 tarihinde gerekli hazırlıklar tamamlanarak resmi kuruluş gerçekleştirilir. İlk yönetim kurulu su isimlerden oluşur: Ahmet Ferit Tek (Başkan), Yusuf Akçura (İkinci Başkan), Mehmet Ali Tevfik (Genel Sekreter), Fuat Sabit (Veznedar)

Türk Ocagi’nin Cumhuriyet öncesi ve sonrasi siyasal konumu nedir?

Türk Ocağı’nın ilk nüvesini oluşturan 190 Tıbbiyeli öğrencinin beyannamelerinde kuruluşun siyasetle ilgisi şu şekilde belirtilmiştir. “her türlü fırka ihtilaflarının üstünde, her türlü siyasi dağdağaların haricinde yeni bir cereyan meydana getirilecek” ve böylece “sırf milli ve içtimai bir cemiyet lüzumuna cevap verilecektir.

Türk Ocağı’nın ilk tüzüğünde de “Ocak zinhar siyasetle iştigal etmez” seklinde kesin bir ilke yer almis ve “Ocak maksadını tahsile çalışırken sirf milli ve içtimai bir vaziyete kalacak, asla siyasetle uğraşmayacak ve hiçbir vakit siyasi fırkalara hadim olmayacaktır” denilmek suretiyle siyasi pozisyon açıkça ifade edilmiştir.

Türk Ocakları bu temel ilkelerini günümüze kadar titizlikler korumuş, siyasi partiler karsısında eşit mesafede olmaya, bu anlamda siyasi bir kimlik taşımamaya özen göstermiştir. Ancak Türk Ocakları’nın özellikle ilk döneminde, yani 1912-1920 yıllar arasında siyasi gelişmeler üzerinde etkili bir rol oynadığı ve hatta yer yer olayları yönlendirdiği görülür. Bunu Ocakların ilkelerinden sapma seklinde değil, dönemin özel Sartlarıyla izah edebiliriz.

Önce Balkan faciası ve hemen ardından başlayan Dünya Savaşı Milliyetçi bir politikayı mecburiyet haline getirmiştir. Siyasi, sosyal ve ekonomik alanlarda milliyetçi uygulamalar yapmak zorundaydık ve bunlarla ilgili projelerin üretildiği merkez ancak Türk Ocağı olabilirdi. Çünkü Ziya Gökalp’in da İstanbul’a gelerek Ocak çatısı altında yerini almasıyla, dönemin en seçkin aydınlarının toplandıkları, görüşüp, konuştukları yer Türk Ocağa , yazılarının yapın organı Türk Yurdu Dergisi olmuştur. Üstelik Ziya Beyin hem Türk Ocağı Yönetim Kurulu Üyesi, hem de İttihat ve Terakkinin Merkez Heyeti mensubudur. Böylece karizmatik kişiliği etkinliği ile Ziya Gökalp fırka ile Ocak arasında fiili bir bağ oluşturmuştur. Bununla beraber Türk Ocagi bu etkili pozisyonu siyasi bağlantı haline getirmemek hususunda büyük özen göstermiştir. Pek çok Ocak mensubu İttihatçı olmalarına rağmen Türk Ocağı’nın siyasetten bağımsız olma ilkesi sonuna kadar korunmuştur.

Büyük zaferin kazanılmasından sonra başlayan ikinci dönemde Mustafa Kemal Paşa, Türk Ocaklarının yeniden kurulmasını teşvik etmiştir. 1922-1931 yılları arasındaki bu dönemde Türk Ocakları’nın yurt çapında geniş bir teşkilat kurabilmesi için gerekli maddi imkânları sağlamış, her türlü yardımı yapmıştır. Bunun sonucu olarak 1931 yılında TÜRK Ocağı’nın şube adedi 276’yi bulmuştur.

Böylece Türk Ocağı en önemli yapısal değişmelerin yaşandığı 1922-1931 yılları arasında Yurdumuzda yegane sivil toplum teşkilatı olmak gibi bir özellik taşımıştır. Ancak hemen belirtmeliyiz ki, Ocak 1931 yılına kadar giderek Halk Fırkası’nin kontrolü altına girmiş ve bir başka ifadeyle Fırka’nın kültür şubesi haline gelmiştir. Bu yıllarda Türk Ocakları’nın siyasete etkinliğinden değil, tersine siyasetin ocak üzerindeki nüfuzundan söz edilebilir.

Türk Ocakları’nın yeniden açıldığı 1949 yılından günümüze kadar süregelen üçüncü dönem, iki bölümde mütalaa edebiliriz. 1949-1980 arasındaki ilik bölümde, Ocak sayısı şubelerden ibaret, lokalize bir çalışmak döneminin sora ermesi ve siyasi hayatin başlamasını takiben Türk Ocakları 1986’dan itibaren yeniden çalışmalarına başladı. Bu ikinci bölümde şubelerin üniversite muhitlerinde açılması suretiyle entelektüel bir zemin oluşturulması ve fikir çalışmalara yoğunluk verilmesi esasi benimsendi. Böylece su ana kadar 53 yerde Türk Ocağı Şubesi kuruldu. Bu bölümde Türkiye çapında gerçekleştirilen çalışmalarda siyasi partilerle ilgili kuruluş ilkelerini korunmasına ve bağımsız politik pozisyonun sürdürülmesine titizlikle devam edildi.

Türk Ocağı kendini sağda görüyor mu?

Sağ teriminin anlamı üzerinde tam bir mutabakat olmamakla beraber geleneksel değerler korumaya çalışan (buna milli ve manevi değerler de denebilir) muhafazakar bir tavır ve zihniyet seklinde ifade etmek mümkündür. Ancak son dönemlerde Dünyada yaşanılan gelişmelerle paralel olarak sol ve sağ düşüncelerde köklü değişmelerin meydana geldiğini görüyoruz. Bu süreçte liberal demokratik değerlerin etkili hale gelmesinin önemli rolü olduğunu kabul etmeliyiz. Muhafazakârlığın yeni tanımlanmasında değişmeyen en önemli tarafı “devamlılık” ve “istikrar” ilkeleri yani Yahya Kemal “in “devamlılık içinde değişen bir hayat” Tanpinar”ın “tarihçilik şuuru” olarak belirttikleri hal…

Böylece Batıda ve özellikle Amerika’da gelişen eni muhafazakârlık büyük ölçüde liberal bir muhafazakârlıktır. Bu sebeple bu zihniyeti taşıyanlar liberal-demokrat kurumlara sahip çıkarlar ve toplumsal ahlaki muhafazakârlıkla liberal demokratik kurumlardan doluşan bir sistemi savunurlar, dolayısıyla bireysel özgürlüklere büyük değer verirler.

Türkiye’de özellikle politik alanda yaşanan kavram kargaşasını ve bundan doğan yanlış çağrışımlar, ifade yanlışlarını bir kenara bırakırsak bunların gerçek anlamlarının belirlediği tarif çerçevesinde, Türk Ocağı’nın “sağ” da olduğunu söyleye biliriz.

Cumhuriyetin kurulusunda Türk Ocakları’nın İşlevi nedir?

Türkiye Cumhuriyeti yıkılan imparatorluğun yerine kurulan bir “milli-devlet”dir. Bu devletin kurulusu İstiklal mücadelesinin zaferle sonuçlanmasından sonra resmen gerçekleşmişse de, kurulusu hazırlayan sosyal, siyasal ve fikri faktörlerin çok daha eskilere uzandığını söyleye biliriz. Hatta Cumhuriyete, 19. yüzyıldan itibaren süregelen modernleşme çabasının devlet teşkilatında ve yönetim kurumlarında ortaya çıkardığı yenileşme ve değişme finali nazırıyla de bakmak da mümkündür.

Türk Ocakları, bu süreçte özellikle 20. yüzyıl baslarında yoğunlaşan “Millileşme” arzularının ve bunlara ilişkin eylemlerin teori ve fikir merkezi konumundadır. Birinci Cihan Savaşı’nın siyasi sonuçları, o zamana kadar imparatorluk geleneği çerçevesinde birlikte yaşanılan gayri Türk unsurların rahatsızlık hissetmemeleri mülahazasıyla çok dikkatli şekilde telaffuz edilen “Türk Milliyetçiliğini milli varlığı sürdürebilmenin yegane yolu olarak ön plana çıkarmıştı. Nitekim Mustafa Kemal’in yönetiminde yürütülen Milli Mücadelenin hazırlıkları, tanzim ve yönetimi bütün safhalarıyla milliyetçi görüş ve felsefe yönergesinde cereyan etmiştir.

Zaferi takiben milli devletin kurulması sürecini başlatan Mustafa Kemal’in ilham kaynağı da ayin fikir zeminidir. Göktürklerden beri ilk defa devlet, kendi vücut veren milletin adıyla “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” olarak tarihe tescil edilmiştir. Dil , tarih, hukuk ve kurumsallasma alanlarında yapılan yenileştirmelerini zihni hazırlıklarına bakıldığında bunlarla ilgili tespit ve tekliflerin hemen hepsinin yarım asırdan beri milliyetçi aydınlar tarafından gündeme getirildiği ve son yıllarda Türk Ocakları’nın çatısı altında bunların müzakere edildiği görülür.

Türkiye Cumhuriyeti’nin gerek kuruluş hazırlıklarında ve gerekse yeni rejimin resmen ilanından sonra Türk Ocakları’nın temsil ettiği Milliyetçilik düşüncesinin temel mesnedi oluşturduğu aşikârdır.

Türk-İslam tartışmalarında Türk Ocakları’nın dikkate aldığı ana kriterler neler olmuştur?

Tamamlanmak üzere bulunan yüzyılın başlarında Devleti kurtarmak için çareler arayan Osmanlı münevverlerinin, düşüncelerinin üç temel seçenek üzerinde yoğunlaştığını Yusuf Akçura’nın “üç tarz-i siyaset” isimli makalesinde somut şekilde görürüz. Gelişen olaylar, ne İslamcılığın ne de Osmanlıcılığın kurtuluş çaresi olmadıklarını, bunların uygulanma kabiliyetlerinin de kalmadığını ispatladı.

Milli devletin kurulmasi teorik münakasalarin da bitmesi anlamina gelir. Türk Ocaklari bu dönemde, Ziya Gökalp’in “Islam ümmeti” kavrami çerçevesinde ayni inanci tasiyan insanlarin teskil ettigi inanç beraberligi anlamina gelen ve siyasi bir mahiyet tasimayan bir “ümmet”in mensubu olma izahini büyük ölüde benimsemistir.

Günümüzde Türk ve Islam yahut milliyet ve din konulari üzerinde durulurken din, siyasi ve ideolojik bir anlam yüklemeye çalismanin fevkalade yanlis ve hatta zararli oldugu görüsündeyiz. Din kültürümüzün mihverini, mayasini manevi ruhi hayatimizin mesnedini olusturur. Ona siyasi bir veçhe vermek suretiyle ideoloji haline dönüstürmeye çalismak evrensel mahiyetinden uzaklastirarak islemez duruma getirmek, siyasi kavga ortaminda kaçinilmasi mümkün olmayan ferdi hatalarin sorumlusu ve saiki kilmak olur. Bundan en büyük zarari inançli insanlar yani dindarlar görür.

Bunun yani sira çagdas demokratik anlayis ve uygulamalara aykiri bir sekilde, dini toplumsal hayatin disina itmeye, kamusal alandan tamamen tasfiye etmeye yönelik davranislarin ilmi ve vicdani izahi yapilamaz. Inanci kisinin içi dünyasina münhasir sayarak vicdanla sinirli bir alan içine hapsetmenin geçerliligi de yoktur. Çünkü vicdanda olan her yerde var demektir ve bunu hegemonik üslupla bastirmak insanlik onurunu zedeleyen bir tavirdir, e.mette demokratik degildir.

Milliyetimizi tarifi anlamina gelen “Türk”lügün, evrensel anlama sahip olan “Islam” ile yan yana getirilerek kiyas yahut telif konulari yapilmaya çalisilmasi sosyolojik açidan çok yanlistir. Bu sebeple “Türk Islam sentezi” seklindeki ifadeleri maksadi asan zorlamalar olarak görünüyor ve benimsemiyorum.

Türk siyasal hayatinda Türk Ocaklari’ndan yetismis elitler var midir, bunlarin önemi nedir?

Türk Ocaklari çalisma tarzi bakimindan bir “Milli Mektep” olma özelligine sahiptir, programlarinin çok önemli bölümünü milli suur sahibi, milli kültürüne vakif, sahsiyetli aydinlarin yetismesini saglayacak konular teskil eder. Türk Ocagi’nin faal ve etkili oldugu dönemlerde daha da yogunluk kazanan bu çalismalarin genis ölçüde amacina ulastigini söyleyebiliriz. Bu gün ülkemizde her alanda, siyasi ve bürokratik hayatimizda, üniversitelerimizde Türk Ocaklari’nin alanda, siyasi ve bürokratik hayatimizda, üniversitelerimizde Türk Ocaklari’nin fikri ve kültürel çalismalarindan etkilenmis, milliyetçilik fikrini buralarda benimseyip ögrenmis pek çok taninmis sahsiyet mevcuttur. Ayri siyasi merkezlerde bulunsalar bile, bu insanlar Türk Ocagi çatisi altinda rahatlikla bir araya gelebiliyorlar ve temel milli meselelerde müsterek davranis saglayabiliyorlar.

Sahsi ve siyasi ayriliklarin toplum hayatinda tehlikeli bölünmelere yol açtigi bir ortamda, milli mülahazalarin ve görüslerin birlik ve beraberlik vesilesi olabilmesi milletimizin gelecegi açisindan umut veren bir olaydir.

Küresellesme olgusu karsisinda- Hakkinda düsünceniz veya Türk Ocaklari’nin konumu nedir?

Küresellesme çagimizin siyasi, sosyal ve ekonomik olaylara damgasini vuran en önemli olgusudur. Bazilarina göre gelisen bilimsel ve teknolojik sartlar sonucunda mekan kavrami gidererek silinecek, sinirlar büyük çapta ortadan kalkacak, böylece büyük bir köye dönüsmekte olan Dünyamizda kültürlerin milli özellikleri kaybolacaktir. Bu “usul-devlet”lerin sonunun geldigi anlamini tasimaktadir.

Biz bu hükümlerin ve tahminlerin gerçegi yansitmadigi ve abartili oldugu kanaatindeyiz. Küresellesme süphesiz toplumsal hayatin her alaninin etkiliyor. Ancak bu durum milli kimliklerin ortadan kalkacagi anlamina gelmiyor. Tersine degisen sartlarla orantili olarak gelismis toplumlarda özelliklerini koruma çabasi giderek yogunlasiyor. En büyük sosyo-politik “entegrasyon” denemesi olan Avrupa Birligi ülkeleri, bir taraftan siyasi hudutlarin büyük çapta ortadan kaldirip, para birligine yönelirken, diger taraftan basta ulusal dillerin olmak üzere kültürel kimlikleriyle ilgili meselelerde çok etkili tedbirler almak suretiyle bunlarin korunmasina çalisiyorlar. Küresellesmenin ekonomik konularda meydana getirdigi sonuçlara mukabil siyasi ve kültürel meselelerde çok farkli tezahürler görüyoruz. Milli devlete ve ona vücut veren kültürel unsurlar, öyle anlasiliyor ki gelecekte de varliklarinin sürdürecekler, ancak degisen teknolojik ve ekonomik sartlara paralel olarak farlikli üslup ve görüntülerle ortaya çikacaklardir.

Yeni girecegimiz yüzyilda dünyayi “medeniyetler mücadelesi”nin basladigini öne süren düsünürler, Pasifik’te, Atlantik’te ve Avrasya’da ABD’ne rakip yeni siyasal merkezlerin olusacagini tahmin eden siyaset bilimcileri, aslinda “vatanim ruy-i zemin, milletim nev-i beser” iddialarinin geçersizligini ilan ediyorlar.

Asya Türk Cumhuriyetleri ve Türk topluluklari ile gelecek projeniz var midir?

Türk Ocaklari, Türk Dünyasi’nin Türkiye’nin hudutlariyla sinirli olmadigi gerçegi ilke ortaya koyan camiadir. Uzun süre bir kisim aydinimizin ve politikacimizin kaba bir hayal nazariyla ciddiye almadigi, hatta zararli sayip tepki gösterdigi bu görüsler, siyasi konjüktürün degismesi konunda kimsenin inkari mümkün olmayan sosyo-politik bir fenomen olarak ülke gündemindeki yerini aldi.

Türk Ocaklari’nin Türk Dünyasi ile ilgili çesitli çalismalari ve ileriye dönük projeleri mevcuttur. Bunlarin basinda yurt disinda sube açabilmek için gerekli Bakanlar Kurulu kararinin çikartilmasi basvurumuz geliyor. Bazi engellemelerle gecikmis olan bu girisimin müspet sonuçlanmasiyla, sartlarin uygun oldugu yerlerde Türk Ocagi subeleri açarak buralarla kültürel irtibatlarin güçlenmesine çalisacagiz. Halen dokuz yildan beri Türk Dünyasinin degisik bir yerinde bizim öncülügümüz ve çabamizla gerçeklestirilen “Türk Dünyasi Gençlik Günleri ve Kurultayi”ni daha etkili ve kapsamli hale getirmeye, bunu görkemli bir gençlik kültür ve sanat söleni seklinde yapmaya hazirlaniyoruz.

Türk Dünyasi aydinlarinin birbirlerini daha yakindan tanimalarini, bölgesel özellikleri sanat ve kültür eserlerini görüp ögrenmelerini saglayacak çalismalarin çok önemli oldugunu biliyoruz. Bu amaçla çesitli ziyaret programlari hazirlamak, konferans ve toplantilar düzenlemek gerekmektedir. Bunun tahakkuku için bir kisim sivil toplum kuruluslariyla baslatilan isbirligi çabalarini gelistirilmesi ve bu hususta zaruri olan Devlet desteginin saglanabilmesi içi çalismalara devam edecegiz.

Demokrasi kavrami hakkinda düsünceniz?

Özellikle son dönemlerde düsünce hayatinda meydana gelen evrim ve yasanilan büyük tecrübelerin sonucu olarak demokrasinin anlami yatay planda alabildigine genisledi; yönetim tarzi siyasi rejim çerçevesinin disina çikti. Çünkü temel hak ve hürriyetlerle çevrili olan, hukuken geçerli oldugu, mutlu ve huzurlu bir toplum hayatinin saglanabilmesi için sadece seçim mekanizmasinin varliginin yeterli olmadigi anlasildi. Yönetilenlerin yönetenleri seçme imkanina sahip olmasi demokratik düzeni saglamamaktadir. Baska bir ifadeyle, seçim olan her yerde demokrasinin bulundugu öne sürülemez; halkin yönetime bir ölçüde katilmasi, baska sartlar mevcut degilse, elverisli ortam yoksa fazla bir anlam tasimaz.

Derler ki, demokrasi usulünün vaktiyle Haccac’a teklif ettiler. Haccac dedi ki “siz Ebu Zer olun, ben de size Ömer olayim”.

Geleneksel toplum yapimizda fert-devlet iliskilerini ve bütün beseri münasebetlerin nazimi olan “adalet” anlayisini yerine, sekiler mahiyetteki “demokrasi”yi ikame etmenin kolay olmadigini kabul etmeliyiz. Bunun için yeterli bir zamana, tecrübe ve aliskanligina ihtiyaç vardir. Ancak bunun kadar önemli olan bir baska husus, bir kimlik problemi olarak demokrasinin zihni yapimizdaki ve kültürümüzdeki yeridir. Sosyal münasebetlerin her alaninda uygulanma imkani olan ve bu tarafiyla ahlaki nitelik kazanan demokratik davranis aliskanliginin zayif oldugu toplumlarda, normatif sartlar ne kadar mükemmel olursa olsun demokratik düzenin kurulmasi mümkün degildir.

Türkiye’nin temel sikintisi yöneten-yönetilen arasinda bulunmasi zaruri olan baglantinin ayni demokratik kurum ve kurallarin isteyisinin kendilerini devletin hamisi ve toplumun vasisi sayan çevreler tarafindan kesilmesidir; bu kanallardaki akis kesilince toplumun iradesinin, tercih ve isteklerini yönetime intikali büyük ölçüde aksamaktadir. Bu durumda egemenlik ulusa ait oldugu yolundaki aforizma anlamini kaybetmekte, basta seçimler olmak üzere demokratik ritüeller inandiriciliktan uzak tiyatro oyununa dönüsmektedir.

Bu ortamda daha genis demokratik düzen kurma iddiasiyla girisen çabalar, toplumun ihtiyaci oldugundan veya gerekliligine inanildigindan dolayi degil, aralarinda bulunmaya can attigimiz Batillilarin cevap ihtiyacindan kaynaklanmaktadir.

Insanimiza hak ve hürriyetlerin vesayet makamlarini diledigi düzeyde ve atifet olarak sunulmasini demokratik düzenin varligi anlamina gelmeyecegi açiktir.

Türk Ocaklari’nin bu günkü gençlige bakisi nedir?

Milliyetlerin hayatinda en hayati öneme sahip zümre gençliktir; çünkü istikbal demektir. Gençligin iyi yetismesi yani yeterli egitim ve terbiye almasi toplumun geleceginin teminat altinda bulunmasi anlamina gelir.

Küresellesmenin kültür hayatindaki etkileri hesaba katildiginda, egitim ve terbiyenin önemi daha da artmaktadir. Büyük teknolojik ve bilimsel hamleleri gerçeklestirebilen ve bilgi çagina ulasan gelismis Bati’li toplumlarin bu gün en önemli problemleri gençligin yasadigi bunalimdir. Maddi refahin zirvesinde olan bu toplumlarin gençleri arasinda suç oraninin artmasi, uyusturucu aliskanliginin çig gibi büyümesi, ölümcül hastaliklarin yayilmasi ciddi kaygilar doguruyor.

Bizim gençlerimizin milli kimliğinin şuuru içerisinde yetişmelerin zaruretine inanıyoruz. Çünkü kültürümüzün taşıyıcı dinamik kesimi gençliktir. Onların kültür değerlerini bilip benimseyerek, tarih suruna sahip şekilde yetişmelerini sağlamanın milli eğitimin temel işlevi olduğu kanaatindeyiz. Ancak ne Devlet olarak ne de üniversiteler çerçevesinde konunun öneminin idrak edilebildiğini ne yazik ki söyleyemeyiz. Türk Ocağı fikri ve kültürel çalışmalarında gençlere yetişme alanı sağlamayı başlıca görev saymakla beraber, mevcut imkânlarıyla amacına ulaşması mümkün değildir.

Öğretim kademelerin her birinde beceriksiz yöneticiler ve idraksiz yetkililerin elinde heder edilen, imtihan sistemlerini kobayı haline getirilen ve küresellesmenin yozlastirici bombardimanlari karsisinda sahipsiz ve desteksiz birakilan, adeta kaderine terkedilmis bulunan gençligimizin Allah yardimcisi olsun!!