Eskişehir Türk Ocağı tarafından düzenlenen “Eskişehir Toplantıları’nın 2017 yılındaki ilk programı, dün akşam, şehrimizin nezih otellerinden Divan Otel’de yapıldı.Programın açılış konuşması Ocak Başkanı Prof. Dr. Nedim Ünal tarafından yapıldı. Konuşmasında, bilhassa “birlik ve beraberlik” konusunun önemine vurgusu yapan Ünal, “bu güzel anların belli toplantılarla sınırlı kalmaması” temennisinde bulundu. Yemek ikramından sonra, Ocağa yeni katılan üyelerin rozet takma merâsimine geçildi. Yeni üyelerden Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.Mustafa Çakır’a; rozeti Av.Ahmet Vural, Üyelik Belgesi ise Türk Ocakları Genel Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi Doç.Dr.Mehmet Akif Okur, Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr.Hasan Çekiç’e; rozeti eski milletvekili-eğitimci Fevzi Yalçın, üyelik belgesi ise işadamı Cahit Atışkan, Şef -Öğretmen Muharrem Atabey’e; rozeti kıdemli üyelerimizden Nail Arı, üyelik belgesi ise Ocağımızın eski başkanlarından işadamı ve emekli eğitimci Sedat Yurtseven tarafından takdim edildi. Yeni üyelerin rozet ve beratlarının takdiminden sonra tekrar kısa bir konuşma yapan Ocak Başkanımız Prof. Dr. Nedim Ünal, yeni üyelerimizi kutladıktan sonra, ‘’Üyeliğinizin; Aziz Milletimizin bekâsı istikâmetinde ve Türk Ocağımızın gâyeleri doğrultusunda yapacağınız çalışmalarda hayırlara vesile olmasını temenni ederiz. Âilemize hoş geldiniz.’’ diyerek, sözlerini tamamladı. Daha sonra,Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Mehmet Akif OKUR, “Bölgemizde neler oluyor: Kuşatılan Türkiye” konulu bir konuşma yaptı. Doç. Dr. Mehmet Akif Okur,konuşmasında, Türkiye’yi yakın dönemde sarsan, FETÖ’den PKK’ya, Suriye savaşından Irak krizine kadar ciddi sorun ve meselelerin “tarihsel kırılma dönemi” olarak ifade ettiği, gelecek on yılı kapsayan muhtemel süreç göz önünde tutularak anlamlandırılması gerektiğini söyledi. Okur’a göre; tarihsel kırılma süreçlerinde, temelde üç alanda, genellikle de birbirlerini tetikleyerek gerçekleşen eş zamanlı büyük krizlerle karşılaşırız: Geniş anlamda jeopolitik, ekonomi ve anlam sistemleri. İçinden geçtiğimiz dönemin temel dinamikleri, bir tarihsel kırılmaya doğru ilerlediğimizi gösteren işaretleri önümüze koyuyor. II. Dünya Savaşı’nın ardından tesis edilen, Soğuk Savaş’tan sonra yeniden kurgulanan küresel jeopolitik dengeler çok ciddi biçimde sarsılıyor. Mesele yalnızca Çin gibi yeni güçlerin yükselişi, Rusya’nın toparlanışı vb gelişmelerden ibaret değil. Küresel düzeni kuran ve destekleyen elitler koalisyonu, “dışarıdaki düşman” olarak öteleyemeyeceği kitlelerin alttan ve alternatif elitlerin üstten saldırılarıyla sarsılıyor. Küresel düzen, çekirdek coğrafyalarda iç çalkantılarla, merkez dışı bölgelerde de hasımlarla yüz yüze. Ufukta gözüken, süresi ve galibi henüz belirsiz çatışmalar sarmalı, “kriz öncesine” dönüşü imkansız kılacak bir yeni hâle hayat vermeye aday. Jeopolitik krizle ilgili ihtimalleri, ekonomik kriz dinamikleriyle iç içe ele almak gerekiyor. ABD başta olmak üzere merkez coğrafyalarda ekonomik milliyetçiliğe dönüş, hem Çin ile ticaret savaşları hem de küresel kapitalizmi var eden mutabakatlar ve yönetim mekanizmalarının çözülüşü gibi senaryolara kapı aralıyor. 2008 krizinin, kriz öncesi hale dönüşle çözülemediğini, ABD ve Avrupa’da şahit olduğumuz toplumsal ve siyasi dalgalanmaların kök sebeplerine dair analizler gösteriyor. Kaydi parayla finansal alandaki kırılganlığın ötelenmesi, siber zeka gibi üretim süreçlerinde insan unsuruna ihtiyacı azaltacak üretim teknolojileri ve küresel ısınma dünya ekonomisindeki mevcut istikrarsızlıklara yenilerini ekleyebilecek yapısal değişim unsurları listesinde yer alıyor. Gelişmeler kötümser ancak gerçekçi gözüken senaryoları doğrularsa; merkez-merkez, merkez-çevre, merkez içi ve çevre içi düzlemlerde çelişkileri/çatışmaları arttıracak bir krizler sarmalından çıkış da ancak “yeni bir hâl” ile mümkün olacaktır. Okur’a göre, Tarihsel kırılma süreçlerinde hastalık yatağındaki anlam sistemleri, jeopolitik ve ekonomik düzlemdekilerle eş zamanlı etkileşim halinde krizler üretirler. Hastalıklı yapılarıyla diğer alanlardaki buhranları bazen tetikler, kimi zaman da şiddetlendirirler. Muhtelif medeniyet havzalarının halihazırdaki manzarası, böylesine yaygın bir kriz hali için zeminin şekillenmekte olduğuna dair işaretler barındırıyor. Batı’da göçmen ve müslüman karşıtlığının iktidarları değiştirecek enerjiyi üretebilmesi, hastalığın eriştiği merhaleyi tespit bakımından önemli bir gösterge. Batı medeniyeti, şimdiye kadar yüzleştiği iç tehdit ve tıkanıklıkları kendisini farklı bir düzlemde yenileyerek aşmayı başardı. Kiliseyle yaşanan kavga, aydınlanma ile yeni bir anlam sistemi üretti. Bir başka tarihi kırılma sürecinde, iki dünya savaşının ürettiği buhranı BM ve AB gibi kurumlara hayat veren bir değerler sistemiyle aşmaya çalıştılar. Ulus devletler arasındaki çatışmaları ve etnik gerilimleri geride bırakarak Batı’lı düzeni ahenkli bir toplum/mahalle olarak kurmayı hedefleyen anlam inşası süreci, aşırı sağdan yükselen tarihin Avrupalı saatini geriye kurmaya azimli siyasi dalga karşısında sürekli mevzi kaybediyor. Son yüzyıllardaki tarihi kırılmalarda, mağlubiyeti üzerine bir dünya inşa edilmeye çalışılan İslam medeniyetinin hastalık hali ise devam ediyor. İslam imajı, bir taraftan Batı’nın ve Doğu’nun hasım ötekisi olarak yeniden kurgulanmaya çalışılıyor. Diğer yandan da İslam düşmanlığı Batı içi iktidar kavgasının argümanlarından birine dönüştürülüyor. Bu manzarayı, İslam dünyasının değişik fay hatları etrafında bir iç savaşlar coğrafyasına dönüşmüş görüntüsü tamamlıyor. Günümüzde çok yönlü meselelerin ağırlığı altında ezilen Müslüman toplumlar, değişik ölçeklerdeki iktidar kavgalarının enstrümanları misyonunu üstlenmiş din yorumlarının çatışma alanına dönüşmüş vaziyette. Uzak Asya’da gittikçe artan güç temerküzü, tetiklediği jeopolitik ve ekonomik değişim ve gerilimlerle “tarihi kırılma” sürecinin tartışmasız en önemli faktörleri arasında yer alıyor. Ancak, büyük medeniyet mirasına rağmen özellikle son iki yüzyılda yaşadıklarının sonuçları, bu zenginleşen coğrafyayı “anlam sistemleri” açısından cazibe merkezi olmanın uzağında tutuyor. Malları dünya pazarlarını dolduran, görece iç istikrara sahip Uzak Asya ülkelerinin insanlığa söyledikleri kitlesel karşılık bulmuş “sözleri” yok. Üstelik, Çin gibi ülkelerde kendisini ekonomi ve devlet yönetimi gibi alanlarda sistem düzeyinde de gittikçe daha fazla hissettiren “ahlak sorunu”, bu bölgeyi de anlam krizleri dalgasının menziline sokuyor. Okur, ana hatlarına işaret ettiği bu üçlü kriz kulvarında yaşanacakların Türkiyemizi de derinden etkileyerek geleceğin çehresini çizeceğini söyledi. Tarihi kırılma döneminde yan yana, yahut karşı karşıya gelecek etkin aktörlerin, ekonomiden jeopolitiğe ve anlam sistemlerine uzanan yelpazedeki mücadelelerinin Türk ve Müslüman nüfuslu coğrafyaları derinden sarsacağını ifade etti. Türk ve İslam dünyasının gündemindeki tek tek her meselenin bu büyük dönüşüm süreci içinde yeniden biçimleneceğini belirtti.