Eskişehir Türk Ocağı’nın 28 yıldan bu yana kesintisiz devam eden geleneksel Perşembe Sohbetleri programının 2016-2017 sezonu, Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Mehmet Akif Okur’un “Darbe, Terör ve Fitne Gölgesinde Türkiye” başlıklı konuşmasıyla açıldı.

Şube Başkanı Prof.Dr. Nedim Ünal takdim konuşmasında Türk Ocaklarının “Nesil yetiştirme, fikir hayatını besleme ve milletin gören gözü, işiten kulağı olma” vazifelerini ifa etmek amacıyla bu toplantıları tanzim ettiğini belirterek sözü Mehmet Akif Okur’a verdi.

Doç.Dr. Mehmet Akif Okur sunumunda özetle şu değerlendirmeleri yaptı:

“Türkiye şu an küresel bir krizin tam ortasında yer almakta ve yüz yılın meydan okuması ile mücadele etmektedir. Soğuk savaş döneminin tek kutuplu dünyasının aksine günümüzde yeni sesler ve yeni hesaplaşmalar ve ideolojik dönüşümler yaşanmaktadır. Batı bloğu ve Avrupa Birliği tarafında oluşan çatlaklar, Çin’in, Rusya’nın istilacı tutumları, Kuzey Kore’nin nükleer denemeleri ve ABD’nin iç politika hareketliliği Ortadoğu ve Türkiye üzerindeki hesapları yeni bir merhaleye taşımıştır. Çağın gereği olarak bu krizler doğrudan savaşla olmak yerine vekalet savaşları ve terör örgütleri aracılığı ile yürütülmektedir.

Bu konjonktürde fitne bombası en hassas kurumlarımızdan olan Türk silahlı kuvvetlerinin içine atılarak ülkemizin güvenlik zaafına uğratılması ve kaos oluşması arzulandı. Güneyimizde son günlerde Musul’da Başika’da Türk ordusunun bulunmasının hukuksuz olduğuna dair tehditkar iddialar ortaya atıldı. Halbuki Türkiye, terörden zarar gören ülkeler safında olduğu için Birleşmiş Milletler aracılığı ile buraya davet edilmiştir. Türkiye’nin bölgeden tasfiye planının arkasında, bölge için yapılan planların son kısmı olan sınırların belirlenmesi aşamasına gelinmesi yatmaktadır. İran, Rusya ve Amerika bu planların temel aktörleridir. Suriye’de yürütülen Fırat Kalkanı harekatı çok yerinde ve güvenliğimizin gereği olmakla beraber şayet strateji hataları yapılırsa sonuçsuz kalacağı aşikardır.

Fetö fitnesini de bu genel fotoğrafın dışında düşünmemek lazımdır. ABD arşivleri (NARA) ile arşiv belgelerine haiz Başkanlık ve üniversite kütüphanelerinde Türkiye’deki darbeler üzerine yürüttüğüm çalışmalar, bazı önemli gerçekleri karşıma çıkardı. ABD’nin 27 Mayıs ve 12 Eylül’de demokrasi rafa kaldırılırken sergilediği tavırlar ve darbecilerle ilişkileri, günümüze kadar intikal eden şüphe bulutlarının kaynağını oluşturuyor. Nitekim belgeler, Washington’la ilgili soru işaretlerinin hiç de mesnetsiz olmadığını gösteriyor.

Örneğin, Türkiye’de 27 Mayıs üzerine yapılan çalışmalardaki önemli tartışma başlıklarından biri, ABD’nin darbeden haberdar olup olmadığı meselesidir. 25 Mayıs’ta ABD Başkanı Eisenhower’ın önüne konulan “çok gizli” ibareli bir istihbarat notunda, cuntanın kendisine lider aradığı bilgisiyle karşılaşıyoruz. Buradan ABD’nin 27 Mayıs cuntasını bildiği ve izlediği sonucuna varmamız mümkün. 12 Eylül’e giden yolun bazı önemli noktalarını da belgeler üzerinden izleyebiliyoruz.Türkiye’de bir darbe ihtimalinin Beyaz Saray’da ilk telaffuz edilişine, 30 Ocak 1978’de Paul Henze tarafından ABD Başkanı Jimmy Carter’ın ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski’ye yazılan notta rastlıyoruz. Henze, 1 Haziran 1979’da ise “Ordu yanlısı darbe tertipleyicisi olması muhtemel bir grubun” ABD’nin Ankara Büyükelçisi ile temasa geçtiği notunu düşer. Bir ay sonra, CIA tarafından hazırlanan kapsamlı Türkiye raporu Beyaz Saray’da dağıtılır. Rapordaki bazı tavsiyeler, darbeden sonraki hükümet programlarında karşımıza çıkacaktır. Henze’nin 12 Eylül’e giden dönemdeki Beyaz Saray yazışmaları, darbeyi yapacak komuta heyetinin ne kadar güvenilir olduğunu vurgulayan satırlarla doludur. “Bizim çocuklar”, Başkan’ın kadrosuna övülerek tanıtılır. Elbette hiç kimse NATO müttefiki Türkiye’nin seçilmiş makamlarını darbe tehlikesine karşı uyarmayı aklının ucundan geçirmez.

15 Temmuz darbe girişiminden de ABD’nin habersiz olduğunu düşünmek zordur. Darbenin bizzat tertipleyicisi olmasalar bile haberdar olup ta Türk makamlarını bilgilendirmemeleri hasebiyle Amerika’yı bu hain girişime ortaklıktan uzak kılmaz.

Türkiye’nin bu kriz saldırılarından ve buhrandan kurtulabilmesinin yegane yolu birlik içinde hareket edilmesi, birbirimize tutunmamız ve suni gündemlerden uzak, milli politikalar üretilmesiyle mümkün görünmektedir. 4000 yıllık yolculuktan gelen bu millet daha büyük badireleri Türk devlet geleneğinin duruşuyla ve milletin fedakarlıkları ile atlatmayı başarmıştır. Yine bu istikametde hareket edecek imkanlar ve cevherin mevcut olduğu unutulmamalıdır.”

Konukların soruları ve Prof.Dr. Nedim Ünal’ın teşekkür konuşması ile program sona erdi.