“Mûsıkî hikmete dâir fendir
Bilene bilmeyene rûşendir
Nice esrârı var idrâk idecek
Yer gelür sîneleri çâk idecek”
Erzurumlu İbrâhim Hakkı Hz. 

Bu hafta Türk Ocağı Geleneksel Perşembe Sohbetleri’nde çok değerli mûsikî üstadları konuklarımızdı. Klasik Türk Müziği’mizin en mühim simalarından Dede Efendi’nin anıldığı gecede, Prof.Dr. Zeki Atkoşar (Anadolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi – Bestekâr), Öğr.Gör. Ömer Faruk BAYRAKÇI (ESOGÜ İlahiyat Fakültesi – Kanûnî), Orhan Eryılmaz (Odunpazarı Belediyesi Sanat Yönetmeni-Şef – Kemençevî), Gönül Onar (Büyükşehir Belediyesi Gökkuşağı Korosu Şefi – Hanende), Öğr.Gör. Muhammet Aydın (ESOGÜ Eğitim Fakültesi – Tambûrî – Neyzen) hem verdikleri nazari bilgilerle hem de eşsiz icra örnekleriyle misafirlerin kültür ve gönül dünyasına hitap ettiler.

Erol Güngör, “Bir medeniyet her şeyden önce bir değerler, inançlar sistemidir: Müesseseler bu değer ve inançların birer eseri olarak ortaya çıkar.” demekte idi. Yine Merhum Güngör’e göre Medeniyetin bir tarifi de “İnsan münasebetlerinde yumuşaklık ve karşılıklı saygı, incelmiş bir muaşeret, tavır ve hareketlerde zarafettir”. 

Özakpınar’a göre ise , her cemiyetin, her insan topluluğunun kültürü olmakla birlikte, her milletin medeniyet seviyesine ulaşmasından söz edilemez. Medeniyete vücut veren şey, insanın, kendi zihninin başlı başına bir imkân kaynağı olduğunu fark etmesidir. Medeniyet, ancak, bir bakıma kendi zihninin dışına çıkarak kendi varlığını ve zihnini “tasarımlayabilen”, hayâtına mânâ vermeğe çalışan, kendi varlığı ve hayâtı ile ilgili rasyonel seviyede yorum yaparak, hayâtının gâyesini belirleyen insan topluluklarında ortaya çıkar. Medeniyet, tabiate içgüdülerle müdâhalenin değil, şuurlu bir tercîhin ürünüdür. Medeniyet, rasyonel bir rûhî yükselişin şuuruna varılması ve o yükselişin ihtivâ ettiği inançtır.

İşte bahsedilen medeniyet tasavvurunda, en mühim cüzlerden ve en zarif konuşma biçimi olarak kabul edilen mûsikîyi yok sayamayız. Menşei ne olursa olsun mûsıkî, insana has, insânî bir davranıştır ve kültürel bir temele istinâd eder. Kültürleşme, çeşitli toplumlarda o toplumun devamını sağlayan bir takım temel müesseseleri oluşturmuştur. Mûsıkî, bunların arasında kültürleri aşabilen nâdir örneklerden biridir. Müzik türleri toplumdan topluma değiştiği hâlde, temel olarak mûsıkî, insanlığın ortak malı olarak varlığını koruyabilmiştir.

Türk mûsıkîsinin dünya müzik türleri arasında önemli bir yeri vardır. Türk’ün yazılı, mevsuk târihî 2500 yıl öncesine kadar uzanır. Bu engin târih içinde hiçbir zaman devletsiz kalmamış olan Türk insanı bütün gündelik faaliyetlerinde mûsıkî ile berâber olmuştur. Hun Türkleri’nde askerleri teşci etmek için bir takım vuruşlu enstrümanların varlığı bilinmektedir. Böylece mûsıkîmizin tarihi Milat’tan önceki çağlara kadar uzanır. Göktürkler’de düzenli askerî bandoya benzer mûsıkî takımları vardı. Osmanlı Devleti’nin kuruluşu, Osman Gâzi’ye Selçuklu Sultânı’nın gönderdiği davul, tuğ, ve âlem ile tebliğ edilmiştir. Fâtih Sultan Mehmed devrine kadar her gün belli saatte mehter takımı hükümdârın huzûrunda nevbet vurur ve hükümdâr bunu ayakta dinlerdi. 

Osmanlı Sarayı’nı muasırlarından ayıran en önemli hususlardan birisi mûsikîyi ve bu alanın Dede Efendi gibi mümtaz temsilcilerini sahiplenmeleri hatta bizzat sultanların beste ve makam terkibi ve icra işlerinin içinde olmalarıdır.