Bu haftaki Perşembe Sohbetinde “İslam Tarihi ve Medeniyetin’de Endülüs” konusuyla ESOGÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr.Adnan ADIGÜZEL bizlerle oldu.Sayın Adıgüzel özetle şunları söyledi;

Günümüzde İspanya ve Portekiz devletlerinin bulunduğu İber Yarımadası Müslümanlar tarafından 8. yüzyıl başlarında (711) fethedilmiştir. Vandallar ülkesi anlamına gelen Vandalusya kelimesi Araplar tarafından Endelüs şeklinde telaffuz edilmiştir.

Müslümanlar bu bölgeyi çoğunluğu Berberi kökenli olan askerleriyle 711 yılında Tarık b. Ziyad komutanlığında bir askeri birlikle fethe başlamışlar ve Lekke savaşı denilen bir savaş dışında genellikle anlaşma yoluyla fethetmişlerdir. Bir-kaç yıllık bir süre içinde kuzeydeki küçük bir alan hariç yarımada tamamen Müslümanların eline geçmiştir.

Müslümanlar buradan İstanbul’a doğru uzanarak bölgeyi Avrupa üzerinden Şam’a bağlamayı tasarlamışlardır. Ancak bu dönemde Emevilerin iç karışıklıklarla boğuşması ve 732 yılındaki Paris yakınlarındaki Puvatya (Balatu’ş-şuhedâ) savaşında yaşanan mağlubiyet Müslümanların ilerleyişini durdurmuştur. Bu (732) tarihten sonra yaklaşık sekiz asırlık bir dönemde Reconquista denilen yeniden fetih hareketiyle Müslümanlar Endülüs’ten tamamen çıkarılmıştır (1492). 

Müslümanların siyasi tarihi açısından Endülüs hakimiyetleri yedi dönem olarak ele alınmıştır. Bunlar:

1-Fetihle birlikte başlayan Valiler dönemi (711-756) 
2-Endülüs Emevileri Devleti Dönemi (756-1031)
3-Muluku’t-Tavâif (Tâife Emirleri/Sultanları) Dönemi (1031-1090)
4-Murabıtlar Devleti Dönemi (1090-1147).
5-Muvahhidler Devleti Dönemi, (1147-1236).
6-Beni Ahmer/Nasriler (Gırnata Sultanlığı) Dönemi (1232-1492)
7- Hıristiyan Devletlerin Tebası olarak yaşanan dönem (Müdeccenler-Moriskolar) (1492-1600’lü yıllar).

Müslümanlar Endülüs’te hakim oldukları dönemde İslam medeniyetini en iyi şekilde temsil etmeye çalışmışlardır. Ortaya koydukları çeşitli kurumlarıyla, gelenekleriyle, ilim ve sanattaki başarılarıyla bölgeye yeni bir hayat vermişlerdir. Yine bu dönemde Müslümanlar ortaçağ karanlığındaki Avrupa’yı kitap-bilim, ahlak, adalet, temizlik, hoşgörüyle aydınlatmışlardır. Tarım ve çeşitli sanatların gelişmesinde öncülük etmişlerdir. Bugün Müslümanların bıraktıkları mimari eserlerden çok azı ayaktadır. Bunlardan en bilinenleri; Kurtuba Ulu Camii, Sevilya’da Ulu caminin minaresi olan Melviye/la Giralda ve Altın Kule, Gırnata’da el-Hamra Sarayı ve Zaragusta’da Caferiye Sarayı gibi yapılardır.

Ancak bu dönemde yetişmiş ve hâlâ isimleri bilinen dünya çapında çok sayıda alim bulunmaktadır. Endülüs’te bu alimlerin yetişmesini sağlayan her türlü destek ve ortam sağlamıştır. Endülüs alimlerinin isimlerinin toplandığı eserler ciltlere sığmayacak kadar çoktur. Ancak bunlardan çok meşhur olanlarından birkaçının adını hatırlayacak olursak, bu kişiler olmasaydı dünyamızda ne kadar büyük bir eksiklik olurdu diye düşüneceğiz. Mesela İbn Bâcce, İbn Tufeyl, Musa b. Meymun ve İbn Rüşd gibi filozoflar olmasaydı, Müfessir Kurtubi, mutasavvıf Muhammed b. Arabî, seyyah İbn Batuta, İbn Cubeyr, farmakolog İbn Baytar, fıkıhçı, şair, edib, filozof İbn Hazm ve Şâtibî, astronom Zerkali, tarih, tarih felsefesi, sosyoloji gibi bir çok alanda ustad sayılan İbn Haldun, müzisyen Ziryab olmasaydı dünyamız için büyük bir eksiklik olurdu.

Müslümanların Endülüs’te bütün dünyaya öğrettikleri en önemli hususlardan biri de çok farklı din ve milliyetlerden insanların aynı çatı altında yaşayabilecekleri bir ortamın hayal olmadığı gerçeğidir. Ancak buradaki Müslümanlar sekiz asır kaldıkları topraklarda, yaklaşık yüz yılda, Haçlı seferlerinin bir parçası olarak bölgeden çıkarılmışlar ve son ferdine kadar ölüm, din değiştirme ya da çıkıp gitme gibi seçeneklerle karşı karşıya bırakılıp yok edilmişlerdir.