Eskişehir Türk Ocağı Perşembe sohbetlerinin bu haftaki konuğu “Nevâî’den Mevrûs Çiçek Dürbünü” başlıklı konuşmasıyla, Anadolu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Mehmet Mahur Tulum idi.

Klasik Şiir Belli Bir Zümrenin Sınırlı Dünyasını Yansıtmaz!
Konuşmasına başlarken, klasik edebiyatımızın ürünlerinin belli bir zümreye hitap ettiği, hayattan ve olup bitenlerden uzak bir alan olduğu düşüncesinin yanlışlığını dile getiren Tulum, özetle şunları söyledi;

Klasik döneminin şiirlerinin üzerindeki elbise çıkarılıp ne anlattıkları anlaşılırsa, aslında halkın ve hayatın tam ortasında olan eserler oldukları aşikardır. Çiçek dürbünü olarak bilinen alet nasıl her çevrildiğinde farklı görüntüler sunarak insanı büyülüyorsa, bu şiirler de tetkik edildikçe bin bir manayı ihtiva ettikleri görülmektedir. Örnek vermek gerekirse;

SARIG AGRIG BOLDUM EY SÂKÎ HAZÂN-I HECR ARA
KANI ASFER MEY Kİ BAR HER KATRESİ BİR KEHRÜBÂ

Ey Saki! Sarılığa tutuldum ayrılık güzünde
Her damlası bir kehribar olan sarı şarap nerede?

Beyitte ayrılığın hüznü, güz mevsimi, şarap ve kehribar terimleri ile sarılık hastalığı arasında bağlantı kurularak çok ilginç bir tahlil yapılmaktadır. Nevâî’nin şiirinin devamında da enteresan bilgiler ve betimlemeler olduğu açıkça göstermektedir ki, bu ve benzeri şiirler hayatın içinden ve halkın yaşadıklarını yansıtan ürünlerdir.

Nasrettin Hoca’nın Kabrinin Sandukası Sivrihisar’da!

Sohbetin ikinci bölümünde Mehmet Mahur Tulum, Sivrihisar’da yıllar önce belediyenin yapacağı inşaat nedeniyle taşınan eski mezarlıktan çıkarılan ve senelerce Ulu Cami’nin kütüphanesinde muhafaza edilen taş sandukanın Nasrettin Hoca’nın mezarına ait olduğunu nasıl tespit ettiğini şu cümlelerle anlattı;

Bir gün,Prof.Dr.Erol Altınsapan hocamızı ziyarete gitmiştim.Bilgisayarında mezar taşları gördüm, sorduğumda Nasrettin Hoca’nın oğlu Ömer’e ait olduğunu ifade etti. Benden bunun olmayacağını zira taşın üzerinde Ömer’e ait birşey olmadığını söyledim, dikkatli bir şekilde mezar taşını okuyunca net bir şekilde, mealen; ‘’Bu kabrin sahibi Allah’ın rahmetine muhtaç olan Şemsettin oğlu Nasrettin Hoca’’ yazıyordu.Yani mezar taşı Nasrettin Hoca’nın oğluna değil kendine aitti.Bu mezar taşı Türk Ocağı’nın eski başkanlarından Orhan Keskin Beyefendi tarafından daha önceki yıllarda bulunmuş ve koruma altına alınmıştı ama ne var ki taş üzerindeki yazılar Nasrettin Hoca’nın oğlu Ömer’e ait olduğu gibi okunmuştu.Halbuki taşın üzerindeki yazılar net bir şekilde bu mezar tasının Nasrettin Hoca’ya ait olduğunu ortaya koyuyor.Sonra Sivrihisar’a gidip Ulu Cami’nin haziresinde bulunan mezar taşını bizahitihi gördüm ve yerinde okudum.Nitekim taşın üzerinde ki yazı fotoğrafta gördüğüm gibi Nasrettin Hocanın kendisine ait olduğunu gösteriyordu.Bu şekilde üzerinde yıllarda münakaşa yapılan, nerede olduğu nerede doğduğu nerede öldüğü gibi konular aydınlığa kavuşuyor.Nasrettin Hoca’nın doğduğu yerde öldüğü yerde Sivrihisar.Bu konuda şimdiye kadar büyük çalışma ve emekleri olan Orhan Keskin büyüğümüze ve Erol Altınsapan hocamızada şükranlarımı iletiyorum. Bu tespit,bu ortaya koyuş Türk milletine, Türk kültürüne hayırlı olsun. Türk irfan hayatının ve kültür hayatının böylesine büyük bir ismi ile ilgili önemli bir tespite vesile olmak benim için gurur verıcıdır. Şimdi artık Sivrihisar’a, Nasrettin Hoca’nın ailesine, eşrafına uygun Selçuklu mimarisine uygun bir anıt mezar yapılmalıdır”.dedi.

Sorular ve Prof.Dr. Nedim Ünal’ın kapanış konuşması ile gece sona erdi