Bu haftaki Perşembe Sohbetimizde “Rumeli, Kafkasya ve Kırım’dan Eskişehir’e Yapılan Tarihi Göçler” konusuyla ESOGÜ Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Engin Kırlı bizlerle oldu. Sayın Kırlı konuşmasında özetle şunları söyledi: Göç insanlık tarihi kadar eski bir kavramdır. Göç en geniş anlamıyla, şahısların hayatlarının tamamını veya bir bölümünü geçirmek üzere geçici veya kalıcı bir surette yerleşmek üzere gerçekleştirdikleri coğrafi yer değişikliğidir. Göç eden kişi veya grup, herhangi bir kişi veya kurumun zorlaması olmaksızın, kendi rızasıyla, daha iyi yaşam koşullarına kavuşmak amacıyla göç ediyor ise bu tür göçlere serbest göçler denir. Bireylerin meskûn olduğu bölgede yaşayabilmesi için gerekli asgari şartların ortadan kalkması sonucu meydana gelen göçlere ise zorunlu veya mecburi göçler denir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son 150 yıllık döneminde gerçekleşen göçlerin ise serbest değil mecburi ve bireysel değil kitlesel nitelikte olduğunu ifade etmek gerekir. Osmanlı tarihinde 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca anlaşmasıyla yeni bir döneme girilmiş ve büyük bir göç hareketi ile karşı karşıya kalınmıştır. Kırım’ın kaybıyla başlayan bu nüfus hareketi, ilerleyen dönemde Kafkasya’dan ve Balkanlardan kopup gelen milyonlarca insanla birlikte, kitlesel bir göç hareketi haline gelmiş ve Osmanlı Devlet adamlarını yaklaşık 150 yıl boyunca meşgul etmiştir. Kırım’ı ele geçiren Rusların Kafkasya’ya yönelmeleri sonucunda 1830’lu yıllardan itibaren yeni bir nüfus hareketi başladı. Şeyh Şamil’in 1859 senesinde Ruslara teslim olmasının ardından 1859-1879 yılları arasında Kafkasya’dan 1.500.000 insan göç etti. 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi esnasında yalnız Rumeli bölgesinden 1.500.000-2.000.000 ve Balkan Savaşları’nın (1912-1913) ardından da 832.000 kişi, Osmanlı Devleti’nin elde kalan topraklarına doğru hicret etti. Görüldüğü gibi göç hadisesi 1850’li yıllardan sonra yoğunluk kazanmaya başlamış ve gerek Osmanlı idaresinden çıkan bölgelerden ve gerekse de emperyalist yayılma sonucu ülkeleri işgal edilen Müslüman halklar; dini, milli, ekonomik, siyasi ve zaman zaman da maruz kaldıkları terör ve katliamlardan kurtulmak için Osmanlı topraklarına sığınmak zorunda kalmışlardır. Göçmen gruplarının büyük çoğunluğu geçimlerini çiftçilikle temin ettiklerinden, muhacirlerin taşradaki boş vaziyetteki uygun arazilerde iskânları kararlaştırılmış ve refah seviyeleri belirli bir düzeye gelinceye kadar da bir takım vergilerden ve hizmetlerden muaf tutulmuşlardı. Muhacirlerin iskân edilecekleri yerlerin; ana yollara yakın, ulaşım olanaklarına sahip, iklimi göçmenlere elverişli, ormanlara yakın, mümkün mertebe yüksek tepeler civarında veya harap ve yıkılmış köy sahalarında olmasına gayret edilmişti. Ancak, savaş dönemlerinin karışıklıkları, göçmenlerin yoğunluğu, arazi darlığı gibi sebeplerden dolayı bu ilkeler her zaman uygulamaya konulamadı. Eskişehir, ana yollar üzerinde bir kavşak noktası konumundadır. 1894 yılından itibaren ise, devrin en önemli nakil vasıtalarından olan trenler bu kentte de işlemektedir. Almanlara ihale olunan İstanbul-Bağdat Demiryolu hattı boyunca Almanların koloniler oluşturacakları yönündeki söylentiler, Abdülhamit’i tedbir geliştirmeye zorlamış ve özellikle 1900’lü yılların başından itibaren hem Eskişehir-Ankara, hem Eskişehir-Kütahya-Afyon-Konya hattı boyunca göçmen iskânına özen gösterilmiştir. Eskişehir İl sınırları dâhilinde tarıma yapmaya elverişli boş vaziyette geniş araziler bulunduğundan, çok sayıda göçmen bu bölgede iskân edildi. Göçmenlerin bir kısmı mevcut mahalle ve köylere yerleştirilirken, büyük bir kısmı da boş sahalara iskân edilmek suretiyle yeni yerleşmelerin kurulması yoluna gidildi. Bunun sonucunda Eskişehir il sınırları dâhilinde göçmenler tarafından yeni köyler kurulduğu gibi kent merkezinde de göçmenler tarafından yeni mahalleler teşkil edildi. Göçmenlerin öncelikle, devlete ait “emlâk-ı hümayun” çiftliklerine yerleştirildikleri görülmektedir. Devlete ait bazı çiftliklerin maliyetinin çok yüksek olması nedeniyle hazineye yük olmaktan çıkarıp göçmen ailelerine teslim edildiği anlaşılmaktadır. Çiftliklerde bulunan çift hayvanları da göçmenlere tahsis edilmekte, diğer hayvanlarda müzayede yoluyla göçmenlere ve diğer taliplilere satılmaktaydı. Nitekim Eskişehir sınırları dâhilindeki Çifteler Çiftliğine binlerce göçmen yerleştirildi. Eskişehir’e iskân edilen ilk göçmenler, 1806-1812 Osmanlı-Rus Harbi nedeniyle göç eden Tatar muhacirleridir. 1815-1817 yılları arasında Eskişehir Çifteler Çiftliğine yerleştirilen bu göçmenlerin akrabaları olduklarını belirten ve 1828’de Romanya’dan göç eden göçmenler de Çifteler Çiftliği’ndeki yerleştirildi. Eskişehir ve çevresine 1832 yılından itibaren yoğun şekilde Tatar ve Çerkes göçmenleri iskân olunmaya başladı ve böylece başta Çifteler Çiftliği’ndeki ilk göçmen köyleri olmak üzere il sınırları dâhilinde Kırım ve Kafkasya göçmenleri tarafından yeni köyler kuruldu. Çifteler Çiftliği’nin geniş arazisi üzerinde yer alan gerek köy ve gerek köylü nüfus yoğunluğu 1885’eli yıllara kadar oldukça düşüktü. Çiftlik arazisi üzerinde yer alan 11 köyde yaklaşık 400 kadar hane ve toplamda da yaklaşık 4.000 civarında bir nüfus yaşamaktaydı. 1887’den itibaren II. Abdülhamit’in iradesi doğrultusunda Çifteler Çiftliği arazisi üzerinde muhacir iskân faaliyetlerine hız verildi ve yeni muhacir köylerinin sayısı artmaya başladı. 1911 yılına gelindiğinde köy sayısı 28’e yükselmişti. I. Cihan Harbi’nin ardından Çifteler Çiftliği sınırları dâhilinde göçmenler tarafından kurulan köy sayısı 35’e ulaştı. Ilıcabaşı Köyü’nün Çifteler Çiftlik Arazisi üzerinde göçmenler tarafından kurulan ilk köylerden biridir. Eski adı İhsaniye olan Köye önce Çerkezler yerleştirilmiş, ilerleyen dönemlerde Kırım Tatarları buraya yoğun şekilde iskân edilmişlerdi. Kırım Koncalay Köyü’ne benzerliği nedeniyle iskân mahalli olarak benimsenen bu köyün yeri sivrisineklerden duyulan rahatsızlık sebebiyle değiştirilmiştir. Eski Köy’ün kurulduğu yer Günümüz Ilıca köyünün bir km. kadar doğusunda yer almaktaydı. Göçmenlerin bir kısmı, daha önce meskûn olmamış yerlere yerleştirilirken, bir bölümü de geçmişte insanlar tarafından meskûn iken zamanla çeşitli sebepler dolayısıyla terk edilerek metruk hale gelen bölgelere de yerleştirilmiştir. Örneğin Filibe göçmenlerinin yerleştirildiği Sultanönü ve Kafkas halklarından Abazaların iskân edildiği Ahiler köyü, zamanla metruk hale gelmiş olup göçmenler tarafından yeniden şenlendirilen köylerdendir. Göçmenlerin hicret ettikleri bölgelere göre iskân ettikleri köyleri toplu halde belirtmekte yarar vardır. 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nden önce Kırım’dan gelenler tarafından kurulan köyler; Karalan, Gökçeoğlu, Çardakbaşı, Aksaklı, Arapkuyusu, Kalkanlı, İkipınar’dır. 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nden sonra Kırım Türklerince kurulanlar ise; Rıfkiye, Ortaklar, Kireçköy, Kızılsavat, Lütfiye, Mahmudiye, Mamure (Mahmudiye İlçesi’nde), Karakaya, Fevziye, Hamdiye, Hayriye, Yassıhöyük, Yeşildon, Zaferhamid, Şefkatiye köyleridir. Kafkasya’dan gelenler tarafından kurulanlar ise; Ağlarca, Akhisar, Belpınar, Doğanay, Yazılıkaya, Ağapınar, Çerkes Çetmi, Poyra, Rahmiye, Yeniköy, Karaçay, Bektaşpınar, Tandır, Taşköprü, Akpınar, Çerkez, Kartal, Çukurhisar, Feyziabad, Gökçekısık, Hüsnüabad, İmişehir, Musaözü, Nemli, Oklubalı, Yakapınar köyleridir. Rumeli’den gelenlerin kurdukları İsmetpaşa (Cumhuriyet Döneminde kurulan yegâne göçmen köyüdür), Kaymazyaylası, Taşlıhöyük, Mecidiye, Yeniköy, Sulukaraağaç, İncesu, Alpu, Bahçecik, Orhaniye, Değişören, Gümele, Gündüzbey, Hayriye, Çamurlu, Aşağıkalabak, Yukarıkalabak, Kanlıpınar, Karagözler, Karakamış, Kızılinler, Kümbet, Mahmudiye, Muhacir Akçayır, Osmaniye, Rıza Paşa, Savcı Bey, Seklice, Söğütçük köyleridir. Osmanlı hükümeti 1877 senesine kadar muhacirlerin şehir merkezlerine yerleştirilmesine pek müsaade etmedi. Bu tarihe kadar şehirlere yerleştirilmelerine izin verilen göçmenler yüksek memur veya ilmiye sınıfına mensup olanlarla, sanatlarını ancak şehirlerde icra edebilecek zanaatkârlardan oluşmaktaydı. Fakat 93 Harbi olarak da anılan 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi’nde Rumeli’den bir buçuk iki milyon ve Kafkaslar’dan yaklaşık 500.000 kişi göç etmişti. Bu kadar kalabalık kitlelerin tamamını halî (boş) durumdaki arazileri tespit ederek sevk etmek kolay değildi. Üstelik muhacirler arasında dokumacı, kunduracı, marangoz başta olmak üzere değişik mesleklere mensup çok sayıda küçük esnaf ve zanaatkârda bulunmaktaydı. Dolayısıyla bu muhacirlerin mesleklerini ifa edebilmeleri için mutlaka şehir ya da kasabalara iskân edilmeleri gerekmekteydi. Nitekim ziraat ile meşgul olmadıkları halde köy ve kasabalara yerleştirilmiş olan göçmenler, şehir hayatına ve ticarete alışmış olduklarından iskân edildikleri yerleri terk ederek şehirlere yerleşiyorlardı. Vilayetlerden gelen bu haberler üzerine Bâb-ı Âlî 14 Haziran 1878 tarihinde çıkardığı talimatın 35. maddesinde yer alan hükmü gereğince göçmenler şehir merkezlerinde de iskân olundular. Ailelerinden kopmuş veya yakınlarından hayatta kalmış kimselerin olmadığı başta yaşlılar olmak üzere, özellikle yoksul dul kadınların ve çocukların da genellikle şehir merkezlerinde iskân edildikleri çeşitli örneklerden anlaşılmaktadır. Böylece göçmenlerin kent ve kasabalara yerleştirilmeleri başlamış ve basit anlamda da olsa gecekondu probleminin temeli atılmıştır. Devlet kent merkezine yerleştirdiği göçmenleri mümkün olduğun kadar toplu şekilde iskân etmeye çalışıyordu. Bu sayede muhacirlerin ihtiyaçlarını daha kolay tespit etmeyi amaçladığı gibi, göçmenlerin kendi aralarında dayanışmalarından istifade edebilmeyi ayrıca yerli ahali ile göçmenler arasında olası anlaşmazlıkları da asgari düzeyde tutmayı hedefliyordu. Eskişehir’in kent merkezine yerleştirilen göçmenler, konut alanlarının mevcut sınırlarının taşmasına ve Porsuğun karşı kıyılarının da yerleşim bölgesi haline gelmesine yol açtılar. Ancak kent merkezinde göçmenlerce inşa edilen ilk konutlar, önceden belirlenen bir plan çerçevesinde yeni yerleşim alanlarının kurulması şeklinde olmadı. Muhacirlerin biran evvel başlarını sokabilecekleri hanelerin yapılması düşüncesi ile oldukça plansız bir şekilde inşaat faaliyetleri icra edildi ve bu da beraberinde Eskişehir çevresinde gecekondulaşma eğilimine yol açtı. İstasyon bölgesine ve Porsuk’un karşı kıyısına doğru genişleyen çatıları kiremit kaplı, ahşap evlerden oluşan Müslüman mahalleleri güneydeki yamaçlar boyunca yayılırken, toprak damlı kerpiçten yapılmış göçmen evleri Porsuk’un sol kıyısında genişliyordu. Türkiye’nin Büyükşehir Belediyeleri’nden biri olan Eskişehir’in ilçe belediyeleri Porsuk Nehri esas alınarak oluşturulmuştur. Porsuk Nehri’nin güney kesimi Odunpazarı Belediyesi bölgesi olarak ayrılırken bu nehrin kuzey kesiminde yer alan bölge Tepebaşı Belediyesi alanını oluşturmaktadır. Tepebaşı Belediyesi bölgesinde yer alan kent kesiminin nüvesini göçmenler meydana getirmiştir. Kent merkezinde göçmenler tarafından teşkil edilen ilk mahalle Hacı Alibey Mahallesi’dir. Diğer mahalleler Hacı Alibey mahallesine eklemlenen konutların zamanla ayrı bir birim haline getirilmesi ile oluşturulmuştur. Hacı Alibey, Hayriye, İhsaniye, Ömerağa, Güllük, Eski Bağlar mahallelerine ağırlıklı olarak Rumeli ve Kafkasya’dan gelen göçmenler yerleşmiştir. Mamure, Hacı Seyyit, Hoşnudiye, Işıklar, Mustafa Kemal, Şarhöyük mahalleleri daha ziyade Kırım ve Romanya bölgesinden göç edenlerce oluşturulmuş mahallelerdir. Eskişehir’in geleneksel yerleşim merkezi olan Odunpazarı’nın periferisine de 1900’lü yılların başlarında göç eden halklar yerleştirilmiştir. Bunun sonucunda Akarbaşı, Alanönü ve Gökmeydan mahallelerine de göçmenler iskân edildi. Balkan Savaşları’nın ardından Balkanlardaki tüm devletler tarafından bulundukları ülkelerden sürülen Romanlar, Osmanlı Devleti’ne sığınmıştır. Osmanlı Devleti’ne sığınan Romanlar’ın bir bölümü Eskişehir Tunalı ve Kuyubaşı mahallelerine yerleştirilmiştir. Cumhuriyet Dönemi’nde de göç hareketi devam etmiş ve başta Bulgaristan olmak üzere Romanya, Yunanistan ve Yugoslavya’dan göç edenler, geçmişte göçmenler tarafından meydana getirilen semtlere yerleşmişlerdir. Göçmenler tarafından Eskişehir’de meskûn hale getirilen son bölge, 1989 senesinde Bulgaristan’dan sürülen yaklaşık 300.000 göçmenin bir bölümünün yerleştirildiği Çankaya mahallesidir.