Annem ve Babam Balkan göçmenidir. Babam 1932 de 2 yaşındayken, Annem 1955 te 18 yaşında iken göçmüşler. Bu yüzden Annem ve Ana toprağından akrabalarımın tazedir ve beni etkilemiştir. Ben de Osmanlı Arşivlerinde çalışmaya başlayınca bu konular üzerinde durma ihtiyacı hissettim.
       Osmanlı arşivlerinde kurulmuş olan Rumeli Araştırma Grubunun başkanıyım. Bu konu ile ilgili bir takım kitaplar neşrettik. Bu kitapları neşrederken yaklaşık 500 tane dipnot kullandık. Fakat Osmanlı arşivlerinde bu konu ile ilgili o kadar çok kaynak belge var ki benim görüp okuduğum sadece çok küçük bir kısmı olabilir. Tabir caiz ise deve de kulak sayılabilir. Yani o kadar çok kaynak var. Bu göç tarihi 300 yıllık bir tarihtir. O yüzden ‘’balkanların makûs talihi’’ diyoruz.

  1352 yılında Osmanlı Rumeli’ye ilk defa Orhan Bey zamanında Bizans’ın iç işlerine karışmak amacı ile oğul Süleyman paşa komutasında asker çıkarılmış ve Çimpe kalesinin alınması ve Gelibolu kalesinin kuşatılması sırasında bir deprem olmuş ve surların bir kısmı yıkılınca hızlı bir şekilde toprak alınmıştır. Daha sonra 1. Murat ile birlikte çok hızlı bir şekilde Kosova’ya kadar gidiliyor ve 1. Murat Kosova muharebesinde şehit oluyor ve o bölgeye defnediliyor. Balkan Müslümanlarının ziyaret için büyük önem verdiği bir yerdir. Rumeli Türk toprağı olmaya bu şekilde başlamıştır.

       Bir yerde mezar taşınız varsa, bir yerde mimari bir eseriniz varsa sizi oralardan çıkarsalar da oralarda bir iziniz kalmış demektir. Ne kadar zulüm ve katliam yaparlarsa da yapsınlar o topraklar Türk toprağıdır.

       Osmanlının İlerlemesi bildiğiniz gibi Viyana kapılarına kadar varması ile en son sınırına ulaşmıştır. Ve bundan sonra gerileme başlıyor. Osmanlı Avusturya savaşları neticesinde ilk defa bir Avusturya Generali Pikolome’nin 1689 yılında Üsküp şehrini veba salgını bahanesi ile yakması sonucu300 yıllık makûs talih dediğimiz süreç başlamış oluyor. Oralarda bulunan Müslüman olan Türk ve diğer halklar ilk olarak geri çekilmeye, daha sonra büyük göçlerle Anadolu’ya gelmeye başlıyorlar. Hatta ilginç bir anekdot vereyim. Herkes bilmeyebilir. Anadolu’nun eski adı Rumeli’dir. Hatta Selçukluya Rum Devleti denirdi. Rum ismi Roma’dan geliyor. Hatta Erzurum İsmi de Arzı-rum dan  geliyor. Rum toprağı Rum memleketi demektir. Bu gibi ibareler ve kelimeler bazen yanlış irtibatlandırılıyor. Rumlarla irtibatlandırılıp sanki bizim değil, Türklere ait değil gibi konuşuluyor. Bu çok tehlikeli, biz büyük bir devletiz. İsimlerle bir problemimiz yok.

       Osmanlı paralarının üstünde “Duribefi Konstantiniye” yazardı. Konstantiniye kelimesine önem veriliyor. Bunun sebebi Peygamber efendimizin (S.A.V)  o hadisi şerifinde Konstantiniye kelimesi kullanmasından dolayı ona hürmetle Osmanlı bu kelimeyi değiştirmemiş. Yalnız şuna dikkat konstantinepolis değil, konstantiniye denilmiş.  

        1774 deki Osmanlı –Rus savaşlarından sonra Küçük Kaynarca anlaşması ile Kırım’ın kaybedilmesinden sonra Kırım muhacirleri 1800 lere kadar devam eden süreçte 500 bin’e yakın kırım muhacirinin Anadolu ve Rumeli’nin muhtelif yerlerine yerleştirildiğini görüyoruz.

       Fransız İhtilalı’nın Avrupa’da Gelişmesi ile birlikte Milliyetçilik cereyanları Avrupa’da ve Balkanlar’da imparatorlukların sonunu getiriyor. Milliyetçilik fikirleri güçlenince Balkanlar da Bulgar, Sırp, Yunan Milliyetçiği ortaya çıkıyor. Ve Balkanlardaki bu milliyetçilik akımları kendine düşman olarak Türkleri seçiyor.

       İlk olarak Mora yarımadasında kurulan Yunan devleti sistematik bir şekilde çok kısa bir sürede Mora’da yaşayan 25 bin Türk’ü kadın çocuk demeden katlediyor. Bu bilgiler Osmanlı arşivlerinde var fakat taraflı olacağı düşünülürse aynı bilgiler Yunan Arşivlerinde ve yunan hayranı olarak oraya savaşmaya gelen Avrupalıların anılarını yazdıkları kitap ve mektuplarda da mevcuttur. Çoluk çocuk demeden nasıl bir katliamın yapıldığını anlatıyorlar. Hatta ünlü Yunanlı isyancı önderi Glokotrares hatıralarında “Tripoli şehrine girdiğim zaman, şehir atımın dizine kadar kan deryası içindeydi.” Şeklinde katliamdan bahsediyor.

       1877 ve 1878’deki Osmanlı – Rus harbi balkanlardaki makûs talihimizin en zirveye ulaştığı savaştır. Eskiler bu savaşa 93 harbi derler. ( rumi 1293 olduğu içindir.)

       Yunanlıların başlattığı mezalim ve göç ağır bir şekilde Bulgarlar tarafından uygulanıyor. Rus ordusunun Yeşilköy’e kadar gelmesi ile Yeşilköy’de bir anlaşma imzalanıyor. Yeşilköy’ün eski adı Ayastefanos olduğu için bu anlaşmaya Ayastefanos anlaşması deniliyor. Bu anlaşma ile Yeşilköy’e büyük bir Rus anıtı dikiliyor.

       Rusların ordusu düzenli bir ordu olduğu için geçtiği yerlerde bir katliam yapmıyor. Çünkü sanıldığı gibi düzenli ordular düzenli bir şekilde katliam yapmazlar. Arkalarından gelen paramiliter güçler olan eşkıya, çeteci dediğimiz diğer etnik unsurlara yaptırırlar. Burada Bulgarlar işi ele alıyor. Ve 1877 ve 1878 de günümüz Bulgaristan toprakları bir kan deryasına dönüyor. Bu katliamlarda yarım milyondan fazla Müslüman Türk’ün Ruslar ve Bulgarlar tarafından katledildiği biliyoruz.

       Yine 1milyon 200 bin göçmende Rusların önünden kaçarak Üsküp’ten ve Balkanlardan geliyor. 1.Abdülhamit zamanında Muhacirin İdaresi denilen kurum çok zorluklar çekmiştir. Padişah her ne kadar devletin bütün mali imkânlarını seferber etse de devlet bu göçün yükü ile başa çıkamamıştır.

       Bu araştırmalarım sırasında öğrendiğim beni çok etkileyen o sahneyi anlatmak istiyorum. Bir alman demir yolu memuru tatar pazarcığından evine dönerken, her taraf kar kış, yollar tamamen kapalı uzaktan bakıldığında bir tepeciğe benzer bir şeye rast geliyor. Yaklaştıkça o yığının bir tepecik olmadığını 400 den fazla Müslüman tatar Türk’ü nün çırıl çıplak soyulup süngü ve mızrak darbeleri ile öldürüldüğünü görmüş. O yığının arasında küçük bir kız çocuğunun ölmediğini görüp alıyor ve büyütüyor.

       İşte mahiyetinde yaşayanlara büyük bir hoşgörü ve adalet ile davranan büyük Türk milleti, iyilik yaptığı insanlar tarafından böyle büyük bir katliama uğratılıyor. Bize hiç yapmadığımız katliamları kabul ettirmeye çalışanların, yaptıkları Türk ve Müslüman katliamları sadece Osmanlı Arşivlerinde değil bizi katliam yapmakla suçlayan milletlerin kendi arşivlerinde de yazmaktadır. Delilleri orada da mevcuttur.