Türk Tarihinin Seyrini Değiştiren Sakarya Meydan Savaşı
BİRİNCİ BÖLÜM: SAVAŞIN BAŞLADIĞI DÖNEMDE GENEL DURUM   
    
 
22 Ağustos 1921 günü sabah saatlerinde Yunan ordusunun saldırısıyla başlayan ve kesintisiz 22 gün 22 gece devam ederek zaferimizle sonuçlanan Sakarya Savaşı, Dünya savaş tarihine “en uzun” süren az sayıdaki meydan savaşlarından biri olarak yazılmıştır. Bu savaşı Türk ordusunun kazanması, bir taraftan İtilaf Devletleri’nin bölgemiz jeopolitiğini değiştirmeye yönelik emperyalist ve ırkçı girişimlerini frenleyen diğer yandan tarihimizin seyrini değiştiren cihanşümul bir olaydır.
Ordumuzun 1683 yılında Viyana kapılarından geri dönmek zorunda kalması, millet olarak çok büyük acılar ve kayıplar yaşadığımız “kara günlerimiz”in kapılarını açtı. İki yüz yıldan fazla bir süre devamlı geriye çekildik. Yüzyıllardır vatanlaştırıp üzerinde huzurla yaşadığımız Tuna boylarını, Rumeli’deki yurdumuzu terk etmeye mecbur kaldık. Bu vakte kadar sürekli zaferler kazanan, “Kızılelma” peşinde koşan ordumuzun bahtı artık kararmıştı; direnmek maksadıyla yapılan savaşların çoğunu kaybetmiştik. Devlet-i Aliyye, bir yandan Batı’dan İngiltere ve Fransa’nın giderek artan baskı ve tehditleri diğer yandan genişlemeyi ve sıcak denizlere açılmayı milli bir siyaset olarak yürüten Slav emperyalizmini temsil eden Çarlık Rusyası’nın art arda yaptığı saldırılar karşında çaresiz kalmıştı. Bu zor dönemde Hıristiyan tebânın bağımsızlıklarını kazanmak maksadıyla başlattıkları girişimler İngiltere ve Fransa tarafından kışkırtılıp desteklenirken Rusya, isyancıları ordusuyla; donanmasıyla destekledi. Osmanlı Devleti’ne bu amaçla birkaç kez savaş açtı. 1877-78’de ( 93 Savaşı ) Rus ordusu bu yıla kadar sözde tebâmız olan Bulgarlarla kol kola Yeşilköy’e kadar geldi.
Birinci Cihan Savaşı’na az bir süre kala “İtilaf Devleri” yani İngiltere, Fransa ve Rusya; Osmanlı Devleti’nin tasfiye edilip topraklarının paylaşılması hususunda anlaşmışlardı. Bu yıllarda Birleşik Krallık (İngiltere) Başbakanı olan Lloyd George, 20. asra girilirken bu görevi yürüten Gladston’un talebesiydi ve yanında yetişmişti; ikisinin de temel özelliği fanatik birer Türk düşmanı olmalarıydı. Gladston konuşmalarında ve yazılarında Türklerin medeniyet düşmanı, ilkel bir kavim olduğunu, Hıristiyan ahalinin topraklarını zor kullanarak ele geçirdiklerini, Hıristiyanlara zulüm yaptıklarını, bölgeye barış ve huzurun gelmesi için Türklerin buralardan kovulup geldikleri Orta Asya’ya sürülmeleri gerektiğini açıkça ifade ediyordu. Lloyd George bu görüşleri aynen benimsemişti ve Türkiye siyasetini bu duygularla yürütüyordu. Bunlara ek olarak felsefi düşüncenin atası saydığı Yunanlılara karşı büyük sevgisi ve güveni vardı. İzmir ve çevresini, Trakya’yı Yunanistan’a vererek Yunanistan’ı bölgenin en güçlü devleti haline getirmeyi, böylece Büyük Britanya’nın Doğu Akdeniz çıkarlarının ve güvenliğinin bekçisi yapmayı plânlıyordu.
Savaşın dört yıl uzamasının, böylece İngiltere’nin maddi ve askeri kayıplarının artmasının baş sorumlusunun Osmanlı Devleti olduğu kanaatindeydi. Parlamentodaki konuşmasında bunu ifade ederek Türklerin çok ağır şekilde cezalandırılması gerektiğini, bunu barış görüşmelerinde bizzat kendisinin sağlayacağını açıklamıştı. Dışişleri Bakanı Lord Curzon da onunla aynı görüşteydi. Nitekim galip devletlerin Paris’te yenilenlere ne yapacaklarını kararlaştıkları toplantıda Osmanlı Devleti’nin tasfiyesi anlamına gelen sözde barış şartlarını tespit edildi. Bu toplantılara Yunanistan Başbakanı sıfatıyla katılan Venizelos çok usta bir politikacıydı. Lloyd George ve ABD Başkanı Wilson ile şahsi dostlukları vardı. Onlara Osmanlı Devleti’nin idam fermanı demek olan ağır şartları kabul ettirmek için Yunanistan’ın gerekli askeri desteği vereceğini, en az dört tümen Yunan askerini İzmir’e çıkarabilecek gücünün bulunduğunu anlatarak galiplerin taşeronu olmayı peşinen kabulleniyordu. Venizelos’un amacı bu elverişli ortamdan yararlanarak Yunanlıların ideali olan Megala Idea hedefine ulaşmak, İstanbul’u da alarak Büyük Yunanistan’ı kurmaktı.
15 Mayıs 1919’da Yunan askerleri İzmir’e çıktıktan sonra karşılarında henüz düzenli bir ordu olmadığından işgali hızlıca genişletmeye başladılar. Bu bölgedeki Kuvvacı gruplar ellerinden geldiği kadar direnmeye çalışsalar da yetersiz kalıyorlardı. İstanbul hükümeti ve Padişah tam bir teslimiyet halindeydi; mütareke şartlarına uyulmadığını içeren diplomatik mesajlar iletmekle yetinerek işgale seyirci kalıyorlardı; İngilizlerle dostluk kurarak, yaptıklarına direnmeyerek saltanatın hukuki varlığının korunacağını umuyorlardı.
Yunan birliklerinin 1920’nin yaz sonlarında Bursa-Balıkesir yönünde başlattıkları işgal harekâtı hızla sürerken Yunanistan’da iktidar değişti; bir maymun tarafından ısırılan mevcut kral ölünce sürgündeki eski kral Konstantin yeniden başa geçti; Venizelos makamını bırakıp ülke dışına çıkmak zorunda kaldı. Bu iktidar değişikliği işgal hızını kısa bir süre nispeten kesti. Bundan yararlanarak millî ordunun teşkili girişimlerini hızlandırdık. Yunan ordu birlikleri Bursa’dan tekrar harekete geçtiğinde İnönü’de mevzilenmiş olan birliklerimizin etkili direnişiyle karşılaşıp çekilmek zorunda kaldılar. Art arda kazanılan Birinci ve İkinci İnönü zaferleri hem askerlerimiz hem de halkımız ve özellikle TBMM üzerinde çok olumlu etki yaptı, ordumuza moral kazandırdı. Askeri birliklerimiz bir yandan Yunanlılarla savaşırken diğer yandan disipline uymaya yanaşmayan Çerkez Ethem grubuyla mücadele etti ve onları dağıtarak millî ordunun varlığını ve gücünü herkese kabul ettirmiş oldu.
Kral Konstantin son derece iddialı ve hırslıydı. Yeni bir Bizans imparatoru olarak Ayasofya’da taç giyeceğine inanıyordu. Asker ve sivil taraftarları da bu hülyasını paylaşıyorlardı. Lloyd George, Venizelos’a yapılanlara tepkiliydi ve Konstantin’e güvenmiyordu. Savaş, İngiltere’yi de hem askeri ve insani bakımdan hem de maddi açıdan yormuş ve yıpratmıştı. İngiliz hazinesi Yunanistan’ın yapmak istediği büyük askeri harekâta parasal destek verecek durumda değildi. Konstantin Londra’dan maddi destek almasa bile zaferden emin olduğundan düşündüğünü yapmakta kararlıydı.
Yunan ordusu Temmuz ayının başında iki koldan harekete geçti. Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa Yunanlıların birkaç ay önceki gibi Bursa-Eskişehir üzerinden geleceklerini düşünerek, daha çok bu hatta ağırlık veren bir düzenleme yapmıştı. Oysa Yunan saldırısının ağırlık merkezi Kütahya-Altıntaş hattıydı. Birliklerinin önemli bölümünü burada toplayarak güneyimizden kuşatma harekâtı yapmayı plânlamışlardı. Askerlerimizin iki haftaya yakın kahramanca direnişine rağmen başarılı oldular. Eskişehir yönünde geri çekilmeye çalışan birliklerimiz gerekli düzen sağlamadığından birbirlerinden koptular. Bu karmaşada eratın bir kısmının silahlarıyla beraber firar ettiği görüldü. İsmet Paşa’nın durumu telafi etmek amacıyla Eskişehir üzerinden yapmak istediği taarruz girişimi de başarılı olamadı. Yenilgi haberleri Meclis’te büyük tedirginlik uyandırdı. Neler yaşanacağını, Yunan saldırısının nasıl durdurulacağını kimse bilemiyordu. Cepheye giden Meclis üyelerinin getirdiği bilgiler durumun ne kadar tehlikeli olduğunu gösteriyordu Saldırının Ankara’ya kadar uzanma ihtimaline karşı Meclis’i Kayseri’ye taşıma kararı alındı. Resmî belgeleri, dosyaları taşımak üzere hazırlıklar başladı. Bu kritik ortamda Meclis’te Mustafa Kemal Paşa’nın ordunun komutasını üstlenmesi konusu gündeme geldi. Gizli ve açık oturumlarda konu geniş şekilde tartışılıyordu. Gelişmeleri çok yakından izleyen ve ordunun durumunu bilen Mustafa Kemal, sorumluluğu üstlenmekten kaçınmayacağını ancak durumu toparlayabilmek, acil ihtiyaç olan bazı radikal kararları seri şekilde alıp uygulamak için çok geniş yetkilerinin olması gerektiğini, dolayısıyla Meclis’in tüm yetkilerinin belli bir süre için kendisine verilmesi gerektiğini çok net şekilde anlattı.
Meclis’in yetkileri konusunda hassasiyeti olan, bunu milli hâkimiyet ilkesinin temeli olarak gören İkinci Grup’tan bazı milletvekillerin itirazları kısa sürdü. 5 Ağustos’ta Rıza Nur ve dokuz arkadaşının imzasını taşıyan “Başkumandanlık Kanun Teklifi” aciliyet kararı alınarak ve isim belirtilerek oylanmış, alkışlar arasında “oybirliği” ile kabul edilmiştir. Bu kanuna göre Mustafa Kemal Paşa Başkomutan sıfatıyla ve üç ay süreyle TBMM’nin bütün yetkilerini kullanacak, kanun niteliğinde kararlar alıp uygulatacaktı.
23 Temmuz’da Kütahya’da Kral Konstantin’in başkanlığında toplanan Yunan Harp Meclisi, Türkleri kendilerinin belirlediği “barış”a razı etmek için harekâtın Ankara’ya kadar devamına karar verdi. Yunan ordusu başkomutanı Papulas, Başbakan Gonnaris’in olduğu toplantıda herkes sonuçtan emindi. Türk ordusunun Kütahya-Eskişehir savaşlarında yenildiğini, çok sayıda firarlardan ötürü dağıldığını, ciddi bir direnç gösteremeyeceğini düşünüyorlardı. Hatta kısa zamanda gidecekleri Ankara’da yabancı heyet ve basın mensuplarının da katılacağı gösterişli bir toplantı için hazırlıklara başlamışlardı.