Eserin, kendisinin her şeyi olduğunu ve “Ben arının peteğini hendeseleştirmeye memur bulunması gibi, bu eseri örgüleştirmek için yaratıldım.” Diyerek kitabın önemini belirtmekte ve sair eserlerinin bunu bir müştemilatı olduğunu belirtmektedir. Kitap davamız olan “Büyük Doğu”nun tanımıyla başlamakta ve doğu batı muhasebesi yapılmaktadır. Doğuyla kast edilen İslam’ın kısa bir dönemde madde ve manada zirveyi yakalaması ve daha sonra yakalanan çizginin korunamayışı, İslam’ın şekline takılıp mana ve ruhundan uzaklaştırılması anlatılıyor. Dinin, ham softa ve kaba yobazlara teslim edilişi ile “HİKMETİ VE MARİFETİ” bulmayı gaye edinen İslam’a en büyük ihanetin yapılışı, küfür karşısında madden üstün olmayı öğütleyen İslamı şekilci ruh kalıbına sokmakla maddi alanda gerileyiş anlatılmaktadır. Buna karşın BATI’nın madde planında tahakkümü ele alınıp Ruhçu Doğuyla Maddeci Batı’nın muhasebesi yapılmaktadır. Batı karşısında gerileyişimiz ve bunun çareleri aranmaktadır. Bu durumu giderecek bir “Nesl-i Cedit’ten bahsediliyor. Batı karşısında üstünlüğümüzü sağlayacak inkılâptan ve bunun temel dinamikleri üzerinde durulmaktadır.

BÜYÜK DOĞU:

Büyük doğu, doğuş olmaya doğuş, doğu olmaya doğu. O, hem bir mana, hem bir madde, hem bir zaman, hem bir mekân ismi ve belli başlı bir doğrusu DOĞUNUN doğuşu ruhun kendisiyle beraber bütün insanlığa örnek halinde donatacağı Doğu âlemine remz. Büyük doğu, âlem olduğu mefkûre çerçevesinde <senfonik> bir orkestra. Büyük Doğu kendi başına, kendisiyle vardığı bir sebep ve netice hükmü halinde hiçbir hürriyet istiklal ve benlik haletine malik değildir. Mutlak istiklal, mutlak hakikat sahibindedir. İslam ona teslim olup selameti bulmaktan ibarettir. Zahirde 24 asır evvelinden başlamış olsan da, bütün zaman ve mekâna, ezele ve ebede doğru kuşatan bayatlamaz yeni, solmaz renk, eğrilmez çizgi, geçmez an pörsümez güzel, değişmez doğru, örselenmez iyi ve anlaşılmaz ileri! Gayemiz sensin!

HAL VE MANZARA

Bizde değişiklik adına ne yapılmışsa hep karşıdan deri tabakasının üstünde oldu, ve tarihi ham yobaz bir evvelki yobazlığın tam tersine dönmüş (?????) diye ortaya çıkmış olarak hep aynı asla ve mayaya sadık kaldı. Sakın yobazı, bir davaya, onun en mahrem çilelerini çektikten sonra kıl ve nokta feda etmeksizin emirlere sımsıkı bağlanan ulvi adam sanmayınız. Yobaz her sahada, asla anlayamadığı ve iç yüzünü göremediği tecelliler karşısında papağan gibi hep aynı aksülamelleri gösterip <Nuh> diyen fakat <peygamber> demeyen kişidir. Avrupalının kendi içinde çoktan beri tasfiye etmiş bulunduğu bu hal, bizde ta dibinden ve kökünden kazınmadıkça, bunu kazıyacak cemiyet ve terbiye usullerine erilmedikçe, hiçbir bahsi ele almaya usul bakımından imkân yoktur. Büyük ve gerçek Türk inkılâbının başı tarihi yobazlığının ta kökünden kazınması hadisesine dayanmalıdır.

DOĞUNUN KENDİNE BAKIŞI

Bütün bir doğuyu tek vücut olarak düşünemeyiz. Çünkü doğuda müslümanların dışında başka dinlere mensup milletler de vardır. İtikadımıza göre küfür tek millettir. İnananlar da yekvücuttur. Doğunun büyük çoğunluğu Müslüman olduğundan dolayı doğuya bizim dünyamız nazarıyla bakıyoruz.

İslam zaviyesinden doğunun görünüşü: 15. Asra kadar sürmüş yekpare bir aksiyon çizgisi halinde fezanın dibine ve arşın üstüne kadar her maddenin hesabını verici mutlak kemal hamlesine beşik sahası olmasıdır. Aklın sınırları ve ruhun hakkı bir ışık demeti halinde kümelenmiştir. Böylelikle dört halifeden Rönesans kadar her alanda her şeye hâkim ve birden bire ters dönüş ve bu dönüşün sebebini kestiremeyiş, eşya ve hadiselere hakim olmak için cehdin kayboluşu öz evin beğenilmemesi ham yobaz kaba softa sınıfının zuhuru şu an İslam kadrosu ruhuna tıkaç sokulmuş bir görünüm arz ediyor. Aşağılık kompleksini doğuran bu durum haçlı seferlerinin öldürücü darbelerinden daha ağırdır. Netice şudur ki, bu gün batı haksızlığını hak diye gösteren hünerli bir gözbağcı doğu âlemi de bu gözbağcıya mahkûm ve kendi hazinelerinin anahtarlarını ceketinin astarında kaybetmiş bir saflık görünümü arz ediyor.

Madden insanları doyuran manen besleyemeyen ve pozitif bilimlerde zirveyi yakalayan batı 19. Asrın 2. Yarısında maraz deri üstünde sızmaya başladı. 20. Asrın başlarında bütün bünyeye yangın halinde patlak verdi. Doğu âlemi ise 8. Asırda ulaştığı akıl sınırını 15–16. Asırdan sonra koruyamadı. “Hakikat müminin yitik malıdır nerede bulsa alır.” Düstur-u kudsisini çiğnedi.

BİZDE BUHRAN

Tanzimat’tan evvel 3. Asır ve sonrası 3. Asır Kanuni’den Abdülmecid’e- Abdülmecit’ten Meşrutiyete- Meşrutiyetten Cumhuriyete- Cumhuriyetten günümüze beş kısma ayrılır. 16. Asrın sonlarında maraz deri üstüne sızmaya başladı. 18. Asrın üstüne çıktı. 19. Asırda tam yerleşir. 20. Asırda bu müzmin hastalığa uydurma çareleri arandı. İlk devrede İslam dış şekline esir ve ham, softa ve kaba bir yobazlık, 2. Devrede de körkütük bir hayranlık, şaşkınlık ve şahsiyetsizlik vardı. 1. Devre dinin, 2. Devre ise küfrün yobazlığını yaşadı. Ham ve kaba softalığı. Doğunun ucuzluğu batı yüzünden, Batı ise kendi yüzünden ve kendi kedisine çürüğe çıkmış. Doğunun ucuzları Tanzimat’tan sonra sükûn etmiş çeyrek münevverler. Bu ucuzluk sanatta, edebiyatta, siyasette ve sosyal hayatın her alanında. Ve bu ucuzluktan kurtulmadıkça kurtuluş olmaz. Tanzimat’tan beri büyük tefekkür adamı yetişmemiş, yetişenler kopyacılığı aşamamış, bu yüzden din hamların kabaların elinde kalmış. Ucuzluktan kurtulmanın ilk şartı mütefekkir yetiştirmektir.

TÜRK’ÜN MUHASEBESİ

İslamiyet’le bünyemiz arasındaki birliğin olgun ahenge vardığı Osmanlı Fatihlik döneminde bizim her şeyimizi oluşturan İslamiyet, maddi hamle ve iş harekâtından ibaret kaldı. Tefekkür planında bir türlü doğrucu ve ibda edici olamadık. O zaman şöyle bir TEŞHİS de bulunabiliriz: Doğunun ruhu, maddesini bulamayınca batının erdiği madde yetkinliği bir celsede onu yıkmıştır. Batı ülkelerine eyalet gözüyle bakan ecdadımız tefekkür adamı yetiştiremediğinden ne doğuyu ne de batıyı anlayamadı. Tanzimat basit ve sığ politikacıları, Meşrutiyet bir aksülamel, cumhuriyet ise Tanzimat’la açılan çığırın zirvesidir.

Avrupalıyı Avrupalı yapan: Metot, sistem, akıl, laboratuar aslında bunlar İslam’ın ruhunda olan şeyler. Bizim kendi kendimizi bulmamız Avrupalıya akıl ve madde marifetleri yolunda erişmemiz ve bu yetkinliği kendi ruh harmanımızda yoğurup Avrupa’nın karşısına böyle çıkmalıyız. Bu incelikleri ilk kez 2. Abdülhamit sezmiş lakin şer odakları tarafından alaşağı edilmiştir.

İçimize bakarak dışımızı, dışımıza bakarak içimizi düzeltmek yoldur. Dünyayı, en mahrem fikir ve ruh kökleriyle hecelemek zorundayız. Kat kat is arkasında doğan yeni dünyada saf doktrinler zaviyesinden komünizme, dönek nazizme, müflis demokrasiye ise yeni zaman ve mekânın fatihi olmak için kendini gençleştirme hamlesinde bir dünya doğuyor ve bu dünya doğuşunda hissedar olmayan milletlere içtimai manada ölüm ve yokluk düşüyor. Muhtaç olduğumuz inkılâp yeni nesli mükemmel manada yetiştirmektir.

TEK KELİME İLE KURTULUŞ YOLU

Evvela şahsını sonra tüm doğuyu kurtarmak için -Bu biraz kaf dağının tepesindeki bir kar parçasının döne döne kaf dağını dize getirmesidir. Genellikle Türk milleti ya olunca her şey olmaya yahut olmayınca hiçbir şey olmamaya memur ulvi çetin bir millettir. Oya ormanlarının hâkimi yahut kafeslerin mahkûmu kalacaktır. Önce kendisini, sonra doğuyu ve bütün yeryüzünü kurtarmak onun vazifesidir. Bunu gerçekleştirecek reçete yalnız ve yalnız İslamiyet’tir. İslam vecd ve imanın ana sütunundan daha beyaz daha temiz çarşafı üzerine 20. Asrın her şeyi silkip bizden olanları alıp diğerlerini atmaktır. Bizim ahlak kaynağımız ise adıyla sanıyla İslam Ahlakıdır.

ANA KAYNAK İSLAM

Yalnız İslam’a inanıyoruz, kayıp ettiğimiz kuvvetleri öz bahçemizde kuyuya düşürüp sonra şaşkınlar gibi sokak sokak dışarıda kıymet aradığımıza inanıyoruz. Kâinat, dünya, insan, cemiyet, iktisat, adalet, güzel sanatlar, kadın, siyaset gibi bütün davalara ancak İslam sağlayacak, heybetleştirecek ve bir ideologya örgüsü kuracak ve adını büyük doğru koyacaktır. İnsanın kim ne olduğunu, dünyaya niçin geldiğini buradaki yörenin ne olduğunu ve bitmek, tükenmek bilmeyen soruların cevaplarını İslam veriyor. Bu soruların cevabı insanı ruhen ve madden yüceltecek, solmaza, eskimeze, bitmeze ulaşacaktır.

İnsan, kulluğuyla Allah halifesi olur. Allah âlemi için insanı da kendi marifetlerine ulaşması için yarattı. İhlâs, aşk, fedakârlık ve merhamet ahlak çatısının dört direğini oluşturur. İslam bir kişinin herkes, herkesin de bir kişi olduğu sistemdir. Allahın eli cemaatin üzerindedir. İslam’ın siyaseti bütün insanlığın İslamiyet’e teslim olmasıdır. Saadete erdirmek bunun vasıtası ise kılıç ve kalemdir. Kılıç maddeyi, kalem ruhu fetheder. Usul ise “Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz.”hadis-i düsturudur. Ben kendime bakayım, başkaları ne yaparsa yapsın anlayışına karşıdır. Bu düstur Bediüzzaman hazretlerinin hayati istimayenin içinde bulunduğu problemleri anlatırken söylediği “ben tok olayım, başkası acından ölürse ölsün bana ne başkaları çalışsın, ben yiyeyim düsturlarıyla örtüşüyor. “İslam’ın siyaseti Ordunun gayesi i’layı kelimetullahtır. İslam müsbet ilimlere açıktır. “Beşikten mezara kadar ilim öğrenin.” Hadisi düsturdur. Kadın değerini İslam’da bulmuştur. Bir meta olmaktan kurtulmuştur. Kadını kafes arkalarına, haremlere hapsetmek, hiç kimsenin karşısına çıkarmamak İslam işi değildir.

İslam’ın dışı şeriat, içi tasavvuftur. Allah üzerinde bütün hikmet mimarisinin ışıldadığı bir saray olarak kabul edecek olursak, şeriat dışı, tasavvuf da içidir. Çünkü Allah kâinatı insan için, insanı da kendi marifeti için yarattı.

TARİH HÜKMÜ: NASIL BOZULDUK

Türkler 1,2,3,4,5,6. Asırda kasırga gibi esip kalıbını bulamamış. Medeni çizgilere erişememiştir. 7.-8. Asırda İslam’ı kabul etmeleri ve kılıçlarıyla ruhlarını ona bağışlamaları ve 9. Ve 12. Asırla edindiği ruhi muhtevayı gergefe örmeye başladı. 14. Ve 16. Asırda taarruz, vecd ve aşkımız zirveye ulaşıyor. 17. Asırda donan aşk ve vecdimizin yerini ham softa ve kaba yobazlar aldılar. 18. Asırda batı üstünlüğüne karşın Osmanlı can çekişmekte, o kadar güçlü idi ki çekişirken dünyayı titretiyordu. 19.asırda ham, softa ve yobazın yerini, pembe kılıçlı, maymundan daha sefil Avrupa hayranlarına, takma beyinli züppelere bırakmıştır. Böylece Batı dünyası muazzam bir düşmanı içten kurutma yolunu buldu. Kanuni devrinde bozulmanın emareleri olarak Fars tesiri ve Bizans parmak izleri, hatır, gönül ve korku fetvalarını gösterebiliriz. Garp dünyası aklın eşya ve hadiseler üzerindeki tesirini süslerken biz nas ezberciliği yaparak onları hikmetlerden öksüz bıraktık. Bu İslam’a yapılan en büyük ihanetti.

Kanuni’den Tanzimat’a kadar İslam devleti içinde, İslam’ın özünü anlamak ve kavramak dönemi, nas ezberciliği ve şekilcilik ve her şeye karşı çıkış… Batı bu sırada Rönesans’ın semerelerini alıp bizi geçmiştir. Biz ise otomobile şeytan icadı, matbaaya küfür aleti, elbiseye küfür giysisi demişiz. Heyhat ki, bu ham softa ve yobazlar, dinin mümessili görünmüş ve Fahr-i Kâinat’a en büyük ihaneti yapmışlardır.

Tanzimat’la Müslümanlar umumi bozgunu ve sorumluluğu anane ve köklerimize irca ettiler. Bu en vahametli safhadır. İslam’ı, bir numaralı sahte temsilcileri, iki numaralı sahte münevverler bozdu. Meşrutiyet devrinde gittikçe İslam hırpalanmaya başladı.

Bu dönemde Abdülhamit, İslam’a ve Türklüğe önem verdiği için alaşağı edilmiştir. <Yahudi, mason ve dönemlerin oluşturduğu üç ayaklı sehpada> son devirde ise her şey ortada. Mustafa Reşit Paşa’dan çıkan çizginin devamı, müslümanı şöyle tarif ediyor: Cahil, artı ahmak, artı geri, artı yobaz, artı kaba. Artık İslam’ın bozuluşu ilel merkez ve anil merkez olarak her istikamette tanımlandı. Giden şey İslam, gelen şey ise hiçti. Dünya harbinden sonra cemiyet gövdesinde irinli kandilini asmadığı tek hücre bırakmamış bir bozukluk: Dalkavukluk, iltimas, rüşvet, fuhuş, içki, cinayet, kumar, nefret, inkar, şüphe, kargaşalık.

BEKLEDİĞİMİZ İNKILÂP

1566’dan beri bekliyoruz bu inkılâbı. (Kanuninin vefatı) Sarı Selim’den Tanzimat’a kadar 273 yıl Tanzimat’tan Meşrutiyete 69 yıl. Meşrutiyetten Cihan harbine 10 yıl. İstiklal savaşından günümüze… Bu inkılâbı ve inkılâpçıyı 20. Asrın güneşi batmadan göremezsek bir ağzımıza alamayız. İslam inkılâbını gerçekleştirecek olan derin müslümanın üç cephesi vardır: Şeriat, tasavvuf, şahsi ruh ve akıl. Müminde aklın ölçüsü Allah rasulüne esir olmaktır. Böylelikle kul hakikate ulaşır. Hz. Ebubekir’in dediği gibi acz, acziyeti idrak etmektir. Necip Fazılın kulluk şuuruyla, Mevlana’nın

Men bende şudem bende şudem

Men bende beserüfkende şudem

Her bendeki azad şeved şad şeved

Men şed azad ezanemki turab mende şudem, dizeleri benzerlik gösterir.

Bu inkılap, eski ruhi nizamını darmadağın edip yenisini geliştirecek ve yerine yenisini perçinleyecek bir doğruluş ve şahlanış. Bu inkılâbın aletleri ise söz ve kalem. Bu uğurda hedefimiz basın yayın, ilim, sanat, iş ve nüfuz merkezlerini ele geçirmek gerekir. Necip Fazıl’ın bu fikirleri Hoca Efendi’nin sıkça ifade ettiği sosyal hayatın her birimine girme ve oralarda bir güç unsuru haline gelme ve güç kaynaklarını elimizde bulundurma ve yine H.E.’nin tarihi tekerrürler devrini anlatırken değindiği iç dinamiklerimize sahip çıkma, sosyal hayatın her alanında meselenin olgunlaşması ve akabinde patlamanın gerçekleşmesi fikirleri paralellik arz ediyor.

İnkılâbı gerçekleştirecekler iç dinamiklerini kontrol etmelidirler. Hedefe giderken, davayı tespitte ne nasıl olmalıdır, buna karar vermek gerekiyor. Tedavi yoları çok iyi bilinmeli. “Yeni çıkan civcivler baba horoz farz edilirse civcivlere yazık olur. H.E’nin “güç dengesinin olmadığı bir yerde müslümanları ringe çıkarmak onlara zulümdür, dediği gibi. Karşı taraf İstanbul’un bütün ampuller kuvvetinde lamba yakıyor ve biz kibritle mukabele ediyorsak elbette cılız kalırız.

Bu durumda bize düşman silahıyla silahlanmanın gerektiği ve hizmet yapılırken zaman zeminin şartlarına göre yapılmalı. Hizmetimiz sırran tenevveret prensibi ve azmi ihtiyat gösterme özelliği üstadın endişelerini gideriyor.

BEKLEDİĞİMİZ İNKILÂBIN YÖNLERİ

Bütün feyzi tek ve mutlak kaynak bildiği saadet devri ve sahabeler topluluğundan alan, böylece hayatın her tecelli sahasına hakim yepyeni bir vecd ve edaya yol açan bu vecd ve edayı namütenahi ileri bir nesil başlangıcına perçinleyen ve ebediyen perçinleyecek olan bir gençlik teşekkülü davası…

Bütün kıymet hükümlerini ve nefs muhasebelerini İslamiyet mizanından aldıktan sonra birer birer sükût edecek ve her biri her hakkın İslamiyet’te gerçekleştirip istiklal davalarını kaybedecek olan içtimai ve iktisadi mezheplerin has isimleri ve öz hüviyetleriyle kökünden iptali… İslam’ı temsilden başka tek gayesi olmayan bu ulvi gayenin asil ruhuna malik ve her cihazı, aleti, hali ve şekliyle mefküfrevi nizam ve heybet şiirini heykelleştiren yeni altın ordu… İçinden ve dışından sımsıkı müeyyideli ve tam sigortalı aile hücresi…

Zekat ve yardım emri sayesinde içtimai teavün ve tesavi gayesini son haddine ulaştırıcı şahsi mülkiyet hakkı içinde mülkiyetin her hakkını ödeyici ihtikar iktisadi nizam… Müslümanlara ait eşya ve hadiselere hâkimiyet hakkının icra vasıtası olan ve müminlerin kaybolmuş malını belirten müspet dehasını, henüz erişilmemiş ve erişilemez haddiyle temsil… Kulların değil Allahın ve ona bağlı vicdanın emrettiği adalet. Ahiret mamurluğunun tarlası olan bu dünyayı, sonunda bir taş tahta gibi bütün yazılarıyla silineceği biline biline son kum tanesine kadar imar. Nihai kavga zafer planı olan batıya karşı, kemiyet ve keyfiyet zemini olarak istinadı şart, Asyacılık gayesi…

DEVLET VE İDARE MEFKÜREMİZ

Bilinen meclislerin yerinde yüceler kurultayı vardır. Manası milleti en ileri düşünenlerin ve en iyi yapanların kadrosunda özdeşleşmektir. Bu kurultayın levhası, hâkimiyet hakkındır. Bu meclisi nefsaniyet ve enaniyetini aşmış ve kendini topluma adamış gerçek münevverler oluştururlar. Yüceler kurultayı baş yüceyi seçer. Baş yüce 5 yılda bir seçilir.

Baş yücenin emriyle hükümet değişir. Baş yüce bütün şubeleriyle ordunun başıdır. Baş yücelik hükümeti bir başvekil ve 11 vekilden mürekkeptir. Hükümetin 11 davası: Ruh ve ahlak, umumi irfan, köy, şehir ve umran, ordu, iç inzibat, dış münasebetler, bütün neşir ve vasıtaları murakabe ve himaye davası. Nüfusu çoğaltma, güzelleştirme ve sağlamlaştırma, milli servet ve iktisat problemlerine el atar. Baş yücenin nezdinde yüce din idaresi vardır. Bu hükümette devlet halkın, halk da devletin kölesidir. Baş yücelik akademyası, ilim, sanat ve fen dalından oluşur. Baş yücelikten maddi manevi her ne şekilde olursa olsun başkalarının kazanç ve emeğine musallat tek fert bulunmaması gerekir. Baş yücelikte cezalar hakların, hataların yapılamaz olmasını temin için konulmuş mânialardır.