Çetin bir dağ yolunda senelerdir yürüyoruz.
Hareket noktasından uzaklaştıkça, ufuk genişliyor ve rüzgâr artıyor. Eski mâbet, eski ümit aşağıda, ovalarda kaldı. Kenarında dolaştığımız uçurumların dibinden mâzinin lâfzı ve şekli kaybolan şikayet ve itiraz uğultusu geliyor.

Aziz Ocaklı,

Milletinin târihinden vazife aldın ve birbirinden daha yüksek tepelere doğru yepyeni bir önderin rûya ve îmaniyle çıkıyorsun.
Genç kalbine büyük bir aşk sünuh etmiştir.
Sen Türk vatanı üstünde aşkın timsalisin! Aşkın yâni, yeryüzünün tanıdığı en büyük, en yaratıcı kuvvetin timsalisin!
Yokuşları tırmandıkça, ufkun genişledikçe asırlardır unutulmuş bir âlemi hayran gözlerinle tekrar buluyorsun.

Aziz Ocaklı,

Sevdiğin kadar asil, sevdiğin kadar yapıcı ve yükseltici bir insansın! Aşdığın yol, seni ıztırap kaynaklarına doğru götürüyor. Işıksız köşelerinde acısını söylemeğe tenezzül etmeyen bedbaht, fakat mağrur kardeşine şefkat ve teselliyi, iman ve şifâyı aşkın nur hâline koyduğu parmaklarınla sen uzatacaksın!
Köylerin ortasında ufak bir mektebin çatısı altında çalışan genç muallim, terkedilmiş ve ıssız kulübelere ücretsiz muâyene ve ilaç götüren doktor, biriken bir halk kalabalığına yeni sözü söyleyen genç hatip, tehlike günlerinde irâdesinin zırhlarına bürünerek dastanî bir kahraman gibi boğuşan genç zabit, şiirinin, resminin, mermerinin, âletinin başında yarınki Türk vatanına san’at şekilleri ve sesleri yaratan genç san’atkâr, sen içtimaî bir tarikatın, bir aşk mezhebinin müridisin.
Vazifen nedir diye soruyorlar?
Bütün rüzgârları yanık kokusu getiren harap bir memleketin üstünde, ihtiyaçlar ortasında bunalmış bir halkın karşısında, vazifenin ne olduğunu sana aşkın söyledi!
Sen birlik için çalışıyorsun.
Tâlihin ve târihin senden uzak düşürdüğü kardeşleri, bir akşam saatinde ocağının dışarıyı ve içeriyi aydınlatan kızıl ışığında tekrar görüp tanımadın mı?
Yaylalardan ovalara, ovalardan yaylalara göçen, Yörük Anadolu, köylerin ve kasabaların yerleşmiş halkı ile beraber, mezhep ihtilâfları içinde parça parça olmuştur!
Güneyde ve Doğuda millî harsına düşman iki lisan, hâkimiyetini gösteren bayrağının gölgesinde sana karşı mücâdele ediyor.
İstanbul kapılarında, Akdeniz kıyılarında eski Anadolu’nun en koyu Türk merkezleri etrafında dört beş yabancı lisan konuşulan kaç tane ufak Makedonya ve Kafkasya var?
Vatanının kuzeyinde, uğursuz bir cereyan senelerdir millî ruhunu aşındırarak içeri akmak için kendine taraf taraf köprü başları aramakla meşguldür.
Sen uyanıklık için çalışıyorsun!

Aziz Ocaklı,

Sen Türk’ün gören gözü, duyan kulağı, uyanık vicdanısın. Evvelkinden başka, yeni fâtih milletler uzun yollardan gelerek müdafaa mesafelerini aştılar, anayurdunun hudutlarına gelip yerleştiler; ufacık ada kırıklarına yapışarak sahillerine sokuldular. 
Aziz başın yastığının üzerinde derin uyumasın!
Sen ihtiyaca yardım edeceksin!
Memleketin hangi köşesinde isen, Ocağınla beraber o yerin ihtiyacına yardım edeceksin!
Vaktiyle dediler ki:
Ocağının mihrabı önüne parti düşmanlıkları ile gelenler, bu düşmanlıkları unuttular; ne büyük netice!
Bugün diyorlar ki:
Ufacık köy mektebinin kızları,şehir çocukları gibi temizliğe dost oldular; ne mübarek netice!
Kardeşlerinin kalbini avlamak için yabancıların uzak bir sâhilde açtıkları hastahâne, Ocağının küçük hastahânesi karşısında kapanıp gitmeye mecbur oldu.
Ne güzel gaza, ne güzel bir zafer!
Daha yolun uzundur, daha çok tırmanacaksın!
Olduğun yeri güzelleştir, intizamı te’sis et, hakkı tanı ve tanıt!
Gün içinde değil, zaman içinde düşün; kalbinden bir ân tarih hissi eksik olmasın. İhtirasa ve kıskançlığakarşı mücadele et!
Türk târihinin, Türk ruhunun en korkunç yarası, bu kıskançlıktır.

Aziz Ocaklı,

Kalbimde ve dimağımda iyi ve güzel ne varsa senin emrettiğin hizmet yolunda
kullandım. 
Tesellim odur ki; sen bunların daha güzelini söyleyecek ve beni bir baba kalbiyle mağrur edeceksin.

Aziz Ocaklı,

Yol daha uzundur, yapılacak şey yapılandan daha büyüktür, fakat; târihinin engin ufuklarından gelen ve senin genç ciğerlerini şişiren rüzgâr; Ocağının mukaddes ateşini durmadan parlatacaktır, çünkü: <<ufak ateşleri söndüren rüzgâr, büyük ateşleri yakar!>>

Hamdullah Subhi TANRIÖVER