SAHİH İNANÇ (ORTODOKS) VE BATIL İNANÇ (HETEREDOKS) İKİLEMİ
#Teopolitik Okumalar 2
Mevlüt Uyanık
Giriş
#Teopolitik Okumalar 1 yazısında İran-İsrail Çatışması üzerinden iç okumalarımızı klasik metinler üzerinden yapmaya çalıştık. İsrail’in “vekil güç/devlet” olduğu aşikâr, ama gerçekten denildiği gibi bu saldırı topyekûn İslam âlemine bir saldırı mıdır, gerçekten? Böyle kestirmeden ve kesin hüküm verici bir tespit ne derece tutarlıdır?
İran’ın Şiî/Caferî öğreti üzerinden Osmanlı’nın Biladüşşam dediği bölgede (Irak, Suriye, Lübnan, Filistin) vekil güçler oluşturulduğu da malumunuz. Enerji üretim ve arz merkezlerini küresel yapılar (şirketler/devletler) bir diğerinin kontrolü altında olmasını istemiyor, hal böyle iken “bu süreçte İran’da mı bir vekil güç?” sorusunu sormuştuk. Çünkü İran’ın organize ettiği “Direniş Ekseni” olarak tarif edilen oluşum, Filistin topraklarında Hamas ve İslami Cihat, Lübnan’da Hizbullah, Irak’ta Şiî milisler ve devrilmeden önce Suriye’deki Esad yönetimini kapsıyordu. Bunların mücadele ettikleri gayri müslimler miydi, yoksa Sünnî diye nitelenen Müslümanlar mıydı? Çarpışan iki tarafta kendilerinin “Sahih İnanç” (Ortodoks) olduğunu, diğerinin “Batıl İnanç” (Heteredoks) sahibi olduklarını söylüyorlar.
- Ortodoksi Derken…
Orthos (doğru) ve doksa (kanı) kelimelerinden oluşan ortodoksikavramı, sağlam ve doğru inanc anlamına geliyor. Bu terim, herhangi bir öğretinin bakış açısını biricik “sahih/doğru”, diğer bakış açılarının “sapkın” (heretik-heterodoks) diye niteleyip “karşıt”ını da üretiyor.
Bu kavramsallaştırmalar, bütün dinler ve bu dinler içindeki mezhepleri kategorize ederek tasnif etme ve her bir din ya da mezhebin kendisinin meşruiyetine dair söylemlerini ifade etmede sürekli olarak kullanılmaktadır. Diğer bir ifadeyle ortodoksi çoğunluğun egemen ve resmî görüşü olup, kutsal metinlerin dosdoğru ve sahih bir şekilde anlaşılması, heteredoksi/dalâlet ise bunun dışında kalan her yorum olup azınlığın ve muhalefetin görüşleri olarak nitelendirildi.
H.4.-M.10. asırdan itibaren Ortodoks/Sünnî fıkıh mezhep âlimlerinin nasların sahih ve müstakim tefsirlerinin kendilerince yapıldığını ve bunların dışındaki her yorumun sapıklık, telfik, yalan, bozulma, dalâlet (heteredoksi) olarak görülmesinin tabii sonucudur. (Bir önceki yazıda biz Gazzâlî üzerinden “dalâlet” terimini sapkınlık olarak değil de, “akıl karışıklığı ve şaşkınlık hali” diye tanımlamıştık, hatırlarsanız.) Bunun yaygınlaştırılması ise sahih ve doğru olan üzerinde ümmetin ittifakı (icmâ) olduğu söylenerek yapıldı. Böylece diğer siyasî, itikadî, fikrî birimlere (fırka, mezhep) karşı bir hâkimiyet sağlanmak istenildi. (Fazlurrahman, Tarih Boyunca Metodoloji Sorunu, çev. S. Akdemir, Ankara Okulu Yay., Ankara 1996, 95; Mevlüt Uyanık, “İçtihat ve İslam Aklının Eleştirisi”, İstanbul Barosu ve Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Arkivi (HFSA, sayı: 25, 55-72)
Önceki yazıda “Allah Kelam ilminin mevzusudur” önermesiyle Hak/Allah Bir, ama her biri ekolün Tanrı tasavvurları farklı ve bir diğerini tekfir etmesi üzerinde durmuştuk. İşid/Daeş Selefi; Taliban Sünni/Hanefi, içlerinde Şiî Türkmenlerinde bulunduğu “el-Haşdi eş-Şabi, Filistin Sünni örgütü Hamas, Lübnan’daki Şiî Hizbullah, Nijerya’da Boko Haram (ismi zaten Cama’atu Ahlus-Sunnah) gibi örgütlerinin öğretilerini ve siyasal eylemlerini düşünelim. Bunlar son tahlilde İslam Coğrafyasının siyasî ve ekonomik özgürlüğüne mi su taşıyor, yoksa….
İtikadi/siyasî olarak oldukça farklı programlara sahip olan bu örgütlerin ortak tek noktaları sanırım kadın ve konumuna dair verdikleri hükümler. Bu örgütler/gruplar aynı Hak/Allah tasavvuru altında farklı Tanrı tasavvurlarına sahip olup, her birinin kendi inancını paylaşmayan kim olursa (Müslim ve gayri müslimi) olsun yok etme hakkını kendilerinde görüyorlar. Nitekim 22.6.25 Pazar günü Mar İlyas Rum Ortodoks Kilisesi’nde ayin sırasına baskın yapan İşid/Daeş 25 kişiyi öldürdü, 63 kişiyi yaraladı. Aynı örgüt 2016 yılında Şam’ın güneyindeki Şiî Seyyide Zeyneb türbesi yakınında 70’ten fazla kişinin ölümüne yol açan bir dizi bombalı saldırıyı üstlenmişti, hatırlarsınız.
- Medeniyetler (İslam ve Batı) Çatışması mı Gerçekten?
Ekonomi politik çatışmalara meşruiyetin teoloji ile sağlandığı şeklindeki okuma gerekçemi biraz daha açayım müsaadenizle. Batı’nın öteki toplumlara yönelik operasyonlarını S. Huntington’ın Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması diye sunmuştu. Batı, Konfüçyüs, Japon, İslam, Hint, Slav-Ortodoks, Latin Amerika ve Afrika medeniyetleri etkinliğini sürdürdüğünü söyleyen şahıs İslâm, (Batı) Hıristiyanlığı, Musevilik, Budizm ve Hinduizm’de köktendinci ya da radikal diye isimlendirilen hareketlerin eş zamanlı olarak ortaya çıktığını vurgular.
Huntington, hangi medeniyete ait oldukları hususunda tereddütlü gözüken ve sorunlar yaşayan ülkeleri de “parçalanmış/bölünük ülke” olarak nitelemekte ve bu nitelikleri haiz olduğunu düşündüğü Rusya, Türkiye ve Meksika’nın isimlerini zikretmekteydi. Alt-medeniyetlerden de oluşabilen medeniyetler arasında, Huntington’un fikrince, belli bir toprağı/ülkeyi ele geçirmek, ekonomi ve askerî üstünlüğe kavuşmak için gerek mikro (komşu gruplar), gerekse de makro (devletler) düzeyde “fay hatları” boyunca mücadeleler baş gösterecektir.
Bu arada, Huntington, makalesinde yukarıda ismi geçen medeniyetlerden her nedense en çok İslam (kısmen Çin) üzerinden olumsuz örnekler vermektedir. Onun bir diğer tanımı da Batı ve diğerleri (West/Rest) ayrımıdır ki asıl mücadelenin de bunlar arasında cereyan edeceği öngörülmekteydi. Batılı ülkelere diğer medeniyetlerin askerî kapasitelerini kontrol etmeyi, onlar arasında özellikle İslam ve Konfüçyüs medeniyetleri arasındaki farklılık ve çatışma noktalarını kullanmayı, Batı değerlerini Batı-dışı medeniyetlere kabul ettirmeyi savunur.
- Müslümanlar Arasındaki Farklılık ve Çatışma Noktalarını Kullanmak
Huntington’un son cümlesi üzerinde Sünnî-Selefi-Şiî farklılıklar üzerinde durmak yerine “Ortodoksi-heteredoksi ikilemi” bahsetmem, bu tuzağa düşmemeye çalışmak içindir.
Çünkü bu dikotomi, birbirlerinden kesin hatlarla ayrışan aralarında herhangi bir geçiş ve akışkanlığın olmadığı yapılara mı tekabül eder? Bu ikileşimi bir bütünün iki eşit veya üç orantılı parçaya bölünmesi durumu olarak okunma imkânı yok mudur?
Bu noktada bize sahih/doğru inanç diye sunulanların temelde siyasal açıdan galip gelenlerin iktidarlarına meşruiyet sağlamak için sunulması durumu, “öteki” diye isimlendirilenlerin ise “galip sayılır bu yolda mağlup” dediklerine dikkat etmek önemli.
Bu çerçevede okumalarımıza başlayacak olursak, kendisini İslamiyet’in genel kabul gören resmî yorumu Ehli Sünnet (Ortodoks/sahih düşünce) diye sunan ve ötekileştirdiği fikirleri tekfir edenlerin temel önermelerinin sahih-batıl (unortodoks-heteredoks) şeklindeki tahlile dikkat etmek gerekir. Çünkü bize göre düşünce tarihimiz içinde mevcut olan ve kendisinin sahih/doğru olduğunu, diğerinin ise “gerekli bir öteki” bağlamında batıl/sapkın (ilhâd-zındık) olduğunu söyleyen her bir ötekileştirici öğretiyi “Aynı Hakikatin Farklı Bir Tezahürü/Karşıt Fikir” okuma imkânı üzerinde durmak gerekir. Zira her fikrî/itikadî/fıkhî akımın içinde bulunduğu toplumsal şartlar ve çözmeye çalıştığı sorunlara dair önerileri vardır, bunları doğru ve yanlış diye değerlendirmek dikotomiye düşürür, oysa tutarlılık/geçerlilik bağlamında incelediğimizde doğruluk tasavvurlarının birbiriyle çatışması yerine yarışması olası dâhilindedir.
Buna ilaveten bir öğretinin sahih/doğru olarak genel kabul görmesiyle o yorumun siyasî başarısı arasında doğrudan ilişkiye dikkat edilmelidir. Bu açıdan batıl ve heterodoksi olarak addedilenler siyaseten mağlup edilmiştir, ama öyle gözüküyor ki sahih-doğruluk iddialarından hiç vazgeçmemektedirler. Bu doğal çünkü bu iddiaları içeren klasik metinlerde, kavramlar, delaletler, problematikler, fikrî sistemler ve karşılıklı ilişkiler toplamından oluşan çoğulcu yapıyı görmek mümkündür. O halde klasik metni inceleme yöntemleri, araştırma ve okuma tarzları ve stratejileri de çoğulcudur. Bunun delili, ister Sünnî; ister Şiî yorum olsun her birinin arkasında güçlü siyasî yapılar olması ve bu yorumların ifadesi olan birçok tefsir, hadis ve fıkıh kitaplarının bulunmasıdır. Bu anlamda dış dünyada farklı zaman ve mekânlarda birçok gerçeklik (doğruluk tasavvuru) olabilir, bunlar Hakikatin farklı yansımaları (Kaderi, Cebri, Haricî, Şiî, Dehrî; Meşşaî vb) olabilir. Bu nedenle doğru-yanlış yerine tutarlı/geçerli-tutarsız şeklinde analizler yapmak daha mantıklı gibi.
Bilindiği üzere İslamiyet’in ilk dönemlerinden itibaren Müslümanlar da birbirlerine “kâfir”, “fâsık”, “münafık” şeklinde tanımlayarak, “sağlam inanca/doğru yol’a” kendilerinin sahip olduğunu iddia ediyorlardı. Haricîlik ile Şîa tarihine baktığımız zaman bunlar Hz. Ali’nin Muaviye ile yaptığı mücadelede hakem olayında ortaya çıktığını ve birbirlerini kâfir/sapkın/heretik olarak zikrettiğini görüyoruz. Nitekim “Başkaldıranlar ve ötekileştirilenler, dışlananlar” anlamına gelen “Haricîler”, kesinlikle kendilerini böyle isimlendirmiyorlardı. Tam tersine “Nefislerini Allah’a satanlar” anlamına gelen “şu’rat” terimini benimsiyorlardı. Aynı durum kendilerini “Ehl-i Tevhid ve Sıfat” olarak gören akımda görülür; “Mutezili” yani itizal eden, ana akımdan ayrılanlar olarak nitelenmiştir.
Benzer durum Hz. Muhammed’den (sav) önceki peygamber olan Hz. İsa’nın takipçileri arasında da olmuş, tekfirle sonuçlanan ihtilaflar, Kadıköy Konsülü (451) ile netleşmiştir. Evrensel demek olan “Katolik” terimiyle tanımlanan kilisenin başkanı olan Papa, yanılmazlık yetkesine sahip olduğunu iddia eder, kendisini İsa’nın vekili Aziz Petrus’un halefi olarak görür, kendileri dışında bir kurtuluşun olmadığını belirtir. Bununla birlikte doğru görüş ve inanç anlamına gelen terimle tanımlanan ortodoks mezhebinin meşrûiyetini yok edememiştir. Her ikisine yönelik ciddi eleştirileri olan Protestanlık ve diğer mezhepler olduğunu da hatırlarsak durumun giriftliği iyice netleşir.
Görüldüğü üzere sahih ve biricik doğru inanç (Ortodoksi) ve sapkın-batıl (heteredoksi) terimleri sadece farklı dini gelenekleri değil, belirli bir dini gelenek içerisindeki farklılaşmayı ifade etmektedir.
- Fikrî ve Siyasî Gerilimlerin Metafiziksel e Epistemolojik Boyutu
Metafiziksel boyuttan kastımız, birey ve grup (fırka/cemaat/tarikat) merkezli okumalardır. Peygamberimizin döneminde birey ve yetenekleri merkezli bir yönetim belirlenirken, yani politik açıdan gerçekten var olan birey iken; vefatıyla birlikte yöneticinin belirli bir aile (Ehl-i Beyt) ve belirli bir kabileden (Kureyş) olacağı tartışmaları başlamıştır. Özellikle Hz. Osman döneminde aile ve kabilenin (grup/cemaat) öncelenmesi, Hz. Ali’nin seçimi ve ardından Muaviye’nin tekrar kendi kabilesini öne çıkarmasını, buna karşılık Hz. Ali ve taraftarlarının (Şîa) Ehl-i Beyt’ten yönetici olma iddialarını incelediğimiz zaman İslam (siyaset) felsefesinin metafizik boyutunun müzakeresinin önemi iyice belirginleşir.
Şîa hem velâyeti yani manevî otoriteyi hem de hilâfeti-imametle birleştirmiştir. Çünkü bireyi merkeze almak, dini dili ırkı cinsiyeti ne olursa olsun ona yapılan haksızlığı bütün insanlığa karşı yapılmış bir haksızlık olarak görmek, kendine yapılmasını istemediğin bir fiilin başkasına da yapılmaması için toplum sözleşmesine katılmak, bireyi etik ve politik açıdan en temel gerçeklik, en yüce değer olarak almak demektir. Batı felsefesinde bu liberalizm olarak geçer.
Bu hususların siyaset felsefesinin metafiziksel boyutu bağlamında incelenmesinin diğer bir yönü bireyi bir grubun, bir cemaat ya da topluluğun üyesi olarak görerek en yüce değerli grup ya da topluluğa vermesi şeklinde ortaya çıkma durumudur. Bu hususların politik rasyonalizm ve politik irrasyonalizm tasavvurları bağlamında ayrıntılı müzakerelerimizi İslam Felsefesi: Giriş (Elis Yayınevi, Ankara 2020:692-697) adlı eserde bulabilirsiniz. Ama burada tekfir kültürünün ve bunun sonucunda oluşan söylemin güncelliğini koruduğunu hatta daha genel kanaatin dışında olduğu düşünülen fikirleri ileri sürenlerin ötekileştirilmesi sürecinin daha da arttığını görüyoruz.
- Ortodoksi-Heterodoksi Tuzağına Düşmemek İçin Eleştirel Bir Ruhla Beslenmek
Tam bu noktada ortodoksi-heterodoksi tuzağına düşmemek için eleştirel bir ruhla beslenen radikal bir tavır içinde olmaya çalışmalıyız. Çünkü eleştiri insanı özgürleştirir. Burada bahsedilen eleştirel radikalizmin fanatizmden temelde farklı olduğunu özellikle belirtmemiz gereklidir. Fanatizm, her şeyi gizemli hale dönüştürür. Gizemlilik ise, hakikati “sahte bir gerçeklik” haline sokarak insanlığın kurtuluşuna engel olan bir tür yabancılaşmaya yol açar.
Eleştirel radikal tavır ile fanatik duruş arasındaki farkı biraz daha netleştirecek olursak, ideolojik bir tavra bürünmüş olan bir sistemin (akım/mezhep) yapısına baktığımız zaman, artık insan(lar)ın hayat(lar)ını yönlendiren bir “harita” gibiolduğunu görürüz. O, artık, toplumsal gerçeğin modeli değil de “toplumsal gerçek için tek model” olduğunu söyleyen kesin bir inançtır. Bu iddia zorunlu olarak, ideolojinin kendisini kesin ve mütecaviz bir tavır içinde putları deviriyor olarak görme hakkını paralelinde getirmektedir. Durum bu merhaleye gelince fanatizm ile ideolojik sistem arasında bir bağ ortaya çıkmaktadır. Fanatizmle beslenmeye başladığı an, herhangi bir grup ve her türlü akım/mezhep her zaman, muhalif düşünceleri heterodoks ilan ederek “yok etme” hakkını kendinde görmektedir.
Özetleyecek olursak, Ortodoksi-heterodoksi ve/ya sahih-batıl inançikilemi üzerine kurulmuş önermeler, anlama-açıklamaya yarayan ifadelerden daha çok polemik ağırlıklı olarak kullanılmaktadır. Bu terimler örtücü niteliklerinden dolayı sosyal ve akidevî giriftlik sebebiyle ilişkiler ağını gizlerler, yapılan baskılara meşruiyet kazandırır.
- Ve’s-selâmu alâ meni’t-tebea’l-hudâ
(Kaynakça: Samuel P. Huntington. Medenîyetler Çatışması, çev. M. Çalık, der. Murat Yılmaz, (Vadi yay. Ankara 1995), 17 vd, Montgormery Watt, “İslami Tetkikler”, İslam Felsefesi ve Kelamı, çev.: S. Ateş, Ankara 1968, 15; Mevlüt Uyanık, İslam Siyaset Felsefesinde Sivil İtaatsizlik: Hasan Basri Örneği, Otorite Yay., 3. Baskı, Antalya 2014,125 vd, İslam Akaidinde Karşıt Fikir Kavramı, A.Ü.S.B.E, (Basılmamış Master Tezi). Ankara 1988, 2-23; Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, çev.: D. Hattatoğlu, Erol Özbek, Ayrıntı Yay., İstanbul, 1991, 18; Etienne Borne, “İdeoloji ve Felsefe”, İlimler ve İdeolojiler, çev. F. Aslan, Umran Yay, Ankara,148; https://www.bbc.com/turkce/articles/cy8g0ep04g9o, https://www.bbc.com/turkce/articles/cy8g0ep04g9o?at_campaign, https://www.bbc.com/turkce/articles/cd6gyl24pwjo?at_campaign (https://www.bbc.com/turkce/articles/c5y7dpx8ln1o))
