Açık söyleyeyim, Ben de kitabı ─sözkonusu gazete makalesi üzerine─ aldım ve okudum. Sayın GENÇ,
gerçekten de, tedhişin yine zirve yaptığı dönemlerden birisi olan o acılı günlerde, pek çok helâl süt
emmiş vatan evlâdı gibi, “Türk Milleti / Türk Devleti yok olmasın, yaşasın” diye, bütün varını yoğunu
ortaya koymuş

İmdi… düşünelim… Bu durum “gözümüzde yücelttiğimiz” ülkelerden birisinde gerçekleşse idi… Yâni,
ehliyetli bir kamu görevlisi, kendisine tevdi edilen bir vazifeyi “lâyıkıyla” yerine getirse ve memleketin
önemli bir meselesinde kaydadeğer çalışmalar yapmış olsaydı, ne yapılırdı? Muhtemelen, el üstünde
tutulur, gerektiği biçimde mükáfatlandırılır, vazifesini daha mükemmel bir şekilde ifâ etmesini
sağlayacak imkán ve yetkilerle donatılır, böylece hizmetinden daha ziyâde istifâde edilmeye çalışılırdı,
değil mi?

Âlem’e Nizam Verdiğimiz “muhteşem” çağlarımızda, “BİZ”de de aynen böyle yapılırdı. Târih buna
şâhittir. Meselâ “muhteşem” çağın canlı şâhitlerinden Nemçe Elçisi Busbeq, ünlü hatırâtında “Türkler,
liyâkate çok ehemmiyet verirler. Burada, bir çoban bile, eğer kabiliyeti elveriyorsa, vezir olabilir.”
demiyor muydu?2.

Peki, ya şimdi?
Yukarıda bahsedilen kitabı okuduktan sonra, merak ettim: “Sayın GENÇ, sözkonusu vazifesinden
ayrıldıktan sonra, bugüne kadar ne yapmış, şimdi ne yapıyor?” diye… Samsun Valiliği’nin resmî
yayınağındaki bilgilere göre, bu kıymetli mülkî âmir, meslek hayatını ─neredeyse─ Vâli Yardımcısı
olarak tamamlamak üzeredir3. Takdirlerinize bırakıyorum…

“Bu daha ne ki?” diyerek, ülkemizde “ehliyetin / liyâkatin” gadre uğramasına / uğratılmasına dâir
sayısız misál verilebilir. Mümkündür.
Peki, ehil insanların gözardı edildiği, ehliyetsizliğin baştâcı edildiği bir ülkenin; mühim meselelerini
hâlledebilmesi, geleceğini kendi hür irâdesi ile inşâ edebilmesi, kısacası geleceğe güvenle bakabilmesi,
mümkün müdür?1

Yüce Rabbimiz “Emaneti ehline veriniz.” buyuruyor4. Sevgili Peygamberimizin de, bu konuya dikkat
çeken pek çok Hadis-i Şerifi mevcuttur. Hattâ bunlardan bir tânesinde, emânetin ehline verilmemesinin
“küçük kıyamet” alámetlerinden sayılması5, herhálde Bizim için uyarıcı olmalıdır.

Nitekim, bütün medeniyetlerin “yükselme” dönemlerinde bu konuya büyük önem verildiğini, “çöküş”
dönemlerinde ise, geri plána itildiğini; muhtelif sâiklerin tesiri sonucunda liyâkat unsurunun ihmâl
edilmeye başlanmasının, çöküşe yol açan arazların ortaya çıkmasında ve/veya hızlanmasında müessir
olan hususların başında yer aldığını, müşahade ediyoruz.
Kıymetli mütefekkirimiz Nevzat KÖSOĞLU, Türk-İslám Devlet Felsefesini tahlil ettiği bir eserinde,
İslâm’ın belirli bir devlet yönetim biçimi konusunda herhangi bir hükûm ihtiva etmediğini, ancak devlet
idâresi konusunda ─muhakkak uyulması icâbeden─ üç umde getirdiğini, bunların da “meşveret,
adâlet ve liyâkat (emânetlerin ehline verilmesi)” olduğunu, belirtmektedir6.

Heyhat, Atalar, bu liyâkat meselesini öylesine özümsemiş olmalılar ki, bilindiği üzere, eski zamanlarda,
rüştünü isbat etmeyen “er”e isim bile verilmemekte idi!
Evet… Neredeeen nereye geldik (yahut da, düştük!)… Hayıflanmamak elde değil.

Fakat, zaman “hayıflanma” ya da “kendimize acıma” zamânı değil.
Eğer, “Türk Devleti ve Milleti yaşasın; yeniden bütün cihâna nam salsın ve, bütün insanlığa ─Yüce
Rabbimizin emir ve tâlimatları doğrultusunda─ sulh, sükûn, emniyet, adâlet ve refah bahşeden
cihanşumûl bir nizam tesis edecek güç ve kudrete ulaşsın,” diye uğraşıp didinen vazifeşinas/ehliyetli
insanların ─hadi, en hafif tâbirle söyleyelim─ kenarda-köşede bırakılmasına, yâni “emânetin zâyi
edilmesine” seyirci kalmaya devam eder isek, korkarım, “haysiyetsiz” bir gelecek Bizim için hiç de
“beklenmeyen” bir SON olmayacaktır.

İşte bu yüzden, ve de dilsiz şeytan olmamak için, “Bizi duyacak kimse var mı ki?” diye de
düşünmeden, hançeremizi yırtarcasına haykırıyoruz: Emâneti ehline veriniz, Efendiler!
Esen kalın efendim…

1 Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2008

2 Ogiler Ghislain De Busbecq, “Türk Mektupları (The Letters Turc)”, Çev.: Hatice Özkan, Ark Kitapları,
İstanbul, 2002

3 http://www.samsun.gov.tr/​samsun-valiligi.asp?Content​Id=10; Erişim Târihi: 06.09.2012

4 “Allah size, emânetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle
hükmetmenizi emrediyor. … .” (Nisa, 4/58; DİB Meali)

5 “İş, ehlinden gayriye tevdî olunursa, kıyamete intizâr et.” A. Himmet Berki, 250 Hadis Terceme ve Şerhi,
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1979, Sf. 31; “Emanet zâyi edildiğinde, kıyameti bekle”. Ahmed b.
Hanbel, Müsned (I-VI), Çağrı Yayınları, C. II, İkinci Baskı, İstanbul, 1413/1992, Sf. 361; Peygamber Efendimiz,
“Emanetin zâyi edilmesi”ni, “İş’in ehline verilmemesi” olarak açıklamıştır. Bkz.: Zeynü’d-Din Ahmed Zebidi,
“Sahih-İ Buhari Muhtasarı Tecrid-İ Sarih Tercemesi Ve Şerhi”, Çev. Ahmed NAİM, C. II, Diyanet İşleri
Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1984

6 Nevzat KÖSEOĞLU, “Devlet: Eski Türkler’de, İslám’da ve Osmanlı’da”, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1997