Aziz Türk Milleti, Değerli Basın Mensupları,

Millî devletin kurucu asli unsuru abidevi kuruluşumuz Türk Ocakları’nın 110. Kuruluş Yıldönümünü idrak etmenin mutluluğunu yaşıyoruz.

           Türkiye’mizin en önemli millî kuruluşlarından birisi olan Türk Ocakları bundan tam bir asır önce 25 Mart 1912 tarihinde kuruldu.

Bu 110 yıllık zaman dilimi içerisinde yaşanan acı tatlı nice hadiseden sonra, Ocağımızın 110 yaşına ulaşmış olmasının mutluluğunu hep birlikte paylaşmak üzere toplanmış bulunuyoruz.

           Günümüz Türkiye’sinde ve Dünya’da yaşanan hadiseler bu kutlu ocağın Türk Milletinin mukadderatı bakımından taşıdığı önemi daha iyi ortaya koymaktadır. Bu sebeple Türk Ocakları’nın 110 sene önce hangi şartlarda doğduğunu yeniden hatırlamakta fayda vardır.

           XVIII. yüzyılın başlarından itibaren, yaklaşık iki asır boyunca, birçok sebebe bağlı olarak, zamanın küresel güçleri karşısında her bakımdan gerileyen, güçsüz duruma düşen devletimiz, 1912 yılına gelindiğinde, tam bir çöküntü içerisinde bulunmaktaydı. Zira, sözkonusu devletler, Türkleri Rumeli Anadolu’dan süpürüp atmak, başta petrol olmak üzere, sahip olduğumuz zengin tabii kaynaklara el koymak istiyorlardı. Batı Kapitalizminin yaşayabilmesi için, Osmanlı’nın çökertilmesi gerekiyordu. İşte bu yüzden, Türk Devleti, düvel-i muazzama tarafından, bir takım bahaneler bulunarak, sürekli bir biçimde baskı altında tutuluyor, vatandaşımız olan müslim-gayrimüslim topluluklar, devlete karşı isyana teşvik ediliyordu. Bu baskılardan bunalan, savaşlar ve isyanlar sebebiyle, sahip olduğu kıt kaynakları ülkenin gelişmesini sağlayacak alanlara tahsis edemeyen devlet, günden güne zayıflıyor; milletin dayanma gücü ve geleceğe ilişkin ümitleri giderek tükenme noktasına geliyordu.

Ülkemiz; tarihimizin en büyük facialarından birisi olan Balkan Harplerinin arefesinde işte bu sıkıntılı hâlde iken, milletimizin ve devletimizin yok olmaya doğru gittiğini gören 190 Askerî Tıbbiyeli genç, 11 Mayıs 1911 tarihinde, zamanın şartları gereğince, seher vakti Karacaahmet Mezarlığı’nda toplandılar, millet ve devletin geleceği üzerine hararetle tartıştılar. Üç yıl sonra tamamına yakını Çanakkale’de şehit düşecek olan bu gençler, sabah olduğunda, zamanın önde gelen ilim-fikir adamlarına tevdi edilmek üzere, bir metin kaleme aldılar. Bu çağrı cevapsız kalmadı. Birkaç ay süren tartışma ve hazırlıklardan sonra, 25 Mart 1912 târihinde Türk Ocakları Derneği fiilen kuruldu.

Türk Ocakları ümitsizliğe, yılgınlığa kapılan Türk Milletinin semasında bir ümit ışığı olarak doğdu. Türk Ocaklı gençler ve zabitler önce Çanakkale’de sonra Sakarya’da büyük vazifeler üstleniyorlar. Bir taraftan Çanakkale’deki komutanlar “Ocaklı Zabitler” istiyorlar, diğer taraftan Erkan-ı Harbiye Reisi Fevzi paşa “Türk Ocakları Çoban Ateşlerini yaktı, daha sonra bu ateşler Millî Mücadele ateşine dönüşütü” dedi.

Mondros Mütarekesinden sonra vazifelerinin bitmediğine inanan ocaklılar Halide Edip Hanımefendi’nin başkanlığında “Köycülük Cemiyetini“ kuruyorlar Anadolunun her tarafına yayılarak sıtmayla , Frengiyle, veremle mücadele ediyor, köylülere modern tarım usulleri öğretiyorlardı.

Yunan İzmir’e çıkarma yapmadan bir gün önce Türk Ocakları İzmir’de Millî Mücadelenin ilk mitingini yapıyor “Redd-i İlhak” Beyannamesini yayınlıyor, Müdafa-i Hukuk Cemiyetlerini kurmaya başlıyorlar. Sultan Ahmet, Fatih ve Üsküdar mitinglerini yaptıktan sonra Türk Ocaklı Yöneticilerin tamamı Ankara’ya geçiyor ve Mustafa Kemal Paşa’yla millî mücadeleyi tanzim ediyorlardı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gâzi Mustafa Kemâl ATATÜRK ve yakın çalışma arkadaşlarının hepsi de ateşli ve gayeye inanmış Ocaklı Milliyetçilerdi. Atatürk, Cumhuriyetin ilânını müteakip, yurt gezilerinde, daima, şâyet varsa, ilk olarak Türk Ocağı Şubelerini ziyaret etmiş, Türk Ocakları’nın bütün yurt sathında teşkilâtlanması için büyük gayret sarf etmiştir. Türk Ocakları ve Türk Ocaklılar, bu dönemde, yeni Türkiye’nin sağlam temeller üzerine kurulması ve milletimizin yeniden dünya milletler camiası içinde hak ettiği konumu elde edebilmesi için var güçleri ile çalışmışlardır. Uzun süren savaşlardan yorgun, harap ve bitkin çıkmış olan Türkiye; bütün imkânsızlıklara ve 1929 büyük dünya buhranı gibi devasa boyutlu dış meselelere rağmen; Cumhuriyetin ilk onbeş yılında, sağlıktan ekonomiye her alanda, göz kamaştırıcı neticelerini elde etmiştir.

Bunda, Türk Milletini yaşatmayı ve yüceltmeyi şiar edinmiş olan Türk Ocaklarının payı çok büyüktür. Eğer bilgi, iman, azim ve heyecanla donanmış bu hizmet aşkı kesintiye uğratılmamış olsaydı; inanıyoruz ki, güzel ülkemiz günümüzde her açıdan bambaşka ve hepimizin iftihar edeceği bir konumda olacaktı. Fakat, Türk Ocaklılar, bugün de, bu azim ve heyecanlarından bir şey kaybetmiş değillerdir. Türk Ocaklarının efsanevi Genel Başkanı Hamdullah Suphi TANRIÖVER’in de belirttiği gibi, “Türk Ocaklılar; Türk’ün gören gözü, duyan kulağı ve uyanık vicdanıdır. Türk Ocaklılar; gün içinde değil, zaman içinde düşünür, kalbinden ve zihninden târih şuuru ve sorumluluk hissi bir an bile eksik olmaz.”

Değerli Basın Mensupları ,

Günümüzde de Dünya ve Türkiye bir taraftan virüs belasıyla uğraşırken, diğer taraftan yanı başımızda Rusya’nın haksız ve hukuksuz bir şekilde 2014’te Kırım’ı işgal ettiği gibi şimdi de bağımsız bir devlet olan Ukrayna’yı işgal etme saldırısıyla uğraşmaktadır. Tarih boyunca bizim en ezeli düşmanlarımızdan birisi Türk Dünyası Topraklarını ele geçirme heveslerinden hiçbir zaman vazgeçmeyen Rusya’dır. Bu hâlde de böyledir. Çok şükür Türkiye dünkü Türkiye değil, daha müteyakkız haldedir. 7 sene öncesinde Ortadoğu bataklığına saplanmış olan Türkiye ve dahilde etnik fitneye karşı yanlış mücadele yöntemleri kullanan Türkiye gitmiş bunun yerine bunların yerine doğrunun, olması gerekenin farkında olan dahilde ve hariçte isabetli mücadele eden bir Türkiye gelmiştir. Karabağ zaferi ve Türk Devletleri Teşkilatının oluşumu Türklük Aleminde yeni ümit ve heyecanlara yol açmıştır. 7 sene öncesine kadar Ortadoğu bataklığında ve dahilde boş yere tüketilen enerji bundan böyle Türk Dünyasıyla ilgili münasebetlerimizde daha aktif olma ve bütünleşme için kullanılmalıdır. Unutulmasın ki 300 milyonluk Türk Dünyası geleceğin dünyasında Türklük Alemine çok farklı imkanlar sunmaktadır. Türkiye’yi yönetenlerin bunun farkında olarak Türkiye’nin bütün enerjisini geç kalmakla beraber bu istikamete yönetmeleri isabetli olacaktır.

Sayın Basın Mensupları,

Bize göre şu anda Türkiye’nin en önemli meselelerinden birisi de son 7-8 seneden bu tarafa Türkiye’ye gelen muhacir ve göçmenlerin durumudur. Türkiye bu konuda Osmanlı’nın başarılı bir şekilde uyguladığı iskan politikasından da ders alarak özellikle ve öncelikle göçmen ve muhacir sayılmayacak Iraklı Türkmen ve Afganistanlı Özbek soydaşlarımızı Türkiyenin hassas bölgelerinde iskân etmelidir. Keza tarihten de görülmüştür ki muhacirler hiçbir zaman kendi eski memleketlerine dönmemektedir. O halde Türkiye Suriye’den ve başka yerlerden gelen göçmenleri Türkiye’nin batısında yer alan büyük şehirlerinden alarak planlı ve şuurlu bir şekilde Anadolunun başka yerlerine dağıtmalı ve yerleştirmeli. Değilse gelecekte Türkiye’nin Milli varlığı bakımından bu hususun endişe verici sonuçlar doğuracağı ayan-beyan ortadadır.

Değerli Basın Mensupları, Aziz Türk Milleti,

Dahilde iktidarı ve muhalefeti ile birbiriyle kavga etmeyen, milli birlik ve beraberliği tahkim edilmiş, en önemli mesele olan eğitimdeki yanlışlıklar ve zaafları halledilmiş, Dünya ve komşularıyla eşit düzeylerde münasebetler geliştirmiş; figüran değil oyun kurucu olmayı hedefleyen bir Türkiye’nin; Dünyanın kâlbi olması noktasında olan Anadolu topraklarında dün olduğu gibi bugün de Dünyanın geleceğini etkileyecek hadiseler meydana getirmesi zor değildir. Türk Ocaklarının kuruluşunun 110.yılı kutlu olsun.