Sohbette başlarken bir konuşma yapan Eskişehir Türk Ocağı Başkanı Prof. Dr. Nedim ÜNAL konuşmasında “Bu gün burada Tuncay bey ile Türkistan’dan günümüze Türk sazlarını icra örnekleri ile birlikte göreceğiz. Bu milletin meşk yaptığı sazları görmek ve dinlemek imkanı bulacağız. Musiki bir medeniyetin ruhunun süzülmüş halidir. Duygularının en ince ayyuka çıktığı halidir. Bir milletin mensupları yazarları ve hatta münevverleri,o milletin musikisinde haberdar değilse, onlara münevver sıfatını verilemeyeceği kanaatindeyim. İnsanlar söyleyemeyebilir, sazları çalamayabilir fakat bir milletin mensupları kendi musikisini dinlemek ve tad almak zorundadır.  üzülerek söylüyorum ki şu zamanda gençlerimiz bırakın musikimizi dinlemeyi, bilmeyi, Avrupa’nın ruha hitap etmeyen, insan bünyesini bozan batı tarzı müzikleri dinliyorlar. Evet bu gün musikiyi konuşacağız, bizim medeniyetimiz tevarız ettiği sazlarımızı konuşacağız. Kendi medeniyetimizle, kendi kökümüzle  bir nebze de olsa buluşma imkanı bulacağız.şimdi söz Tuncay beyde. Hep birlikte dinliyoruz” diyerek sözlerini bitirdi.

                Hemen ardından söz alan Bilecik Üniversitesi ÖĞr. Üye. Tuncay DAĞLI konuşmasında “ Öncelikle bu güzel ortama bizleri davet ettiğiniz için teşekkür ederim. Aslında Nedim Hocam benim sonda söyleyeceklerimi başta söyleyerek musikimizin sıkıntılarını dile getirdi. Bende bu konuda bir şeyler söylemek isterim. Evet, dünyanın en büyük medeniyetinin evlatları kendi kültüründen, kendi musikisinden habersiz tamamen batı kültürünün ürünü olan bedene ve ruha hitap etmeyen tamamen gürültü sayılabilecek müzikleri dinliyor. Bakınız Çarşamba günü kimya sınıfının dersine girdim. 30 kişilik bir sınıfta sadece 8 kişi sesi tutturabildi. Dikkat ediniz, okudu demiyorum. Sadece sesi tutturdu. Tabii ki insan üzüntüye kapılıyor. Bir milli maça baktığımızda istiklal marşını başından sonuna kadar bir uyum ve ahenk içinde okuyamıyoruz. Açık tribün ortayı okurken kapalı tribün bitiriyor. Bando başka bir yeri çalıyor. Bunu üzülerek görüyoruz. Maalesef müzik eğitimimiz zamanında çok zirveye çıkmasına rağmen son 30 yıldır akıl almaz bir yozlaşmanın içinde. Şimdi bu unutulmaya yüz tutan musikimizin başlangıcına bakarsak; Türklerde musiki Orta Asya ve Orta Asya inançlarına dayanıyor. Eski zaman inancındaki şaman elinde, bendire’e benzeyen daire biçiminde ve bundan daha da büyük olan iki taraflı davul ile düm ve tek denilen bas ve tiz sesleri çıkaran bir davul çalmakta, gök tanrı Ülgen’e sunulan adakları transa geçerek bir ayin sırasında Gök Tanrı ile iletişim kurduğuna inanılan tek kişidir. Davul da kutsal bir ensturmandır. Hatta şaman öldüğü zaman davul dağ başında bir ağaca asılırdı. Öyleyse diyebiliriz ki şaman ilk Türk müzisyenidir ve davul da ilk Türk ensturmanıdır.

                Evet Hariri’nin Makamatın’da  bir resmi geçit töreni görüyoruz. Burada burgu denilen uzun borular var. Bu bir askeri müzik. Burada kös’leri de görüyoruz. Kös’ler 3 çeşittir. Katıra bağlanan, deveye bağlanan, fil’e bağlanan. En küçüğü katıra bağlanandır. Örneğin Zigetvar savaşında kullanılan bir kösün çağı 2 metre ye yakındır. File bağlanan bu kösler en büyük kös olarak tarihe geçmiştir. Bu köslerin ve davulların çalındığı ucu kıvrık demir çubuğa zahme diyoruz. Köslerin kullanıldığı bu mehter sadece savaşta değil örneğin hacı uğurlama ve karşılamada da çalınmıştır. Tabii ki makamlar farklı oluyor. Örneğin burada hacıya uğurlama mehterinin stilize figürleri var. Buradaki şu aletler daha önce sadece boru iken 2. Mahmut zamanındaki ıslahatlardan sonra 1826 da İtalya’dan juseppe yunusetti’nin gelmesiyle mehteran kapatıldı. Mızıkay-ı hümayun kuruldu ve o boruların yerini trompet aldı.daha sonra Cumhuriyet zamanında Mehter yeniden kuruldu.  

                Bir diğer fotoğrafta da elcezeri’nin otomatasın’da su saati görüyoruz. Topkapı müzesinde 1206 tarihli bu çalar saat te burçları simgeleyen figürler var. Bu gün kullandığımız koltuk davulu denilen alet, ortada bir nara var. Yine sol tarafta vurgular  yani borular mevcut. Behzat’tan sonra herat minyatür sanatçılarının mahallelerinin kurulduğu bir şehir olmuş. İstanbul’da minyatür resimleri konusunda çığır açan sanatçı Levni’dir. Levni’nin minyatürlerindeki bu mehter figürlerinde Önde büyük köslerin olduğu katırlar, Arkada diğer enturmanlar var. Yine geçenlerde bir yarlerde görmüştük, mehterin diğer enturmanları önde, büyük kösler arkada bir pikap otonun kasasında çalınmak suretinde geçiş yapıyorlardı.merak edip sordum. Bu kösler Bir aracın kasasında mehterin görselliğini tamamen bozuyor. Bir atın üzerinde olması gerekmiyor muydu diye sordum. Öğrendim ki bu kösleri taşıyacak atların küçüklükten itibaren bu kös sesleri ile birlikte büyütülmesi gerekiyormuş. Eğer ki hayvan bu yüksek sese alışık olmazsa ürküp vukuat çıkarabiliyormuş. O yüzden bir aracın kasasına konulmuş.Levnide eskiye göre biraz daha ara renkler kullanılıyor. Biraz daha hareketli ve mekan doldurulmuş görünüyor. Levni Özellikle 3. Ahmet’in oğullarına yaptığı sünnet düğünlerinin figürlerini resmetmiş. Özellikler müzisyenleri görüyoruz. Yine bir diğer resimde, bizim orta Asya da kullandığımız mizmar var.zurna, tambur,def burada resmedilmiş.evet şu görmüş olduğunuz resim çok önemli bir keramik.Turfan ve eski Hoçu kazılarında bulunan bu keramik 8. Yüzyıla aittir. Bu tarih İslamiyet’in yeni geldiği yıllardır. Ud dediğimiz ensturman’ın Araplardan alındığı gibi bir söylenti vardı eskiden. Bu keramik bunun yanlış olduğunu, Ud’un çok çok eskilerden bu yana Trük çalgısı olduğunu , Arapların bizden aldığını ispatlıyor. Bakınız burada birde çeng dediğimiz bir çaldı var. Türk’lere özgü bir özellik olarak at üstünde ok atmak olduğu gib at üstünde ensturman çalmakta var. Özellikle at üstünde çalınan ensturman çeng’tir.  Yine yan fülüte benzer bir ensturman var.bir kişide de ney’in veya kavalın atası olabilecek bir ensturmanman, diğer bir kişide o günün bir ağız kopuzu mevcut. Bu belge gösteriyorki bu kadar ensturmanın akortları birbirine tutturulacak ve beraber icra edecekler. Ve  beraber icra ettiklerinde de  demek ki bestelenmiş eserlerde mevcut. Yani bu resim bize bir çok şer anlatıyor.

Evet Türk sazlarının atası olan kopuzdur. Şaman bir süre sonra davuldan ziyade kopuz çalmaya başlıyor. Bu adet ozanlık geleneğine dönüşüyor. Türkler Anadolu’ya ayak bastıktan sonra da kopuz çeşitleniyor ve bağlama ailesi oluşuyor. En büyüğü meydan sazı, bir küçüğü divan sazı, tambura bağlama dediğimiz uzun saplı bağlama, çöğür dediğimiz kısa saplı bağlama ve bir küçüğü olan cura bağlama şeklinde bir kopuz ailesi oluşuyor. 3 çeşit kopuz var  birisi yılan derisinden, üstü açık olan bir kıl kopuz, pipa türü kopuz ve ağız kopuzu, devamında bu gün Kazakistan’da kullanılan  dombra ları da görüyoruz. Yine dutar isimli ensturman kopuza çok benzer ve eski minyatürlerde görürüz. Fakat şunu söylememiz gerekir ki, şu an’a kadar gördüğümüz sazların hiç biri Anadolu’da kullanılan bağlama kadar geniş oktavlı ve müzik yapmaya elverişli değildir.

                Bir diğer sazımız da el ile çalınan yine kopuzdan türeyen tamburdur. Özellikle Osmanlı saray fasıllarında çok kullanılır. Ud dan daha fazla kullanılmıştır. Ud son yüzyılda daha fazla aşama kaydetmiştir. Türk Müziğinde ki bütün perdeler tamburda mevcuttur. Yine Surname-i Vehbiye adlı esere baktığımızda kenaçeler, şah ve Davut dediğimiz ney’leri görüyoruz. 

Bir diğer ensturmanımız da Santur ve Kanun dur. Yani çeng’in yere inmiş hali gibi düşünebiliriz. Tabii ki kanundaki genişlik ve seslerdeki hareketlilik santurda mevcut değil. Bazı kaynaklara göre kanundaki mandal sistemini farabi’nin son haline getirdiği söyleniyor. Kanun çift elle çalındığı için hem tizleri hem de basları ile ritmik bir özellik ihtiva ediyor.

Bir diğer ensturmanımız da rübab’dır  bilindiği gibi el ile çalınan kopuz geliştiği gibi kıl kopuz da çeşitleniyor, afgab rübabı, kaşgar rübabı, Özbek rübabı gibi. Bir diğeri kemençe dediğimiz ensturmandır. Karadeniz de ve orta Asya’da bir çok çeşitleri mevcuttur. Birde kabak kemane vardır. Son dönemlerde revaç bulup radyoya giren bir ensturmandır. Ve üflemeli ensturmanlardan ney burada görüldüğü gibi daha çok Hatay Samandağ veya Şam civarındaki kamışlardan yapılır.” Şeklinde konuştuktan sonra beraberindeki arkadaşları ile beraber, her bir sazı önce tek tek sonra birlikte çalıp bir çok besteyi seslendirerek dinleyenlere çok güzel bir müzik ziyafeti çektiler.