Şiirsel bir duruşun, şiirden kabul edildiğini bilir şairler ve hayatında bir mısra şiir yazmamış olsa da şiirsel duruşu olan bireyi şair kardeşleri olarak kucaklarlar.

Engizisyon mahkemesi çıkışında, “Her şeye rağmen dünya dönüyor,” diyen Galilei şairdir. Dile benden ne dilersen diyen Büyük İskender’e “Güneşimin önünden çekil” diyen Diyojen şair. Romalı askere, “Problemimi çözmedikçe bir yere gitmem!” diyen Arşimet şairdir, Emevi ve Abbasi hükümdarlarının kadılık teklifine “evet” demediği için kırbaçlanıp hapsedilen Ebu Hanife şair. Yüz bin beyti vardır Attar’ın ama en güzel şiirini 74 yaşındayken bir Moğol askerine esir düşüp, halkın topladığı altınlarla kurtulmayı reddettiği için şehit edildiğinde yazmıştır duruşuyla. Nietzsche de yalnız kelimeleriyle şair olanlardan değildir; penceresinden gördüğü kırbaçlanan yaşlı ata koşup sarılışıyla da şairdir o.

Duruş için bir zemine gereksinim var ve kuşkusuz bireysel olgunluk ilk harcı zeminin. Martin Luther King, şiddetin ancak zorbaların işine yarayacağını biliyor ve önüne düştüğü kalabalıkları coşturduğu kadar yatıştırıyor da. “Bir düşüm var!” bir şiir mısraı da olabilirdi pekâlâ. O muhteşem konuşmayı yaptıktan iki sene sonra yine bir kalabalığın başında yürüdüğünü görüyoruz King’i. Yürüyor yürümesine ama bu kez bir polis barikatı çıkıyor önlerine. King, polisle çatışmasını istemiyor siyahilerin. Kalabalığa dönüp şöyle haykırıyor: “Diz çöküp dua edin!” Ve sonra “Geri dönüyoruz!” diyor onlara, homurdanmalarını göze alıp. Zekice protestolardan yana o, şiddetten değil. Bir soru soruyor, kendisini izleyen kalabalığa: Siyahları işe almayan bir mağazalar zincirinden alışverişi kesmeye ne dersiniz?

Duruşuyla şiir yazanların efsanevi ismi Mahatma Gandhi, şartlar ne olursa olsun Hindistan’ın bütünlüğünün korunmasından yana. Hindu da olsa, Müslüman da olsa, Sih de olsa herkes bu bütünün bir parçası olduğunu, aralarına sokulan nifakın kimlerin işine yaradığını fark etmeli. “İngilizler için her gün inek kesilmesine bir şey demiyoruz. Fakat bir Müslüman’ın inek kestiğini görünce çileden çıkıyoruz,” diyerek ayna tutuyor halkına. Fakat bu şiirsel bir duruşa engel değil. İngilizlerin Hindistan’daki tuz tekelini kırmak için peşine taktığı binlerce Hintliyle denize yürüyor, yirmi dört günlük bir yürüyüşten sonra suya girip dalgaların arasından devşirdiği bir avuç tuzu havaya kaldırıyor, dualar ve çığlıklar arasında.

Ayakta durmak soylu bir duruşun işareti olamaz mı? Olabilir elbette. Bütün mesele ne için ayakta durduğunu bilmek. Kaptan pilotun, “Şu anda Türk hava sahasına girmiş bulunuyoruz,” cümlesi uçakta yankılandığında, bir yolcu başını pencereye çevirmekle yetinmeyip, kendisini uçağa bağlayan kemeri çözerek ayağa kalkıyor. Hayret dolu bakışlar arasında bir süre ayakta duran yolcuya yerine oturduğunda “Niçin böyle yaptınız?” diye soruyorlar ve bunun üzerine şöyle anlamlandırıyor duruşunu: “Bu topraklar, Hazreti Mevlana’nın kabrinin bulunduğu kutsal topraklardır. Bu kutsal mekânda yaşayan millet de asırlarca İslam’ın koruyuculuğunu yapmıştır… Hürmeten ayağa kalktım!” Uçak havaalanına inene kadar ayakta durmaya devam eden bu yolcu, Pakistan’ın büyük şairi İkbal’den başkası değildir.

Özgün bir duruş için özgür ruhlara ihtiyaç var. Özgür bir ruh için egonun görünmez bağlarından kurtulmaya. İnsan yeryüzündeki varlıkların en onurlusuyken yukarıdan bakılabilir mi ona! Dağların yüklenemediği emaneti omuzlarına alma kahramanlığını göstermişken. Küçümsenmek kadar insan ruhunu rencide eden ne var! Sarhoşu küçümsemenin de bir sarhoşluk olduğunu fark ettiği için olmalı ki, İmam-ı Azam Ebu Hanife, meyhaneden çıkıp yollarda “Beni ziyan ettiler, hem de nasıl bir genci” diyerek yüksek sesle şarkı söyleyen komşusunu hapisten kurtarırken, “Delikanlı! Görüyorsun değil mi bizi! Seni gerçekten ziyan etmişiz!” diyebilmiştir. Dört büyük İslam fakihinden biridir Ebu Hanife ve fıkhın kelime anlamı “derin anlayış”tır.

Farkında olmadan kendi kollarını bağlamaktır belki de küçümsemek. Cüneyd-i Bağdadî kolları bağlı olmadığı için kucaklayabildi herkesi: “Ârif tam ârif olacaksa toprak gibi iyi olup; iyileri de taşıyacak üstünde kötüleri de. Bulut gibi olacak; herkese gölge düşürecek; yağmur gibi olup kendisini sevene de sevmeyene de yağacak…”