Bu görüşleri ciddi ciddi öne sürenler daha da komikleşiyorlar; olay mahallinin PKK’nın etkili olduğu bölgenin dışında olması nedeniyle, örgütün buralara uzanamayacağını öne sürüyorlar.

Bu tarz değerlendirmelerin gerçekleri saklayarak hedef saptırmayı amaçladığı açıktır. Her şeyden önce PKK’nın on beş yıldan beri THKP-C ile işbirliği yapmak suretiyle, bu bölgeye sızmak istediği, Karadeniz’e inmeye çalıştığı biliniyor. İki yıl kadar önce Tokat’ın Reşadiye ilçesinde aynen Ilgaz’da yaptıkları gibi yol üzerinde pusu kurarak askerî bir araca saldırı yaptıkları akıllardadır. Geçen Mart ayında Samsun’da, 07 Nisan’da Boyabat’ta polislere saldırı düzenlediler, görevlileri şehit ettiler. İstihbarat kaynakları Tunceli’den kırk kadar teröristin eylem yapmak üzere küçük gruplar halinde bölgeye sızdıklarını, dağlık ve ormanlık alanlara yerleşmeye çalıştıklarını tespit etti; valiliklere uyarı yazıları gönderildi. 26 Nisan’da Kastamonu ve çevresinde geniş bir operasyon düzenlenerek PKK’lıların izlerine ulaşılmaya çalışıldı. Buna rağmen bu eylemin yapılmış olması istihbarat zaafının varlığını ortaya koyuyor.

Terör örgütü güvenlik güçlerinin her an enselerinde olduğunu bile bile bu eylemi yaparken, hükümete, siyasî partilere ve nihayet kamuoyuna bir mesaj iletmiş oluyor. Şehit sayısının bir olması yani olayın sayısal yanı önemli değildir. İçinde bulunmasa bile, sonuçta Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Başbakanı hedef alınmıştır. Hangi şartlarda ve nerede olursa olsun bu tarz sansasyonel bir eylem yapacak güçte olduklarını göstererek seçim arifesinde örgüte moral verilmek isteniyor. Eylemden önce yol güzergâhında ve çevresinde keşif yapılarak en elverişli yer seçiliyor. Konvoyun önünde seyreden trafik aracının rampadan geçip viraja girerken ağırlaşacağı ve sabit hedef haline geleceği hesap ediliyor. Olaydan hemen sonra geniş bir operasyon düzenleneceği bilindiğinden, en kestirme yollardan ormanlık alanda kaçıp gözden kaybolmaları sağlanıyor.

Bu derece kritik bir eylemin örgütün en üst kademelerinin ve Kandil’in bilgisi dışında yapılması mümkün değildir. Zaten Öcalan 26 Nisan’da avukatları vasıtasıyla bilinen mesajlarından birini daha vermiş ve “bundan sonra olacaklardan sorumlu olmadığını” ifade etmişti. Bilinen çevrelerin ısrarla tekrarladıkları safsatalar gerçeği gizleyemez. Örgüt Türkiye Devleti’ne, Hükümete ve Türk kamuoyuna meydan okumuştur. Üstelik bir taraftan örgütün eylem kanadı PKK bu saldırıyı yaparken, siyasî kanatları da aldıkları talimat doğrultusunda işlevlerini yerine getiriyor. DTK’nın Diyarbakır’da yaptığı toplantıda, 12 Haziran seçimlerinde yeniden meclise girmeye hazırlanan Aysel Tuğluk ültimatom anlamın gelen ve hazırlanıp eline verilen bildiriyi okuyor: “Kürtler Devlet’le olmuyorsa kendi demokrasilerini kendileri kurar; inkâr isyanı büyütür”.

Bu sözlerle ne denmek istendiği gayet açıktır. Bir yandan kırsal alanlarda düzenlenen saldırılarla, diğer yandan hem Güneydoğu’da hem de Batı bölgelerinde “sivil itaatsizlik” adıyla sergilenen kitlesel gösterilerle (sık sık Mısır ve Libya olayları anımsatılarak) isyan halinde oldukları beyan ediliyor. Hem örgüt sözcülerinin hem de yandaş ve sempatizan kalemlerin bu yapılanların başına demokrasi sözcüğünü eklemek suretiyle girişimlerinin demokratik eylemler olduğunu iddia etmeleri, meşrulaştırmaya çalışmaları gerçekleri gizleyemiyor. Tam tersine demokrasi sözcüğünü sık sık kullanarak bu evrensel değerin halk nezdindeki itibarını düşürüyorlar; inandırıcılığının kaybolmasına sebep oluyorlar.

Yüksekova’da, Hakkari’de caddelerde yürümek bile imkânsız hale getiriliyor. Son birkaç haftadan beri buralarda çok çarpıcı ve düşündürücü olaylar yaşandı. İki uzman çavuş Yüksekova’da güpegündüz saldırıya uğrayıp şehit edildi; polisler linç edilmeye çalışıldı. Diyarbakır’da başka bir eylemde göstericiler polis arabasına saldırıp polislerden birini bıçakladılar.

Seçimlere doğru bu saldırıların daha da yoğunlaşacağı, her fırsatta şiddete başvurularak, polis ve askerler hedef alınarak bölgenin terörize edileceği anlaşılıyor. Örgütün bu programının engellenmemesi durumunda, 12 Haziran’da bölgede sandıklardan demokratik tercihlerin çıkacağını düşünenler hayal görüyorlar. Bölge halkının iradesine ambargo konulması sonucu ortaya çıkacak sonuçlar mevcut problemi doğal olarak kat kat arttıracaktır. Etkili önlemler alınmaması nedeniyle giderek daha pervasız ve saldırgan hale gelen etnik fitnenin yakın hedefi ülke genelinde genel bir yılgınlık ve bezginlik havası oluşturarak, seçimlerden hemen sonra gündeme gelmesi beklenen Anayasa değişikliğiyle, Türkiye’yi iki milletli ve yerel yönetim reformu adı altında federatif ilkelere göre düzenlenen iki merkezli devlete dönüştürmektir.

Örgütün yani ayrılıkçı Kürtçü girişimlerin plân ve projeleri ortadadır. Bütün beyan ve eylemleri bin yıldan beri sürüp gelen birlikteliğimizi  devam ettirmeye değil, etnik iddialar bağlamında ayrışmaya yöneliktir. Bu ortamda seçimlere gidilirken, bütün vatandaşlarımızın tarihî ve millî bir sorumlulukla karşı karşıya bulunduklarının bilinci içinde hareket etmeleri, etnik fitnecilerin yandaş ve sempatizanlarıyla oluşturdukları tuzaklara karşı “aklı duyguların önüne geçirmek suretiyle” görevlerini yapmaları gerekiyor. Milletimizin tarihî bir dönemeçten geçtiğini görmek zorundayız.

http://www.turkocagi.org.tr/modules.phpname=BasYazi&file=article&sid=170