Kuru süngerin suyu çekmesini andırır bir şevkle okuduğumuz bu kitabın başlarında isim yerine zikredilen iki kısaltma doğrusu dikkatimi çekmemişti. Yazan, Z. N., sunuş yazısını kaleme alan ise E. K. İlk kısaltmanın rahmetli Ziya Nur’a, ikincisinin Erol Kılınç’a ait olduğunu yıllar sonra öğrenmiştim; bu kitap hâlâ basılıyor, okunuyor ve vatanperver gençlere dikkate değer bir tarih şuuru ve derinliği kazandırıyor.

Erol Kılınç, hayli dağdağalı geçen gençlik hatıralarını, “Damla damla yaşadıklarım” adıyla Ötüken Neşriyat’ta yayınladı (Mayıs- 2012, 314 s.) Usta editör kaleminin mahsulü akıcı hâtıraları zevkle ve hızla okudum. Ülkücü hareketin nasıl bir insan ve fikir havzasından aktığını öğrenmek isteyenler için bu kitap, samimi bir belge niteliğindedir ve Ülkücü camiada bu nitelikte hâtıra kitabı bulmak hâlâ kolay değildir. Eline sağlık Erol Abi.

Birbirinden ilginç ve çok öğretici ayrıntılarını geçerek kitabın sonlarında rastladığım önemli bir şahitliği sizlere aktarmak istiyorum: 12 Eylül Darbesi’nden sonra Ülkücüler âniden toplu tutuklama dalgasına uğrayınca maddî ve mânevi bakımdan çok zor bir döneme girmişlerdi. Sıkıyönetim hapishanelerine düşen ve işkenceye uğrayan binlerce Ülkücü genç, bir de fakr ü zaruretle yüzyüze gelmişlerdi. İşte o günlerde, menendine az rastlanır dâvâ adamlarından rahmetli Galip Erdem, alelacele memuriyetinden emekli olup aldığı tazminatın tamamını mahpusların aileleri, maişetleri ve mahkeme masrafları için harcamış; ne var ki bununla yetinmediğini anlıyoruz Kılınç’ın hatıralarından. Şahsî itibar ve güvenilirliğini kefil göstererek açtığı yardım kampanyasına en büyük ve anlamlı desteği, geçtiğimiz hafta içinde Hakk’ın rahmetine vâsıl olan Sabri Ülker’in verdiğini öğreniyoruz. Erol Kılınç’a bu hayır faaliyetinde “Kuryelik” görevi düşmüş. Aylık aralıklarla Sabri Ülker’e uğrayıp mutemed kişi olarak, çok yüklü yardım meblağlarını teslim alan ve yerine teslim eden Erol Kılınç, yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Beni özel kalem müdürü odasında izzet ü ikram ile karşılayıp bir çay içimlik bile bekletmeksizin yüklü miktarlardaki parayı ellerinden sebil suyu gibi mutlulukla akıtarak verirdi. Bunu hiç sektirmedi. [Sabri Bey’den] yardım istedim, teberru aldım, hayır parası talebinde bulundum, bu kadar büyük meblağları bu kadar kolaylıkla ve memnuniyetle veren insan olarak Sabri Ülker’i gördüm. Beni 15 dakika geç kabul edecek olsa nezaket ve mahcubiyetinden defalarca özür dileyen bir ‘patron’du bu adam!”

Günün birinde Galip Ağabey İstanbul’a geliyor, Kılınç’a “Beni Sabri Bey’e götür, mağdurlar için zekât isteyeceğim” diyor. “Abi zaten yeterince yardım ediyor, yüklenmek ayıp olmaz mı?” itirazına, “Senin aklın ermez, bunlar yardımı ayrı, zekâtı ayrı düşünürler” cevabını alınca itaat edip buluşmayı gerçekleştiriyor. Sabri Bey, aynen Galip Ağabey’in tahmin ettiği üzere yine büyük meblağlar halinde zekât aidatlarını ödemeye başlıyor. Neticede ihtiyaç görülüp, tabir-i mahsûs ile “Dükkân”ı kapatmak vakti geldiğinde Galip Ağabey’le Erol Bey, Sabri Bey’e teşekkür ziyaretine gidiyorlar. Galip Ağabey şükran ifadesine girişince Sabri Bey sözünü kesiyor:

“Olur mu efendim, estağfurullah; para nedir ki, Allah işimizi rast getirdi, işte kazanıyoruz çok şükür; ama asıl biz size teşekkür ederiz, biz size minnettarız; kazancımızın bir nebzesini olsun gerçekten ihtiyacı olanlara sâlimen ulaştırmak bugünlerde her babayiğidin yapacağı iş değildir; bu sebeple size asıl biz teşekkür ederiz. Siz bize hayır dua kazandırıyorsunuz; Allah sizden razı olsun.” (s. 308-310)

Diyor ki Erol Kılınç, “Bu sözleri öyle içten ve hâlisâne söylüyordu ki, Sabri Bey gözümde bir kat daha büyüdü; içimden, ‘Keşke ben de zengin olsaydım da Sabri Bey gibi olsaydım’ diye hayıflanarak geçirdim.”

Cenab-ı Hak, Sabri Ülker’e, Galip Ağabey’e rahmet etsin, Allah rızası için yapılan hayır ve fedâkarlığın ecri şüphesiz Allah katındandır.