İZZETTİN AMCA’NIN SÜRGÜNÜ

… İzzettin Amca’nın evine dönünce onu salonda oturur buldum. Bendeki hâli herkesten önce anlamıştı. Dinlediğim hikâyeyi baştan sona anlatınca aynı hikâyenin içinde İzzettin Amca’nın da olduğunu gördüm ki bunu hiç tahmin etmemiştim:

“On üç-on dört yaşlarımda bir çocuktum o zamanlar. Annemle aynı vagona düştük. Nereye gittiğimizi bilmiyorduk. Tren ne yiyecek ne ihtiyaç için duruyor, gece gündüz yol alıyordu. Bir yerden sonra molalar verildi. Sonradan anladık ki Tatarlar küçücük parçalara ayrılacak şekilde bırakılıyordu rastgele bir bölgeye. Güçsüz bir azınlık, hiç kimse için tehlike oluşturmazdı. Soydaşlarını bulmak da imkânsız olduğuna göre Sovyet Rusya, Tatar meselesini kökünden ve sonsuza kadar çözmüştü aklınca.

Yiyecekler hızlıca bitmiş, tuvalet ihtiyacı baş göstermişti. Vagondaki battaniyelerle bir bölme yapıp tuvalete dönüştürdüler o noktayı. Fakat sorunlar bitmiyordu. Yiyecekten önce suyumuz tükendi. Annem susadığını söylediğinde bizde bir şey kalmamıştı. Vagonda da yoktu. Olsa verir miydi insanlar, bilmiyordum. Tre durur da bir yerden su bulurum ümidiyle yaşıyordum fakat süre uzadıkça annemin hayatla bağları zayıflıyordu. Etrafını algılayamaz olmuş, dünya hayatını bir bardak suya sığdırmıştı, Anneni suyun hayalini kurdukça canı bu kurumuş bedenden çıkmak İçin fırsat kolluyordu, Sonunda başardı, Annem, suya hasret kalarak dünyadan göçerken beni tek başıma vagonda bıraktı,

Acım bununla bitmeyecekti, Anneme, dünyanın en kolay şeyini veremediğim için veda etmiştim ama gerçek veda beni bek” fiyordu. Ölüye rağmen tren durmadı. Bir kenarda battaniyenin al» tında boylu boyunca yatıyordu annem, Belki de bir avuç kuru (0pçak demeliydim, Öylece yatabilseydi hep yanımda keşke,,, Yaz günleriydi ve vagonun içi havasızlık yüzünden daha da sıcaktı, Annemin bedeni kısa sürede çürümeye ve kokmaya başladı, En sevdiğimiz insan bile tiksinti kaynağına dönüşüyordu gözlerimin önünde, Yine de başından bir an ayrılmıyor, cesedini korumaya çalışıyordum. Dünyanın hiçbir yüzünü görmemişken birkaç günde büyümüş hatta ihtiyarlamış hissediyordum kendimi,

Koku arttıkça vagondaki adamlar sırayla yanıma geliyor, beni teselli etmeye çalışıyor ve annemi yanımızda tutmanın mümkün olmadığını söylüyordu. Hiçbirini dinlemek istemedim, İlkleri savabildim büyük bir azimle fakat zaman geçtikçe koku beni bayıltacak gibi oluyordu; irademin kırıldığını anlıyordum, Sarı bozkırın ortasında akıp giden kara trenin bir vagon kapısı aralandı. Hızla akan manzara, hayattan koparılmış bizlere yaşamı müjdeliyordu. Kaskatı olmuş bedeni kapının ağzına taşıdık, Onu son kez görüyordum, Biliyordum ki ellerimi üzerinden çektiğim gibi ne bir annem kalacak ne de onu ziyaret edebileceğim bir mezarı olacaktı, Rayların altında kalmaması için onu olabildiğince uzağa fırlattılar, Uçsuz bucaksız bozkır olacaktı bundan böyle annemin mezarı,”

İzzettin Amca sustu. Annesinin trenden atıldığını söyledikten sonra İzzettin Amca’nın o altın dişleri kapandı ve afetin habercisi olan kara bulutlar yüzüne yerleşti, Bir anda sanki o günden beri biriken damlalar gözlerinden boşalmaya başladı. Koca adam hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. , Ama sessizliği bir süre devam etti. İhtiyar adam bir anda annesiz kalmış bir çocuk gibi ufaldı karşımda. Yıpratıcı bir sessizlik doldurdu odayı. Söyleyecek bir şey bulamıyordum. Hayatımda hiç bu kadar acı dolu bir ağlama görmediğimden onu anlamaya, teselli etmeye kelimelerim Yetmiyor, sadece bir süre başım yerde sessizce acısına ortak olarak bekledim. İzzettin Amca kendini toparladıktan sonra anlatmaya devam etti,

“Genç bir kadın vardı vagonda. Kucağında küçücük bebeğiyle hayatta kalmaya çalışıyordu. Bizler başaramamışken O nasıl başaracak diye düşünüyorduk. Yanılmadık düşüncelerimizi,

Birkaç gün sonra bebek açlığa dayanamadı. Anne günlerce onun cansız bedenini kollarının arasında tuttu. Küçük de olsa ölü ölüydü.

 Kokmaya, morarıp çürümeye başladı ve sonunda o da annemin akıbetini yaşadı. Bozkıra bir de bebek kurban etmiştik »

Bu kadar gerçekle nasıl başa çıkacağımı bilmeden yatağıma yattım. Gece uzadıkça uzuyor, karanlığın içinden vahşi bir tren düdüğünü öttürerek zihnimde sonsuz bir döngüyle yolculuk ediyordu. Ne duracak bir istasyonu vardı ne de indirecek yolcuları…

RAMAZAN ARITÜRK / VATAN YAHUT KIRIM Sayfa 292