Dünyanın şartlarından, gelişmeleri zamanında teşhis edemeyişimizden dolayı medeniyetimiz biçildi; milletçe savrulduk. Adetâ binlerce yıllık çınar kökünden sökülüp kurumaya terk edildi.

Derlenip toparlanarak hayata kavuşmamız günümüzle geçmişimizi bağlamamıza, metafizik derinliklerden bize lazım olan özsuyunu çekmemize, çağı idrak etmemize, ilim ve kültür bakımından dünyanın neresinde bulunduğumuzu bilmemize, muhtaç olduklarımızı dağarcığımıza doldurmamıza bağlıdır. Milletimizin bugünkü durumundan acı ve sorumluluk duyan gençlerimizin en büyük yol göstericilerinden biri kesinlikle Peyami Safa’dır; çünkü mazimiz, halimiz, dünyada olup bitenler meçhulü değildi.

Peyami Safa’nın, Nazım Hikmet’in haksız ve insafsız hücumuna karşı kendisini savunmak amacıyla zarafet gösterip edebiyatın aynı türünde cevap vermek için yazdığından başka bir şiir kaleme aldığını zannetmiyorum. Fakat o, sanat ve fikir adamıdır; dünya çapında bir aydındır; şiir yazmamıştır, ama nasıl yazılması gerektiğine dair söyledikleri şairlik hevesi taşıyan gençlerimizin rehberi olmalıdır: “Bir şair vardır ki, içinde yaşadığı devrin bütün ruhunu şiirine doldurur ve elinde tuttuğu bu elmas bardağın aynasını çepeçevre vuran muhitinin hususi ve gölgeli yüzünü gelecek asırlardan öteye taptaze ve dinç pırıltılar halinde aksettirir. Bu, elbette büyük bir şairdir. Fakat bundan daha büyük bir şair vardır ki, içinde bulunduğu devri de aşar, zamanın dar cetvellerini kırarak varlığın asıl cevherine, insanın yaradılışla gizli ve çapraşık münasebetinin büyük muammalarına tercüman olur. Bu iki türlü şairden birincisine örnek aranırsa Nedim’i hatırlamak mümkündür; ikincisine örnek aranırsa Yunus Emre’yi hatırlamamak mümkün değildir.”

Kısacık makalesinde belirttiği üzere Nedim her şeyden önce Osmanlı’nın bir döneminin şairidir. Sâdâbâd’ı bilenlere, oralardaki gülleri, kayık sefalarını, şadırvanları, eğlenceleri hayal edebilenlere hitap etmektedir. Bu bilgilerden, o dönemin zevklerinden mahrum olanlar için Nedim’in pek bir anlam ifade etmeyeceğini şu unutulmaz benzetmeyle belirtiyor: “Sâdâbâd, lâleleri, piyaleleri, gülleri ve güzellikleriyle yokluğa doğru seyran edince, Nedim de eteklerini toplar, sarığını yana yıkar, onun ardı sıra yürür, kaybolup gider.”

Halbuki yaşadığı devrin kaybolup gitmesi Yunus Emre’den hiçbir şey eksiltmez. Zaten yaşadığı dönemi, şartlarını pek bilmiyoruz. Peyami Safa, Yunus’u büyük yapan, onu her çağın insanında etkili kılan hususu şöyle özetliyor: “İçinde bulunduğu zamana ancak sanatının ve fikirlerinin kalıplarıyla bağlı olan bu adam, sanatının ve fikirlerinin sonsuz manasıyla her devrin şairidir. Varlığı yok etmedikçe, sevme ihtimalini kaybetmedikçe, ölümü öldürmedikçe Yunus’un söyledikleri her zaman dinlenecektir.” Demek ki onun sanatı belli bir zaman dilimiyle, bir zümrenin meseleleriyle, bir coğrafyada yaşayanlarla ilgili değildir. Zaman, zümre, coğrafyaların üstüne çıkarak yüreği ve beyni olan her insana hitap etmektedir. İnsanın cevherinde saklı bulunan ürpertileri, acıları, yalnızlığı Allah’ın mutlak varlığından duyulan güven ve coşkunlukla derin ve ebedî bir tevekküle dönüştürmektedir. Göklerin sonsuzluğundan çaresizleşen insana, Rabbimiz’in varlığını duyurmakla, cevherinde ölümsüz bir ışık taşıdığını hissettirecek; nereden gelip nereye gittiğini idrak ettirecektir: “İnsan var oldukça yoklukla münasebetini tanzim etmek isteyecektir ve insan kadından doğdukça sevecektir. Şiirini Allah, ölüm ve aşk gibi üç ezeli temden dokuyan Yunus zamanın, geçmişin, gelenin ve geleceğin de şairidir.”

Şiire gönül veren gençler! Sizler Koca Yunus’la aynı metafizik iklimi soluyor, aynı duygularla donanmış yüreği taşıyorsunuz. Onun tırmandığı merdivenler size yabancı değildir; heveslerinizin, ihtiraslarınızın değil, sorumluluklarınızın insanı olur, gayretle pişmenin yollarını ararsanız, savurduğunuz çığlıklar niçin gök kubbenin tamamında yankı bulmasın. İnsanlık sizin nal seslerinizi beklemektedir; çünkü bir tek siz onları renkleri, dilleri, inançlarından dolayı ayırmaz, hepsini Allah’ın kulu olarak sever, gönül tahtına oturtursunuz.