O halde bu meselenin aslı nedir, bakalım.
Bağımsızlığın temel unsurlarından olan dil tartışmalarını neye göre sonuca bağlayacağız? Senin, benim, şunun bunun mantığına veya terör örgütünün dayatmalarına göre mi çözüm bulacağız? Yoksa kabul görmüş kurallara; milli kültür ve tarihimize, yetmedi dünya hukukuna mı bakacağız? Aynen bir hastalığın teşhis ve tedavisinde olduğu gibi tıp bilimine müracaat ettiğimiz gibi.
Genel duruma göre Devlet, millet çoğunluğunun ortak değerleri ve bireylerin eşitliği üzerine kurulmaktadır. Buna kurucu irade deniyor. Böylece millet bütünlüğünü temsil eden; kurallı, uyumlu, tutarlı bir devlet ortaya çıkmaktadır.
Mesela; çoğunluğun dili Türkçe ise, devletin dili de Türkçe oluyor. Çoğunluğun dili Fransızca ise, dili de Fransızca, Almanca ise Almanca, Yunanca ise Yunanca olduğu gibi.
Dikkat edilirse burada, milletin bünyesinde bulunan milliyet parçalarına, mezhep, ırk, etnisite, aşiret, sınıf, felsefi görüş gibi sosyal gruplara yer yoktur. Çünkü bu sosyal parçalar, çokluğa değil, azlığa aittir. Eğer azlığa ait farklı unsurlar devletin inşasına girerse; ortak paydası, kuralı, ilkesi, standardı, bütünlüğü olmayan bir yapı ortaya çıkar. Kısaca düzen değil düzensizlik olur. Halbuki devlet, düzen ve kural
demektir.
Bunun için yerel kültür ve diller devlet inşasına sokulamaz, ama toplum içinde, bireylerce hür bir şekilde yaşanır. Bu bir haktır, engellenemez.
Devlet, kendi milleti tarafından kurmuşsa durum böyledir. Ama egemen güçler kurmuşsa, bu istisnadır, tutarlılığı, ölçüsü ve dengesi olmaz. Akıbeti meçhuldür. Çekoslovakya, Kanada, Belçika, Irak federasyonu gibi.

***

Şimdi de dünyaya bakalım. BM Şartı, BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve bu ana kaynaklara dayalı olarak devletlerce imzalanan pek çok sözleşme ve anlaşma ile dünya düzeni belirlenmektedir.
Bunların hiçbirinde etnik gruplardan, haklarından ve dillerinden söz edilmemektedir. Zira bunlar milletten, yani çoğunluğa mensup sayılmaktadır. Kökeni ne olursa olsun herkes, hiçbir ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Anayasamızın 10. Md. hükmü de
böyledir.
İşte bunun için, yerel dilden devlet televizyonu yayın yaparsa, seçmeli ders konursa eşitlik bozulur. Ayrıca devlet etnik dillerden eğitim ve yayın yaparsa; ülkede farklılaşma, yabancılaşma, ayrışma, sürtüşme ve çatışma ortamı oluşur. Bunun acı örnekleri çoktur. AİHM kararları da aynen bu şekildedir.

***

Osmanlı Devletinin her işi Türkçe ile yapılırdı. Mesela; Devlet memurlarını yetiştiren meşhur Enderun’da tedrisat Türkçe idi. Mahkeme sicilleri Türkçe tutulurdu. Arabistan, Mısır, Bingazi, Trablus, Rumeli ve Balkanlar, hasılı her yerde devlet işleri Türkçe yapılırdı. İşte 1876 Kanuni Esasi’si: Md. 1. Osmanlı devleti, ülkesiyle bir bütündür, hiçbir gerekçeyle bölünemez. Md. 2. Osmanlı Devletinin başşehri İstanbul’dur. Md. 8. Osmanlı Devleti’nin uyruğunda bulunanlara Osmanlı denir. Md. 17. Yasa önünde bütün Osmanlılar eşittir. Kişilerin, din ve mezhebine bakılmaksızın vatana karşı aynı hak ve ödevleri vardır. Md. 18. Devlet memuru olabilmek için devletin resmi dili Türkçeyi bilmek şarttır. Md. 57. Mecliste müzakerelerin dili Türkçedir. Md. 68. Türkçe bilmeyen milletvekili olamaz. Md. 71. Milletvekilleri, seçim bölgesinin ayrıca vekili olmayıp, Osmanlı vekilidir. Evet Osmanlı’daki dil ile egemenlik arasındaki bu sarsılmaz bağ, 1924 Anayasasından günümüze kadar aynen devam etmiştir. Devletin temel kimliği ve yapısı hiç değişmemiş; “Ses bayrağımız” Türkçeye ve Türkün egemenliğine hiçbir unsur ortak edilmemişti. Sonuç: Egemenliğin harcı dil gerçeği böyledir. Gerisi tuzak ve ihanete eştir. Ama acıdır ki, bugün bu öz, iktidar sahipleri tarafından bozulmaktadır.