Lise yıllarımızda rahmetli Mahir İz gibi değerli hocalarımızdan “Sabatay Sevi ve Dönmeler” hakkında bazı şeyler duyardık. Ne hikmetse son yıllarda bu konu popüler hale geldi.

Sabatay Sevi ve dönmelik hakkında üretilen efsaneler birbirini takip etti. Devletin başına gelenlerin, etkili konumda bulunanların dönme oldukları söylendi; zenginlerin varlıkları dönmelikle izah edildi. Soyunu sopunu yakından bildiğimiz zenginlerin de basında dönme veya Sabataycı olduklarını okuyunca, ister istemez biz bile “Acaba?” demek zorunda kaldık. İş o noktaya geldi ki, bu topraklarda dönme olmayan zengin olamaz, devletin ciddi bir mevkiine gelemez kanaati yaygınlaştı. Sanki devletimiz, milletimizin değil de, kendisini gizleyen bir zümrenin olduğu intibaı uyandı. Söz konusu telakki adeta milli birliğimizi berhava edecek dinamite dönüştü. ‘Sabatay Sevi kimdir?’, ‘Dönmelik nedir?’ soruları ciddi ciddi zihnimizi kurcalamaya başladı. Tarafsız, yetkili bir insanın kaleme aldığı bir kitap da görünürlerde yoktu.

Çeşitli eserlerinden, televizyon programlarından tanıdığımız Doç. Dr. Erhan Afyoncu, nihayet “Sabatay Sevi ve Dönmelik” konusunu açıklığa kavuşturmak için “Sahte Mesih” kitabını yazdı. Berrak bir üsluba sahip Afyoncu’nun kaynaklarına bakınca, ciddi bir eseri bizlere sunduğunu insan teslim ediyor.

Bugüne kadar konuyla ilgili bir hayli araştırma yapılmıştı. Bu kitapların pek çoğu önyargıyla kaleme alınmamışlarsa, Gershom Sholem’in yazdıklarının naklinden ibaretti. Sholem’in “Sabetay Sevi, Mistik Mesih” adındaki çalışması uzun yıllar süren gayretin meyvesidir. Fakat Sholem Türkçe bilmediği için Osmanlı kaynaklarından yararlanamaması, konuda ciddi bir boşluk husule getirmiştir. Afyoncu’nun belirttiği üzere “Sabatay Sevi ve Sabataycılık” öncelikle Osmanlı İmparatorluğu’nun bir meselesiydi. Dolayısıyla bizim arşivlerimiz kullanılmadan yapılacak her çalışma eksik kalmaya mahkûmdu. Bu konuda arşivlerimizi alabildiğine kullanıp eserini veren Afyoncu, Sholem’in bıraktığı boşluğu da doldurmuş oldu.

Osmanlı da insandı; insanın olduğu yerde eksiklik, yanlışlık olması tabiidir; günümüzden geriye doğru baktığımız zaman Osmanlı’nın da eleştirilecek pek çok hususunu görebiliriz. Fakat bugünkü anlayışımıza göre geçmişteki Osmanlı’yı değerlendirmeye kalkarsak, en büyük hatayı yapmış oluruz. Osmanlı’nın ne olduğunu tespit için yaşadığı dönemdeki devletlerle mukayese etmemiz gerekmektedir. Meselâ XVI. yüzyıldaki Fransa, İspanya, Avusturya, Rusya ve diğer devletlerle hürriyet, hak, hukuk bakımından Osmanlı değerlendirilirse gerçek kimliği ortaya çıkar. Aksi takdirde, Fatih niçin demokrasiyi getirmedi diyen sözüm ona aydınlarımız gibi saçmalıklarla hüküm veririz. Avrupa’da Müslümanlara, Musevîlere, hayat hakkı verilmezken her dinden insan Osmanlı’da rahatça yaşıyor; cemaatler de kendi hukuklarını özgürce uyguluyorlardı. Batılı devletlerde Hıristiyan olmayanların başına her türlü felaket gelebilirdi. Nitekim o diyarlardaki veba salgınından Yahudiler suçlu gösterilmiş, onların yok edilmesiyle vebanın da sona ereceğine inanılmıştı. Afyoncu’dan öğrendiğimize göre ilk Yahudi katliamı 1348 yılında Güney Fransa’da başlamış, sonra devam etmiştir. XV. yüzyıldan itibaren Osmanlı toprakları Yahudilere güvenli bir bölge görünmeye başladı; o dönemden beri ardı arkası kesilmeyen göçler Devlet-i Âliyye’ye devam etti. Yahudi İzak Sarfati’nin 1454 yılında Avrupa’da yaşayan Yahudilere işkenceden kurtulmak istiyorlarsa ülkemize gelmeleri için mektuplar yazdığını, “… Burada en iyi elbiseler giyebilirsiniz, herkes kendi asma ve incir ağacının altında rahatça oturabilir.” gibi ilginç cümlelerine kaynaklarda işaret edilmektedir. II. Bayezid döneminde İspanya, Portekiz ve İtalya başta olmak üzere Avrupa devletlerinden Osmanlı’ya Yahudi göçünün hızlandığını, gelenlere şefkatle davranılmasına dair müşfik Padişah’ın fermanlarını biliyoruz. Bu göç yüzyıllarca sürdü; XIX. yüzyılda dahi Doğu Avrupa’da, Rusya’da yaşayan pek çok Yahudi uğradıkları zulümden dolayı ülkemize gelmişlerdir.

İlim ve fikir hayatımızda ciddi bir eksikliği gideren “Sahte Mesih” kitabının yazarı Erhan Afyoncu, genç yaşına rağmen önemli hizmetler yapmıştır. Tarihimizin tepetaklak oturtulduğunu, günümüzdeki sıkıntılarımızın pek çoğunun buradan geldiğini ilimden nasibini alan herkes görür. Tarihimizde gizli, mendebur bir elin dolaştığını, tarihçilerimizin nasıl fark etmediğine akıl erdirmek mümkün değildir. Bir konferansında Erhan Afyoncu’nun “Osmanlı tarihini yeniden yazmalıyız.” dediğini duyunca, geleceğimize güvenle bakmaya başladım. Çünkü tarih sadece geçmişi araştıran bilim değildir; bugünü anlamak, geleceği inşa etmek de tarihle mümkündür.