Bu bakımdan politik olarak Türkiye’de milliyetçiliğin toplumsal temelleriyle, bütün sağ hareketlerin siyasal, kültürel bağlarının bulunduğu rahatlıkla görülebilir.

Bu açıdan milliyetçilikle muhafazakârlık arasındaki ilişki “birleşik kaplar” gibidir. Aradaki temel fark, bu kapları birbirine bağlayan çok sayıda geçişgenliğin olmasıdır. Dolayısıyla milletin hassasiyet gösterdiği birçok alanda, milli ve dini ya da muhafazakâr tutumlar birbiriyle özdeşleşir. Bu durum, bilhassa milliyetçilik ya da muhafazakârlık ekseninde siyaset yapanların, önce fark edip sonra dikkatle üzerinde durması gereken bir husustur. Milliyetçilik adına siyaset yapanlar bunu fark edemeyince, devletçiliğe kaymaktan başka bir yol bulamazlarken, yine bunu dikkate almayan muhafazakârlar da ciddi bir yabancılaşma sorunuyla karşılaşabilirler.

Siyaset koymak

MHP’nin 10. Büyük Kongresi tahmin edildiği gibi sessiz sedasız yapılıp, tamamlandı. Sessiz ve sedasız olması kongrenin milliyetçilik adına ortaya “yeni bir siyaset koyma” konusundaki tavrıyla ilgilidir. Türkiye’nin temel meselelerinin olduğu gibi, milliyetçiliğin 21. yüzyılın başında ele alması ve tartışması gereken politik meselelerinin de kongre gündeminin dışında kalması, partinin kendi içine dönmesine, daha çok da politik polemiklere yoğunlaşmasına yol açmıştır.

Türkiye’nin 21. yüzyılın başında karşılaştığı en önemli konulardan biri olan, etnisite probleminin de bu bağlamda değerlendirilmiş olması, hiç olmazsa, bu konuda farklı bir yaklaşıma sahip olunduğunun gösterilememiş olması, ortada ciddi bir boşluk bırakmıştır.

Siyasetçilerin, etnik meseleyle ilgili tartışmaları, “Kürt sorunu” polemiğinin dışına götürememiş olması, milliyetçilerin Ziya Gökalp’ten bu tarafa farkında olmakla kalmayıp, üzerinde fikir yürüttükleri bir meseleyi, bugün sivil-kültürel bir bağlama taşıyamamış olması, kamuoyunda ayrılıkçı çevrelerin biçimlendirdiği bir algının yerleşmesine yol açmıştır. Mesele sivil-kültürel bir zeminde ele alınamayınca, çözüm konusunda ortaya konan teklifler de oldukça palyatif, sıradan önerilere dönüşmektedir.

Geleceğe uzanmak

Demokrasi, yurttaşlık ve milletleşme süreci arasındaki ilişkiler göz ardı edilince, fark edilemeyince etnik mesele ne terörden ayrıştırılabilir ne de ayrılıkçı hareketler karşısında milli bir tavır takınmak mümkün olabilir.

Türkiye’deki ayrılıkçı hareketin, geri Stalinist bir söylem üzerinden dile getirdiği “ulusal sorun”u milliyetçilerin eşit yurttaşlar topluluğu idealinde, sivil toplumun çoğulcu iradesi bağlamında bir entegrasyon projesine dönüştürme konusunda tereddüt göstermemeleri gerekir. Bu problematiği dahi anlayamayan, sözde aydınlar ve kamuoyunun, sorun karşısındaki tutumunda, hiç olmazsa milliyetçilerin meseleye kendi teorik zeminlerinden bakarak, katkı yapmaları faydalı olabilir.

MHP Kongresi’nde yapılan konuşmalar ve değerlendirmelerden daha çok, seçimin ülkenin istikrarına katkı yapacak biçimde sonuçlanmış olmasının üzerinde durulması ilginçtir.
Milliyetçiliğin Türk düşünce hayatını zenginleştirici mirasını Fuat Köprülü’ye, Zeki Velidi Togan’a, Osman Turan ve Bahattin Ögel gibi tarihçilerin zengin ve verimli tarih çalışmalarında koymak, toplum, kültür ve fikir mirasını Sait Halim Paşa, Ziya Gökalp, Mümtaz Turhan ve Erol Güngör’ün eserlerinde bırakmak, bu birikime zihnen uzak durmak ancak siyaseti yoksullaştıracak sonuçlar yaratabilir.

http://gundem.bugun.com.tr/siyaset-ve-milliyetcilik-yazisi-211080