ZİYA GÖKALP’in 104. Vefat yıldönümünde Gökalp’i çok güzel anlayan ve anlatan Salim CONOĞLU Hocanın yazısını takdim ediyoruz.

“Ne yazık kafamdaki fikirleri veremedim. Eserimi tamamlayamadım. Bunları hep beraber götürüyorum.” Ziya Gökalp…

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun orijinal ifadesiyle, “Horasan illerinden gelmiş bir gizli tarikat şeyhi” Ziya Gökalp,  hem yaşadığı çağa hem de daha sonraki dönemlere damgasını vurmuş, çevresindekilere, kendisini dinleyenlere, yazılarını okuyanlara bir şekilde tesir etmiş bir mütefekkirdir. Nitekim büyük bir kadirbilirlik örneği olarak Prof. Dr. Ali Duymaz tarafından hazırlanan ve yazım aşamasında verilen emeğe yakından şahit olduğum “Yüzyıla Damgasını Vuran Bir Düşünür: Ziya Gökalp” biyografisinde, Prof. Dr. Ali Duymaz Gökalp’tan bahsederken Gökalp’ın bir “veli” gibi dünyevî hırslardan uzak duruşu ile görüştüğü insanlar üzerinde bıraktığı derin etki gücü üzerinde durur ve onun insanları etkileyiş gücünün çok yüksek olduğundan hareketle, sırf bu yüzden onunla görüşmekten kaçınan, uzak duran kişilerin bulunduğunu kaynakların kaydettiğini ifade eder. Gökalp’ın derin etki gücüne dair önemli bir örnek Ali Nüzhet Göksel’in Gökalp’a dair satırlarında gizlidir. Ali Nüzhet, Ziya Gökalp’ın fikirlerinin yayılmasındaki sebepleri sıralarken onun ahlaki hayatının en büyük rolü oynadığını söyler. Şahsi menfaatini bilmeyen, yalnız fikirleri için yaşayan Ziya Gökalp, Ali Nüzhet’e göre saf ve masum ruhuyla devrinin gençleri arasında epey müessir olmuştur.

23 Mart 1876’da Diyarbakır’da doğan; 25 Ekim 1924’de İstanbul’da vefat eden Ziya Gökalp’ın doğum ve ölüm tarihi arasındaki 48 yıllık kısacık çizgideki en ayırt edici vasfı özellikle 1910-1924 yılları arasında imparatorluktan cumhuriyete geçiş döneminde yaşanan sancılara, bunalımlara tanıklık etmiş ve insanların kafalarının karışık olduğu bir zaman diliminde, bu karışıklığa çözüm bulmak amacıyla Türk toplumu ve kültürü üzerine sosyolojik, kültürel ve siyasal teori ve değerlendirmeler yapmış olmasıdır. Ölümünün üzerinden 100 yıl geçmiş olmasına rağmen yaptığı değerlendirmeler bugün de geçerliğini korumaktadır. Eserlerinin gördüğü ilgi, içerisinde yaşadığımız çağda da Gökalp’ın güncelliğini koruduğunu ve eserlerinin bir takım yeni arayışlara ışık tutacak nitelikte olduğunu göstermektedir.

 I. Meşrutiyet’te doğmuş Gökalp, II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e ülkenin bütün dönemeçlerinde var olan, var olmakla yetinmeyip rehberlik eden bir fikir ve eylem adamıdır. Çünkü en büyük zevki okumak ve tetkik etmektir. O sadece büyük bir âlim değil aynı zamanda yaratıcı kudreti olan bir düşünce adamıdır. Bugün millet ve milliyet namına bilinenleri, Türk milletinin büyük bir mazisi olduğu ve ancak bu maziyi tetkik sayesinde istikbali hazırlamanın mümkün olduğunu Gökalp öğretmiştir. Bu süreçte Gökalp’ı yargılayanlar, eleştirenler de olmuştur. Gökalp’ı bu tavrından dolayı eleştirenler onun şahsiyetini, saflığını, maddi ve dünyevi her ihtiyaçtan azade ruhunu tanımayanlardır. Gökalp her türlü menfaat endişesinden uzak yüksek bir şahsiyete sahiptir. Onun yaptığı her şey muhakkak inandığı, sevdiği, iyi gördüğü bir şeydir. Onun ilme, teoriye ve hatta her şeye tercih ettiği “millet”tir. Bütün hareketlerini “millet” namına huzur ve rahatından yaptığı bir fedakârlık olarak görmek gerekir.

Bu bağlamda Ziya Gökalp sadece bir âlim değil aynı zamanda milletini çok seven vatanperverdir. O, hayata, ateşin bir vatanperverlikle doğmuş ve son dakikaya kadar bu vatanperverliğinden zerre kadar kaybetmemiş, bilgisinin arttığı nispette vatanperverliği de çoğaltmış ve takviye etmiştir. Onun gençlikten istediği heyecan, vatanı ve milleti sevmektir. Ona göre bir Türk için Türkiyesiz ilim, tasavvuru bile imkânsız bir şeydir. Kendisi ilim namına ne düşündüyse o düşünceye ya Türk milletinin kendi kalbinde yanan ebedi ateş sebep olmuş yahut sonunda milli ve vatani bir düşüncede karar kılmıştır.

Gökalp büyük bir kasırganın bir hamlede yerlere yıktığı gölge veren bir çınar gibi devrilip gitmiş ve ölümüyle memlekette büyük bir boşluk yaratmıştır. Ancak kısacık ömrüne Yeni Mecmua’da birbirine bağlı bir irfan piramidi gibi ebediyen yaşayacak makalelerinden ve Türk Töresi, Kızıl Elma, Yeni Hayat, Türkçülüğün Esasları, Türk Medeniyeti Tarihi vb eserlerinden başka, telif ve tercüme heyetinin peyderpey yayımlarını üzerine aldığı ölmez eserleriyle, bir de öğrencilerinden sosyolojinin en güç meselelerini bile hakkıyla anlamış ve sindirmiş hatırı sayılacak derecede büyük bir kitleyi hem Türk fikir hazinesine hem de milletine miras olarak bırakmıştır.

Ziya Gökalp, yaşadığımız yüzyılın penceresinden gördüğümüz konforlu manzarayla anlamamızın mümkün olmadığı; vatan savunması için cepheye koşan vatan evlatlarının geride bıraktıkları eşlerinin, çocuklarının açlık ve yoklukla imtihan olduğu, yiyecek bir lokma ekmeği olan insanların varının yarısını olmayanlarla paylaştığı zorlu bir döneme, Türk milletinin sırtına ateşten gömlek giydiği bir devre aittir. Böyle bir devrin sağlaması, olumlu ya da olumsuz taraflarıyla, edebiyat eserlerinde yapılır. Hayatımız ve algılarımız değişirken, değişimi/tedirginliği ve tükenmişliği kalabalık yığınlardan daha yoğun hisseden yazarlar; değişimin/ yenilenmenin ifade edildiği metinler üretmeye başlar. Böylesi süreçler, özellikle toplumun zihinsel yetimliğinin telafisi konusunda yazara ve edebiyata da önemli sorumluluklar yükler.

Milli Mücadele’nin hemen ertesinde Ziya Gökalp memlekette tek bir şeyin eksikliğini hisseder: Menfaatleri çiğneyip geçen bir heyecan, karşılık beklemeden ve yalnız hakikate koşan bir azim ve iman. İşte, o tarihten itibaren karşılık beklemeden yalnız hakikate koşan, kendi fani varlığını inkâr ederek ‘cemiyet-millet’ denilen ebedî varlıktan başka bir şeye önem vermeyen ve Yakup Kadri’nin; “Bir adamı inkâr etmek kolaydır fakat yaşayan ve yürüyen bir eser nasıl inkâr edilebilir?” ifadesinde vücut bulan Ziya Gökalp’ı ölümünün 101. yılında rahmetle anıyorum. Ruhu şad, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar olsun.