2010 yılında İstanbul’da düzenlenen “Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları 10.Zirve Toplantısı” sırasında TÜRKSOY tarafından önerilen “Türk Dünyası Kültür Başkenti” uygulaması oy birliği ile kabul edilmiştir.

Bu karar doğrultusunda 2011 yılında “Astana 2012 Türk Dünyası Kültür Başkenti” seçilerek yürürlüğe girmiş ve 2013 yılı için Türk Dünyası Kültür Başkenti olarak Eskişehir seçilmiştir.
2012 yılında Türk Dünyası Kültür Başkenti olan Astana 24 Şubat 2012 Açılış Galası ile başlattığı etkinliklerini, 30 Kasım 2012 Kapanış Töreni ile Türk Dünyası Kültür Başkenti bayrağını Eskişehir’e devretmiştir.

Türk Dünyasında, Türk Halkları arasındaki kültürel münasebetleri artırmak; Türk Kültürünün gelişmesi için müşterek çalışmalar yapılmasını teşvik etmek; asırlardan buyana çeşitli sebeplerle birbirine uzak kalmış olan Türk Halkları arasında Demirperde’nin yıkılmasından sonra hızlanan yakınlaşmayı pekiştirmek gibi amaçları bulunan sözkonusu proje çerçevesinde, 2013 yılının başından itibaren Eskişehir’de pek çok faâliyet gerçekleştirilmiştir. Bunların en önemlilerinden birisi de, Eskişehir’den Özbekistan’a “Anayurttan Atayurda, Türkiye’den Özbekistan’a” temalı bir gezi tertip edilmesi olmuştur. Bu gezinin, 19-29 Kasım 2013 târihleri arasında, Eskişehir’deki mülkî âmirler, üstkademedeki bürokratlar, öğretim üyeleri, işadamları ve Eskişehir’de faâliyet gösteren gönüllü teşekküllerin yöneticilerinin katılımıyla iki gurup hâlinde gerçekleştirmesi öngörülmüş ve, ilk gurup, 19-29 Kasım 2013 târihleri arasında, seyahatini tamamlamıştır. 

Bilindiği üzere, 1990′ lı yılların başında Sovyetler Birliği’nin dağılmasını müteakip, Türk Cumhuriyetleri peyderpey bağımsızlıklarını kazanmışlar, ancak tâkip eden yıllarda, “yeni bir düzen tesisi” konusunda bu ülkelerde önemli sıkıntılar çekilmiştir. Türkiye’nin de, bu konuda yeterli hazırlığa sâhip olmayışı, bağımsızlığını yeni elde eden bu kardeş ülkelere istenilen seviyede yardımcı olunmasını güçleştirmiş; plânsız-proğramsız şekilde gelişen ilişkiler ise, başka bâzı sorunlara yolaçmıştır. Nitekim, 1991 yılında bağımsızlığını kazanmasından sonra Özbekistan’la tesis edilen ilişkiler, yukarıda kısaca temas edilen sorunlar yüzünden, uzunca bir süre akâmete uğramıştır. Bilindiği kadarıyla, yaklaşık 20 yıldan buyana, hükûmetler seviyesinde zaman zaman kurulan temasların dışında, bu iki Türk Ülkesi arasındaki ilişkiler “yok” mertebesinde kalmıştır. İşte bu yüzdendir ki, Eskişehir Türk Dünyası Kültür Başkenti Projesi çerçevesinde atayurdumuza gerçekleştirilmekte olan bu gezi, Türkiye─Özbekistan ilişkileri bakımından bir milat sayılabilecek kadar büyük önem taşımaktadır. 
Bahiskonusu gezi için oluşturulan iki guruptan ilki ile birlikte, 19-24 Kasım 2013 târihleri arasında, Özbekistan’ın Taşkent, Buhara ve Semerkant şehirlerini gezdim. Açık söylemek gerekirse, giderken, pek çok gurup üyesi gibi; temizlik, tertip-düzen, ahali ve resmî görevlilerden göreceğimiz muamele, iki Türk lehçesi arasındaki farklılıklardan kaynaklanabilecek sorunlar vb. konularda bâzı endişelerim var idi. Yaklaşık bir hafta süren seyahat sonucunda, gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki, hemen hiç bir konuda bahsedeğer hiç bir sorun yaşamadım. Çarşı-pazar, yol ve kaldırımlar, oteller, yemek yerleri son derece temiz ve tertipli-düzenli idi. Muhatap olduğumuz sivil-resmi, görevli-görevsiz insanların hemen hepsi sıcak bir şekilde ilgi ve alâka gösterdiler, Türk misafirperverliğinin gereğini yerine getirdiler. Gümrük işlemlerinde, yeme-içme ve konaklama mekânlarında, cadde-sokak ve çarşı-pazarlarda, sorunsuzca, rahat ve güvenli bir şekilde hareket ettik, işlemlerimizi gerçekleştirdik. Deyim yerinde ise, kendimizi evimizde/ülkemizde gibi hissettik, zaman zaman sanki Türkiye’nin başka bir vilâyetinde geziyormuş hissine kapıldık. 
Özbekistan’da, en çok dikkatimi çeken, ve de en çok takdir ettiğim hususlardan birisi de, trafikteki düzen ve ─hem sürücüler, hem de sürücüler ile yayalar arasındaki─ karşılıklı saygı oldu. Pek çok yaya geçidinde ─hatta, tâlî nitelikteki dörtyol kavşaklarının bir kısmında─ trafik lambaları yok. Buna rağmen, yaya ve araç trafiği, aksamadan, herhangi bir karmaşaya uğramadan, güvenli bir şekilde akıyor. Bir yaya ─geçidi kullanmak kaydıyla─ yolun karşısına geçmek istediğinde, bütün araç sürücülerinin ─sanki tâlîmat verilmişçesine─ aynı anda yol vermelerini, hem hayretle, hem de gıpta ile seyrediyorsunuz. Ülkemizdeki vaziyet ile karşılaştırınca, hayıflanmamak elde değil.

Özbekistan, buram burak târih kokuyor. Târihi eserler çok bakımlı, temiz, pırıl pırıl. Onarımlar usûlüne uygun yapılmış, târihi eserlerin özellikleri korunmuş. Buhara ve Semerkant gibi târihi şehirlerde, îmâr plânları ve yapılaşma, bu şehirlerin târihî siluetini bozmayacak şekilde gerçekleştirilmiş. Meselâ, Buhara’da, ana cadde üzerinde bulunan birkaç resmî yapı dışında (onlar da en fazla dört katlı), iki kattan daha yüksek yapılaşmaya müsâde edilmemiş. Aynı durum, târihî mekanlara yakın olan kısımlarda, Semerkant için de sözkonusu. Bu yüzden, Buhara’da ve Semerkant’ın ─Registon meydanı gibi─ bâzı kısımlarında gezerken, bir anda zaman sanki 16.-17. yüzyıllarda durmuş hissine kapılıyorsunuz. 
Umûmen Türkistan, husûsen de Özbekistan, medeniyetimizin maddî-mânevî eserlerini en fazla barındıran bölgelerden birisi. Nitekim, Özbekistan, İmam Burârî, İmam Mâturidî, Ubeydullah Ahrar Hz., Emir Külal, Şah-ı Nakşibend, Abdülhalik Gücdivânî gibi mâneviyat büyükleri ile, Emir Timur (Timur Han) ve zevcesi Bibi Hanım adına yapılan türbeler ve külliyeler başta olmak üzere, mânevi dünyamızı inşa eden, Türk-İslám târihine mührünü vuran mühim şahsiyetler adına (yahut da, bizzat kendileri tarafından) vücûda getirilmiş türbeler, medreseler, külliyeler gibi sayılamayacak kadar çok târihi eseri barındırıyor. Bu eserlerin, Özbekistan Devleti tarafından şânına yakışır şekilde korunuyor olması ise, ayrıca takdire şayan bir husustur. Kanâatim odur ki, her Müslüman, hac ve umre fârizalarını deruhte ettikten sonra, şâyet imkânları elveriyor ise, bu mübârek mekánları muhakkak surette ziyâret etmelidir.
Gezimiz boyunca, Özbekistanlı kardeşlerimizle anlaşma konusunda çok fazla sorun yaşamadık. Öyle ki, bâzı muhataplarımız, neredeyse Türkiye Türkçesine yakın bir lehçe ile konuşuyorlardı. Dükkánlardaki tabelalar, birkaç saatlik bir uyum süresinden sonra, rahatlıkla okunabiliyor. Büyük ölçüde Lâtin alfabesine geçilmiş. Bâzı seslerin farklı harflerle ifâde ediliyor olması ilk başta güçlük yaratıyor gibi görünse de, biraz gayret gösterince, kısa zamanda bu müşkül de ortadan kalkıyor. İleride, Türk Dünyasında ortak bir alfabe vücûda getirilmesine yönelik çalışmalar semeresini verdiğinde, bu sorunun tamâmiyle ortadan kalkacağına, ve İsmail Gaspıralı Bey’in işâret ettiği “İş’te, dilde, fikirde birlik” şiarının çok daha kolaylıkla tatbik sahasına indirileceğine kaniiz.

Sözün özü, Özbekistan ile ilişkilerimizi geliştirmekte, bugüne kadar, burada ayrıntılı olarak izah edilmesi mümkün olmayan bir takım sebeplerden ötürü, oldukça geciktik. Fakat, bir başlangıç yapılması gerekiyordu. Özbekistan’ın istiklâline kavuşmasından tam 22 yıl sonra Eskişehir Türk Dünyası Kültür Başkenti projesi çerçevesinde gerçekleştirilen bu gezi, ümit ve temenni ediyoruz ki, hayırlı ve verimli bir başlangıç olur. Bu gezi sırasında karşılıklı olarak oluşan güven ve yakınlaşma iklimi, bundan sonra her alanda daha kapsamlı ve yoğun ilişkilerin kurulacağına olan inancımızı artırmaktadır.

Bu fevkalâde yararlı gezinin düzenlenmesini sağlayan Eskişehir Valisi Sayın Güngör Azim TUNA ve Eskişehir Türk Ocağı Başkanı Sayın Prof. Dr. Nedim ÜNAL başta olmak üzere, emeği geçen bütün yetkililere/ilgililere teşekkür etmeyi, vazife addediyoruz.