Türk Milletinin kadim vatanı Anadolu, yakın tarihinin en ağır sancılı dönemlerinden birini yaşıyor. Bu topraklar fetret dönemlerini gördü. Selçukludan Osmanlıya geçiş bir fetretti, Ankara savaşı sonrası 10 yıl bir fetretti, Milli Mücadele öncesi bir fetretti, ancak bütün bu fetret dönemlerini Türk Milleti olarak ecdadımız atlatmayı başardı. Kendini milletine hizmet yolunda fedaya hazır liderleri ile kenetlenmiş Türk Milleti, bu büyük badire dönemlerini sadece atlatmakla kalmamış yeni ve daha büyük medeniyet hamleleri yapmıştır.

Maalesef son zamanlarda yeni bir fetret dönemine girdiğimize üzülerek şahit oluyoruz. Birkaç yıl öncesine kadar aklımızdan geçmeyecek olaylar, eylemler ve sözlere muhatap oluyoruz. En az 1000 yıldır Batılıların da Türkiye diye adlandırdığı bu topraklarda Türk’ün varlığı tartışılır hale getirilmiştir. Yeni Anayasa tartışmaları “sivilleşme” adı altında halkın kabulünü artırmaya dönük bir yöntemle Türksüzleştirme operasyonuna dönüşmüştür.

İdeolojisiz devlet, demokratikleşme gibi kavramlar istismar edilmektedir. Hâlbuki ideolojisi olmayan devlet dünyada yoktur. Batıdaki liberal devletlere bakarsanız ne Amerika İngilizceden, ne Almanya Almancadan ne de Fransa Fransızcadan taviz vermektedir. Taviz vermediği dilleri aynı zamanda milli kimliklerinin ve kültürlerinin temelidir. Liberalizm büyük bir ideoloji olduğu için Sosyalizm/Komünizm gibi büyük bir ideoloji geliştirilmiş, iki ideoloji milyonlarca hayata mal olan bir mücadele içine girmiştir. Dolayısıyla Batının liberalizmi milliyetçilikle iç içedir. Bizdeki liberaller ya bu gerçeği görmemekte ya da kalemlerinin iradelerinin hürriyetini bir bedel karşılığında teslim etmektedirler.

Dini açıdan baktığımızda da durum liberal devletlerin durumuna benzemektedir. Din bir milletin ana kültür kaynakları arasındadır. Bir milletin dünya ve ahirete bakış açısını belirlediği gibi doğum, evlenme ve ölüm gibi sosyolojik etkisi büyük hadiselerin şekline derin etki yapar. Bununla birlikte dini kardeşlik çoğu zaman siyasi birliğe yol açmamıştır. Aynı dine mensup farklı Hristiyan ve Müslüman milletlerin temel çimentosu olmayı başaramamıştır. Ancak kavim kardeşliği milletlerin temel çimentosu olmuştur. Bu tarihin bir sonucudur. Hristiyanlık adına da İslamiyet adına da mücadele veren devletlerin bir milli damarları olmuştur. Bu gerçeğin en somut örneği Afrika kıtasıdır. Bu kıtada konuşulan üç hâkim dil vardır ki üçü de dışardan gelmiştir: İngilizce, Fransızca ve Arapça. Üçü de din adına hareket etme iddiasında olan devletler tarafından Afrika’ya getirilmiştir.

Türkiye’de bu tarihi gerçeklerin bilgisinden mahrum veya aidiyetlerinde farklılık ve sıkıntı algılayanlar tarafından “barış” adına yapılan açıklamalar hem ülkemizin huzur ve barışını tehdit edecek bir mahiyet kazanmış, hem de Türkiye’nin dışına taşma potansiyelini taşımaktadır. Bu ülkeyi yönetme sorumluluğunu taşıyanlar Türkiye’de yaşayan halkın %90’nını Türklerin oluşturduğunu unutmamalıdır. Bu gerçeğin ışığında Türk milliyetçiliğini ve Türklüğü reddetmek Türk’e dair ne varsa reddetmek demektir. Türk Milleti tarihte kendini reddetme cüretini gösterenlere gereken cevabı vermesini bilmiştir. Türk insanının vakarı zorlanmamalıdır. Tarihte büyük devlet olmuş bir kültüre mensup olmanın getirdiği efendilikten dolayı sessiz kalmayı Türklük aleyhine sarf edilen sözlerin sineye çekildiği anlamına gelmediği bilinmelidir.

Bu fetret döneminin sonu da daha öncekiler gibi olacaktır. Ancak Türk Milleti ve onun önder kadroları bu fetreti atlatmak için gerekli onurlu ve fedakârlık gereken mücadeleyi vermek için omuz omuza vermelidir.