Eskişehir Türk Ocağının 34 senedir yapageldiği “Ramazan Konferans’larının ilkinde Türkiye, Türk Dünyası ve İslam Dünyası bakımından çok önemli ve netameli konuyu Ankara İlahiyat Fakültesi İslam Mezhepleri Tarihi Kürsüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sönmez Kutlu konuştu. Kutlu, Maturidilik ve İslam Düşüncesi konusunda yaptığı yayınlarla biliniyor. Sönmez Kutlu özetle:

Ülkemizin Selefilikle İmtihanı, sadece Türkiye’nin değil bütün Türk dünyasının hatta İslam dünyasının imtihanıdır.

Bugün üzerinde konuşacağımız sorun şudur: Çoğunluğunun Hanefi-Maturidi din anlayışına mensup olduğu,  batınÎ-işari söylemi savunan Sufiliğin  yaygın olduğu bir ülkede Selefilik nasıl oluyor da güçleniyor? Türkiye’de Selefî veya Selefilik kavramı ile ilgili kavram karmaşası, ülkemize neye mal olacaktır?

Osmanlı’nın Vehhabilik tecrübesi, Türkiye’de Vehhabilik ve Selefiliğin yayılmasını uzun süre engelledi. Ancak 1950’lilerden itibaren Arap dünyasından ve Hint Alt kıtasından Selefî ve Vehhabi din söylemini  savunan Arapça eserlerin Türkçe’ye çevrilmesiyle Selefiliğin ilk tohumları ekilmeye başlandı. İran devriminden sonra Siyasal İslamcı anlayışın ve “İran İslam Devrimi”nin  propogandasını yapan eserlerin Farsça’dan Türkçe’ye çevrilmesiyle Türkiye’de dini düşüncede büyük bir değişim yaşanmaya başlandı.

Türkiye’de tarikatlar arasında Vehhabilik karşısında belli bir duyarlılık söz konusu idi. Ancak bu, Vehhabiliğin Osmanlı düşmanlığı ve Sufilik aleyhtarlığı ile ilgili idi. Osmanlı’nın son dönemlerinde Sufi çevrelerde Vehhabiliğe yazılan reddiyelerin muhtevası, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki onlara karşı takınılacak tavrı da belirliyordu.

Vehhabilik, Arap dünyasında Reşid Rıza’nın desteği ile Selefilik ideolojisine çevrildi ve Suudi Arabistan’In da desteğini alarak Selefilik olarak servis edilmeye çalışıldı. Selefilik, Ehl-i Sünnet’in Maturidilik ve Eşarilik öncesi temsilcileri olarak sunuldu. Böylece tarihte Selefiliğe bir yer açılmış oldu. Asr-ı Saadet veya faziletli nesillere ittiba veya altın çağa dönüş mefkuresi adı altında İslamcı çevrelere yeni bir hedef gösterildi. Reşid Rıza, 1920’li yılların sonunda işe, Türkiye aleyhtarlığı ile başladı. Yazılarında Hilafetin kaldırılmasıyla birlikte İstanbul’un “Türk eşkıyasının elinde kaldığını” ve  “İstanbul’un tekrar fethedileceği”ni ileri sürdü. Bunun için “Kostantıniyye/İstanbul mutlaka fethedilecektir. ….” rivayetini kullandı.

Arap dünyasında Reşid Rıza’nın Selefiliği Ehl-i Sünnet içerisinde göstermesi Cumhuriyet döneminde İsmail Hakkı İzmirli ve onun etkisinde kalanlar, Selefiliği Ehl-i Sünnet’in içerisinde saydı. Bu bakış açısı başta kelam araştırmalarına, daha sonra Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nin Selefiyye ve Ehl-i Sünnet maddelerine, ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı İslam İlmihali’ine yansıdı. Türkiye’de bu konuda araştırma yapanlar bu tezleri sorgulamadan kabul ettiler. Bu bakış açısı Selefillerin Selefiliğe bakış açısı çerçevesinde oluşturulmuştu.

Klasik İslam kaynaklarında ve tarihte Selefiyye adıyla Ehl-i Sünnet ile ilişkilendirilen bir mezhep veya fırka yoktur. Selefilik ve Selef birbirine karıştırılmaktadır. Her mezhebin selefi başkadır. Selefiyye’nin Selefinde Ebu Hanife’ye ve Rey Taraftarlarına yer yoktur.

SELEFİLİK ŞİDDET EĞİLİMLİ DİNİ-SİYASİ BİR İDEOLOJİDİR.

Selefiliği, klasik Selefilik, Modern Selefilik ya da Cihadi Selefilik, Ilımlı Selefilik veya Suudi Selefilik  şeklinde farklı tasniflere tabi tutarak bu olguyu sevimli gösterenler yanılmaktadır. Çünkü hangi çeşit Selefilik olursa olsun, Selefilik şiddet eğilimli dini-siyasi bir ideolojidir. Bir toplum mühendisliğidir. Toplumu ilk üç asırda oluşturulan dini tecrübeye, Arap Emevi tecrübesine döndürme projesidir.  Geçmişte gelecek kurma ütopyasıdır. Seçkinci bir dindarlık oluşturmak istemektedir. Kısaca İslam toplumlarında var olan dini kültürel tecrübeyi Cahiliyye kültürü ve İslam kültürü ikilemi veya Tevhid ve Şirk ikilemi doğrultusunda ele alıp toplumu kutuplaştıran ve onlar arasında fitne tohumları eken siyasi ve çatıştırmacı bir ideolojidir.

TÜRKİYE SELEFİ İDEOLOJİ İLE İLK DEFA 1950’Lİ YILLARDA HİZBÜ’T-TAHRİR ÖRGÜTÜ YOLUYLA TANIŞTI

Türkiye Selefi ideoloji ile ilk defa 1950’li yıllarda Hizbü’t-Tahrir örgütü yoluyla tanıştı. Daha sonra 1980’li yıllardan başlayarak Selefilik, Taliban ve el-Kaide gibi örgütler üzerinden Türkiye’de itikadî veya kelami bir sorun olarak tartışıldı. Irak’ın işgali ve Suriye iç savaşıyla birlikte,  Selefi ideolojinin bir ürünü olan IŞID’in cihad çağrılarına Türkiye’deki bazı İslamcı çevrelerden güçlü destek verenler oldu. 2000’li yıllardan itibaren Selefilik bir güvenlik sorunu haline gelmeye başladı. Bunun dışında Suudi Arabistan’da Selefî-Vehhabi eğitim kurumlarında yetişmiş  Selefi davetçiler, dernek ve vakıf çalışmalarıyla, Selefilere ait eserleri Arapça’dan çevirmek veya yeni eserler yazmak suretiyle, İnternet üzerinden Arapça eğitimi altında  Selefilik ideolojisini aktaran derslerle; dergiler ve diğer yayınlarla  faaliyet alanlarını genişlettiler. Suriye ve Irak’tan ülkemize sığınanlar arasında bu ideolojiye mensup olanların çeşitli eğitim kurumlarındaki faaliyetleri de eklenince, artık “Türkiye Selefiliği” veya Türk Selefiliği”nden söz edilir olmaya başlandı. Hatta çeşitli üniversitelerde Selefi halkalar oluşturularak gençleri kendi saflarına çekmeye çalışmaktadırlar. Türk Cumhuriyetlerinden veya diğer ülkelerden  yüksek tahsil için ülkemize gelen bazı öğrenciler,  Türkiye’de karşılaştıkları Selefi propagandanın etkisiyle Selefileşebilmektedir.

SELEFİLİĞİN ASIL HEDEFİNDE, TÜRKİYE CUMHURİYETİ VE TÜRK HALKI BULUNMAKTADIR.

Selefiliğin asıl hedefinde, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk halkı bulunmaktadır. Bundan dolayı çıkardıkları dergilerin ilk sayılarını İstanbul’un fethine ayırmış, diğer sayılarda Diyanet İşleri Başkanlığına hakaretler yağdırmış; onun en üst düzeyindeki yöneticiyi mürted; Türk halkını ise,  müşrik olarak göstermiş ve onların kestiği etlerin yenilmeyeceği fetvasını vermişlerdir.

Aklı, felsefeyi, bireyselliği, insanî birikimi, sanat ve musikiyi yok etmek üzere kurulu olan Selefi ideolojinin ana fikirleri şöyle sıralanabilir:  “Nasları lafzî okuma, cihad adı altında şiddete başvurma, katı ve şekilsel dindarlık, ilk üç neslin dinî tecrübesini kutsallaştırma, Allah’a nispet edilen el, yüz, göz gibi sıfatların te’vilini red, dinî naslarda mecazı kabul etmeme, akıl yürütmeye, akılcılığa karşı olma, Felsefe ve Kelam’ı sapıklık olarak görme, Sanat ve musikiyi bidat ve haram sayma, bid‘atlerle fiilî mücadele, siyasetin şer‘îliği/ilâhîliği, tekfircilik; tasavvufî uygulamaları şirk ve küfür olarak görme, Arapçayı, Arap kültürünü ve Arap dindarlığını yücelten bir Arapçılık; İbn Teymiyye, Muhammed b. Abdülvehhâb hayranlığı, Suudi Arabistan’tan yandaşlığı, İslâm’ı bir siyasal ideoloji olarak görme; hilafetin İslâmî yönetim biçimi olarak sunma; Şerîat devleti talebi; laiklik, demokrasi ve çok partili sistemin, oy kullanmanın şirk ve dinsizlik olarak gösterilmesi; akıl ve felsefe düşmanlığı, Osmanlı Devleti, Atatürk, Türk kültürü ve Türkiye Cumhuriyeti düşmanlığı; Şiîleri tekfir ve “‘Râfizî İran’ düşmanlığı” ve benzerleri.

Selefi ideolojinin karşısında durabilmek Türkiye’de yaygın olan ve yozlaşmış bulunan Sufî-İrfancı din söylemiyle mümkün değildir. Aksine Selefilik bu söylemin tutarsızlığından ve mantıksız uygulamalarından beslenmektedir. Bu söylemin karşısında durabilmek kültürümüzdeki akılcı ve ahlak merkezli din yorumunu güçlendirmekle mümkündür. Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı din eğitim ve öğreti programlarının ve İlahiyat Fakültesi müfredatının Selefî ideoloji ile başa çıkabilecek şekilde yapılandırılmasıyla mümkündür. Şu anki programlar, Selefi ideolojiye zemin hazırlayacak bazı zafiyetlerle malüldür. Dedi.

Büyük bir dinleyici topluluğu tarafından dikkatle takip edilen konuşma soru ve cevapları takiben Türk Ocağı başkanı Prof. Dr. Nedim Ünal tarafından yapılan teşekkür konuşması ve şükran beratı takdiminden sonra konferans tamamlandı.