Putin, 24 Şubat’ta askerlerinin haftalardır kuşatma altında tuttuğu Ukrayna topraklarına girme
emrini verirken harekâtın plânladığı gibi gelişeceğinden, üç-dört gün içerisinde belirlenen
hedeflere ulaşacaklarından emin görünüyordu. Ama Ukrayna bir aydır direniyor, teslim
olmuyor; işgal girişiminin başarıya ulaşma ihtimali her geçen gün azalıyor. Tarafların yetkili
temsilcileri arasında sürdürdükleri görüşmelerde ateşkes konusunda ciddi bir zeminin
oluştuğuna dair işaretler var. Ateşkes konusunda yoğun bir çaba gösteren Türkiye’nin Dışişleri
Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun söyledikleri de bu ihtimali güçlendiriyor. Ancak Putin’in katı tavrı
uzlaşma kanallarını tıkıyor, savaşın uzama ihtimali güçleniyor.
Son bir ayda Ukrayna savaşında yaşananlar sadece iki ülkeyi değil bütün dünyayı etkiledi.
Halen küresel düzeyde Sovyetler Birliği’nin otuz iki yıl önce dağıldığı dönemde bile görülmeyen
boyutta siyasi, askeri, ekonomik ve sosyal sarsıntılar yaşanıyor; uluslararası ilişkilerde ve
Avrasya jeopolitiğinde yeni bir tablo oluşuyor.
Putin iktidara geldiği günden beri 1991’de dağılan imparatorluğu yeniden diriltmek, ülkesini
hedefi küresel egemenlik kurmak olan ABD ile rekabet edebilen bir güç haline getirmek için
çalışıyor. İlk olarak bütün yetkilerin Komünist Partisi’nde olduğu Sovyet sisteminin çökmesi
üzerine iktidara gelen Yeltsin döneminde gevşemiş olan otoriter sistemi yeniden oluşturdu.
KGB mektebinde eğitildiğinden bunu yapması zor olmadı. Bugün Kremlin otokrasisinde her
konuda tek söz sahibi Putin’dir; O’nun istediği olur. Devletin temel kurumlarının yöneticileri
atanırken, tek adamın karar ve iradesine dayalı bu tarz otokrasilerin ortak özelliği olan lidere
sadakat, itaat ve bağlılık (biat) kriterleri esas alınır. Rusya’nın Ukrayna’ya egemen olma
girişimine de Putin karar verdi, askeri ve siyasi bürokrasisi buna uydu. Sürekli ateşkes ilanına
ve barış anlaşması yapılmasına da o karar verecek.
Bu savaşın halen iki cephesi var; konvansiyonel olanı Ukrayna’da yaşanıyor. İkinci Cihan
Savaşı’ndan sonra bu çapta bir askerî harekât yapmamış olan Rus ordusunun personel,
koordinasyon, sevk ve idare, istihbarat açısından yetersiz olduğu ortaya çıktı; çok güvendiği
hava gücüne, tank ve zırhlı araçlarına rağmen bir aydır kuşattığı Kiev dahil stratejik kentleri
alamadı. Daha fazla kayıp vermemek için buraları günlerdir yoğun şekilde bombalayarak, aç ve
susuz bırakarak, Ukrayna’yı harabeye çevirerek direnişi kırmaya uğraşıyor. Savaşın uzaması
sadece Ukrayna halkının bir aydır verdiği can kayıplarının, çekmekte olduğu maddi ve manevi
acıların artmasına; yerleşim yerlerinin enkaza dönmesine yol açmakla kalmayacak, Rusya da
Rus halkı da uzun yıllar sürebilecek ağır ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarla karşı karşıya
kalacak. Otokrasilerin en önemli özelliklerinden biri, “tek adam iktidarı”nın yazılı ve
görüntülü tüm yayın vasıtalarını, haberleşme kanallarını elinde tutması, sürekli
dezenformasyon yapmasıdır. Liderin ve çevresindeki görevlilerin konuşmalarıyla, belli bir
merkezden yönlendirilen haberlerle halkın gerçekleri öğrenmesi, kamuoyunda bunların
tartışılması engellenebiliyor. Rus halkının çoğunluğu sorunlarla ancak marketlerin raflarının
boşalması, maddi sıkıntılarının artması, işsiz kalmasıyla yahut askerdeki evladının ölüm
haberini alarak yüzleşebiliyor. Rusya’da halen Ukrayna’daki harekâtı eleştirmek bir yana
“savaş” demek bile suç sayılıp cezalandırılıyor.
Sıcak savaş Ukrayna sınırları içerisinde olsa da, Putin’i durdurmak maksadıyla uygulamaya
konulan yaptırımların çapı ve katılımcıları açısından ekonomik anlamda üçüncü dünya
savaşının başladığı anlamına geliyor. Bunun devamı halinde Rusya ekonomisinde ağır
sorunların yaşanması kaçınılmaz hale gelecektir. Putin’in petrol ve doğalgaz rezervlerine, başta
Almanya olmak üzere AB ülkelerinin bunlara olan ihtiyaçlarına güvenerek yaptığı hesapların
savaşın uzamasına bağlı olarak tutmadığı görülüyor. Almanya tamamlanmış olan Kuzey Akım
projesini rafa kaldırdı. Rusya’ya olan enerji ihtiyacını en aza indirecek girişimler başlattı. 2035’e
kadar tüm ihtiyaçlarını yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamayı plânlıyor. Başka bir
ifadeyle Rusya’nın yılda 200 milyar dolardan fazla gelir sağladığı bu ihracat kaleminde ileriki
yıllarda önemli bir düşüş yaşanacak. Batılı ülkeler Putin’in gaz ve petrol satışlarının karşılığının
rubleyle ödenmesi kararına yaptırımları daha da ağırlaştırarak cevap verebilirler.
Diğer yandan İkinci Cihan Savaşı’nın mağlubu iki ülke, Almanya ve Japonya savaştan sonra
silahsızlandırılmıştı. Avrupa’da Rusya’dan, Pasifik’te Çin’den gelen tehditler üzerine bu ülkeler
yeniden askeri güç olmaya yöneldiler. Almanya yapacağı askeri harcamalar için yüz milyar Avro
gibi çok büyük bir kaynak ayırdı. Rusya’nın savunma bütçesi 62 milyar dolardır. Yani yakın
zamana kadar savunma harcamaları konusunda tam tersi bir noktada bulunan sosyal
demokratların ve yeşillerin iktidarda bulunduğu Almanya, ABD’nin vesayetinden kurtulma ve
yeniden küresel bir güç haline gelme konusunda kararlı görünüyor. Gelişmiş sanayisi,
teknolojisi, bilimsel, kültürel alt yapısıyla birkaç yıl zarfında muhtemelen küresel rekabet
ortamının önemli aktörlerinden biri haline gelecektir. Rusya Ukrayna’yı kontrolüne almak
isterken yakın zamanda askeri bir güç haline gelecek olan Almanya ile karşı karşıya kalacaktır.
Ukrayna savaşı NATO’nun Rusya’ya karşı ABD ve Türkiye dışında etkili bir kara gücünün,
konvansiyonel savaş kapasitesinin olmadığını gösterdi. Bu noksanlığı gidermek için “acil
müdahale gücü” adıyla askeri bir yapı oluşturma kararı alındı. Ancak uzun zamandır askerliği
gereksiz bir külfet olarak algılayıp dışlayan Avrupa ülkelerinin, Almanya’nın dışında bu girişime
katkı yapmaları çok zor görünüyor.
Bu savaş Türkiye’nin coğrafi konumunun hem askeri ve politik açıdan hem de ekonomik
yönden ne kadar önemli olduğunu bir kere daha ortaya koydu. Son aylarda Türkiye’ye yapılan
üst düzeydeki ziyaretler, görüşmeler, yoğun telefon diplomasisi coğrafyanın aynı zamanda
siyasi bir kader anlamı taşıdığına dair görüşleri doğruluyor. Yıllardır PKK /PYD’yi Türkiye’ye
tercih eden, Patriot taleplerimizi umursamayan, ihtiyacımızı Rusya’dan S-400 alarak
gidermemize tepki gösterip ambargo uygulayan ABD, ilişkileri yeniden canlandırmak amacıyla
diplomatik temasları hızlandırıyor. Almanya, Hollanda ve Yunanistan Başbakanlarının ülkemizi
ziyaretleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmeleri ilişkilerde yeni bir sürecin
başlayabileceğini işaret ediyor. Uzun zamandır Türkiye’yi sadece milyonlarca sığınmacının
Avrupa’ya yönelmesini engelleyen “bariyer ülke” olarak gören, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs
konularında Yunanistan’ın güdümüne giren AB ülkelerinin Türkiye politikası günün şartları
bağlamında değişmesi karşılıklı bazı adımların atılmasına bağlı. Türkiye, hukuka bağlı devlet,
yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı gibi demokrasinin temelini oluşturan konularda gerekli
reformları Batılılar istiyor diye değil, milletimizin büyük çoğunluğunun talebi ve ihtiyacı olduğu
için yapmalıdır. Türk milleti Hukuk devleti sıralamalarında en alt gruplarda yer almayı hak
etmiyor. Kurucularından olduğumuz Avrupa Konseyi’nden ihracımızın tartışılması bile
rahatsızlık veriyor; 2021 yılının reformlar yılı olacağını duyunca ümitlenmiştik; ikinci yıla girildi
ama tablo değişmedi.
Bir başka önemli konu Türkiye’nin bölge ülkeleri politikasının 2020’den bu yana köklü biçimde
değişmekte oluşudur. Mısır, İsrail, BAE ve Suudi Arabistan ile bir süre önce Ankara’nın İhvan
ve Hamas muhabbetinden kaynaklanan hissi sebeplerle tıkanmış olan ilişkilerimiz yeniden
canlanıyor. Bu gelişmeler dış politikanın duygularla değil, rasyonel tercihlerle yönetilmesi
gerektiğinin geç de olsa anlaşılmaya başlandığı anlamına geliyor. Belli İslamcı kesimlerden
gelmesi muhtemel eleştirilerin etkisinde kalmadan bu tercih sürdürülmelidir. Ukrayna’daki
savaş, soğuk savaş sonrasında oluşan siyasal, ekonomik ve sosyal dengeleri temellerinden
sarstı. Putin harekâtı durdursa bile istikrarın sağlanması uzun zaman alacak. Türkiye’nin
arabuluculuk girişimleri, iki tarafla da ilişkilerini sürdürmesi Montrö Antlaşmasının hükümlerini
özenle uygulaması doğru bir politikadır. Savaş durumu uzadıkça enerjiden tarım ürünlerine,
turizmden küresel ticarete kadar her alanda ortaya çıkan sorunlar katlanarak büyüyecek;
küresel krize dönüşmesi durumunda Putin kaderine razı olup çekilmek yerine kendisiyle ve
halkıyla birlikte tüm dünyayı da batırmak isteyecektir.
Dünya ekonomisinin tarihi bir depremle sarsıldığı günümüz ortamında halkımızın sıkıntılarını
olabildiğince alt düzeyde tutabilmemiz için son derece dikkatli ve basiretli olmak zorundayız.
Rusya ile komşuyuz, dolayısıyla orada yaşanacak olumlu ve olumsuz gelişmeler ilk olarak bize
yansıyor. Enerjiden tarım ürünlerine ve turizme kadar birçok konuda işbirliğinin sürdürülmesi
iki tarafın da yararınadır. Ancak bunu abartarak “stratejik ittifak” konumuna getirmek son
derece yanlıştır, Rusya beş asırdır sadece Türkiye’nin değil Türk dünyasının “rakibi”dir.
Ukrayna’daki savaşın küresel ekonomik dengeleri ciddi biçimde sarstığı günümüz ortamında,
Devlet olarak kamusal kaynaklarımızı gösterişe kaçmadan akıllıca kullanmak; israftan,
popülizmden kaçınmak konusunda her zamankinden de fazla dikkatli olmalıyız. İçeride ve
dışarıda ekonomik şartların çok elverişli olduğu 2010’dan önceki dönemde, parasal
imkânlarımızı sanayi ve teknoloji yerine inşaat ve 310001001548726348675001ithalata
yönlendirmek, TCMB’nın rezervlerini israf etmek, yatırımların fizibilitesi, öncelikleri ve
verimliliği gibi hususlarda yapılan yanlışlar ülke ekonomisini zayıflattı. Covid salgınının olumsuz
etkilerini yaşarken Ukrayna sorunuyla karşı karşıya kaldık. Bu durum doğal olarak sıkıntılarımızı
artırıyor. Şimdiye kadar yapılmayan ekonomik düzenlemelerin seçimlere bir yıl kala
yapılmasını beklemek gerçekçi olmaz. Harcamalarda tasarrufa özen göstererek, popülizmden
kaçınarak, kamu kaynaklarının yağmalanmasının önünü tıkayarak en azından halkımızın
enflasyonun, pahalılığın altında daha fazla ezilmesi önlenebilir.