Önce Prof. Davutoğlu’nun röportajından başlayayım. Kendisini sevdiğimi ve takdir ettiğimi bütün okuyucularım bilirler. Lâkin, Davutoğlu’nun bu önemli röportajında ifade ettiği bazı görüşlerine katılmıyorum. Şöyle ki, ‘Ulusçuluk’ yani ‘milliyetçilik’, Türkiye’de Avrupa’da olduğu gibi ‘Nasyonalizm’ karşılığı olarak algılanmaz. Türkiye’de hiçbir dönemde milliyetçilik ayrımcı ve ırkçı olmamıştır. İki dünya savaşı arasında Avrupa’da yaşanan ırkçı ve saldırgan nasyonalizm, Türkiye’de geçmişte ve bugün savunulan milliyetçilikten tamamen farklıdır.’Millet’ kavramı da Türkiye’de değişik anlaşılır. Bizim millet anlayışımızda İbrahimî millet anlayışının tesiri vardır. Türkler, İslâma uygun olarak yüzyıllar boyunca milleti din ve inanç unsuruyla birlikte algılamış; ‘Türk Milleti’ni de bu şekilde etnik bir temele ve ayrımcılığa dayandırmadan benimsemiştir. Bu kavram, Batı’daki Durkheim’cı ‘nation’ kavramından tamamen farklıdır. Türkiye’de ‘milliyetçilik’, bugün olsa olsa ‘patriotizm’ (vatanseverlik) kavramına uygun şekilde anlaşılmaktadır.
Avrupa’da feodalite’den sonra imparatorluk bütünleşmesi dönemi yaşanmış; daha sonra ırk esasına göre yeni kimlikler doğmuştur. Osmanlı İmparatorluğu, aslâ ‘Türk Milliyetçiliği’ sebebiyle parçalanmış ve yıkılmış değildir. Aksine, İmparatorluğun yıkılması neticesinde bugünkü Türkiye’de yaşayan ahali ‘Türk Milleti’ olarak kabul edilmiş ve vatandaşlık esasına dayanan yeni bir devlet kurulmuştur. Bu topraklarda yaşayan herkes bizim insanımızdır. Bu vatandaki ortak kimlik ise, ‘Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı’ kimliğidir. Biz Türkiye’deki bu milleti, hiçbir etnik ayrım yapmadan ‘Türk Milleti’ olarak görüyoruz.
***

Kürt konusunun, tarihin derinliklerine kadar giden kadim bir birliktelik temelinde esas alınması doğrudur. Bu birlikteliğin esası da inanç birliğidir. Ancak, Davutoğlu’nun ikinci temel olarak gösterdiği eşit vatandaşlık bilinci ve hakkı, günümüzde hiç istisnasız uygulanmaktadır. Geçmişteki bazı uygulamalar hatâlı olabilir ama bunların hâlen devam ettiğini varsaymak da doğru bir teşhis değildir. Türkiye’nin bir ‘yenileşme merkezi’ olabilmesi için, her şeyden önce ortak bir kimlik etrafında birleşmesi ve daha sonra büyük ufuklara açılması gerekir. Diğer taraftan, Kürt sorunu denilen olgu, aslında bir avuç ırkçı-bölücü Kürtçü’nün terör eylemleri neticesinde ortaya çıkmıştır ve bunda Türk Milleti’nin hiçbir dahli yoktur.
Davutoğlu’nu yanlış anlamış olmayı tercih ederim. Zira, bazı temellere dayanılmadan doğru bir politika uygulanamaz.
***

Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın röportajında, PKK’nın iç savaş istediği ve halk ayaklanması çıkarmaya çalıştığı vurgulanıyor. Benim de iştirak ettiğim görüşlerinde Özdağ, terör örgütünün son saldırılarını ve bazı ilçe merkezlerine sızma girişimlerini şu şekilde vurguluyor: ‘PKK, Arap Baharı’nın Suriye’ye gelmesini kendisi için olağanüstü bir fırsat olarak görüyor. PKK’nın hedefi, devletin ve hükümetin moralini kırmak, devlet yanlısı halkı psikolojik baskı altına almak ve olumsuzluğa sürüklemek, halk ayaklanması çıkarıp TSK’yı meskûn mahal çatışmasına zorlamak.’ Özdağ, sonunda ‘Bakın Suriye’deki iç çatışmanın benzeri Türkiye’de yaşanıyor’ dedirtmek istendiğini söylüyor.
Prof. Özdağ haklıdır. Lâkin, PKK’nın bu çabaları boşunadır. 1980 öncesinin moda tâbiriyle, bunlar ‘terörün son çırpınışları’ olarak kalmaya mahkûmdur.