Dini bayramların aslında Kur’an’da yer almadığını sonradan kültürel bir unsur olarak kardeşlik ve birlik ilişkilerinin pekiştirilmesi amacıyla ortaya çıktığını, dolayısıyla Nevruzun da böyle bir bayram olabileceği önerisini dile getirdi. Konya’da 1919 yılında coşkulu bir şekilde Nevruzun kutlandığını milli mücadele döneminde bu bayramın halk tarafında büyük bir coşku ve törenlerle kutlanmasının Nevruzun toplumsal dayanışma ve birliğin göstergesi olduğunu vurguladı. Osmanlı döneminde de bütün ihtişamıyla kutlandığı ve Divan Edebiyatı gibi alanlarda önemli bir yer tuttuğunu da belirtti. Dr. Ahmet Şimşek hocama bu özlü ve güzel bildirisi için teşekkür ediyorum. Bu konferans vesilesiyle destan ve bayramların toplumsal işlevi ve milli kimlik açısından önemine değinmek istiyorum.

Türkiye’de düşünce ve siyasal hareketler, temelinde bir kavramlar savaşı olarak görünürlük kazanır. Kullanılan kelimelerle büyük mücadelelere sahne olan Türkiye de solcu ve Türk milliyetçisi arasındaki temel belirleyici, kullandığı kelimelerle bilinirdi. İnsanların sadece yoğun bir anlam atfettikleri ve sert simgesel unsur haline gelen kelimelerle bile ciddi ölçüde kültürel ve siyasal yarılmalar göstermiş olmasını, kültürel zayıflığın ve Sosyo-kültürel yapıdaki zafiyetlerin bir sonucu olarak ta yorumlayabiliriz. Kürt sorunu, çok kültürcülük, demokrasi vb. gibi kavramlar ise bugün toplumsal dayanağı olmayan bir zeminde sıkça ve bir o kadar da içi boşlatılma süreci yaşayan kavramlardır. Maalesef, Ergenekon ve Nevruz’da da bugün tarihsel ve sosyolojik bağlamından tamamen soyutlanarak toplumsal ve kültürel yarılmaların bir sebebi haline gelmiştir.

Ergenekon ve Nevruzun toplumsal boyutu konusunda bu makalemizde bazı düşüncelerimizi paylaşacağız. Ergenekon bir Türk destanıdır. Destan bir vaka değil fakat simgesel işlevi olan ve toplumsal akıl olarak tanımlanan tarihin farklı dönemlerinde farklı biçim ve işlevlerde görünürlük kazanan bir anlatıdır. Bu konuda Ümraniye davasının bilinçli olarak “Ergenekon” olarak adlandırılmasıyla kamuoyunda bu destanın adı bir “terör örgütü” olarak anılmaya başlanmış, bazı sokak ve okullara verilen adın değiştirildiği görülmüştür. Ergenekon destanı konusunda bir iddiayı çok önemli gördüğüm için bu zeminde konuyu yerimiz yettiğince çözümlemek istiyorum. Konuyla ilgili, tek sermayesi “Eski Ülkücü” sıfatını taşımak olan, bir bilim adamı, Ergenekon destanının uydurma ve bilimsel bir vasfının da bulunmadığını açıkladı. Ardından Türkiye’nin çok kültürlü yapısı içinde bu destanın birleştirici bir özeliğinin söz konusu olmadığını, aksine ayrıştırdığını bunun yerine ise farklı ortaklıklar bulunması gerektiğini söyledi. Türkiye’de sadece Türklerin bu destanı sahiplendiği oysa Kürtlerinde bu ülkede yaşadığını ve bu nedenle Ergenekon destanından ziyade her iki milleti de birleştirecek değerlerin bulunması gerektiği üzerinde durdu.

Modern zamanda milletlerin ve milli kimliklerin bir özelliği tarihin yeniden yazımında “milli” bir formun egemen olmasıdır. Siyasal örgütlenme ve toplumun Sosyo-kültürel örgütlenmesi yapısal ve işlevsel açıdan ahenkli bir uyum sergiler. Her rejimin ana felsefesinde olduğu gibi, milli devletlerin tarih yorumu ve yazımı da mevcut devlet ve toplum yapılarının meşrulaştırılması yönünde de kullanılmaktadır. Bu sebeple devlet-sistem yapısı ile eğitim-tarih arasında da doğrudan bir bağlantı varır. Tarihin bu tip bir kullanımında olay ve olguların seçilmesi, öncelenmesi, hatırlanması, unutulması gibi yazım yönteminde olay ve olgu seçimi, retorik önemli bir rol oynar. Türk milli devleti olan Türkiye’de ise en temel sorunların başında farklı kültürel olgular karşısında takınılan olumsuz veya lakayt tavrın tarihe de yansımış olduğu bir gerçektir. Tarih yazımı sorunu karşısında farklı stratejiler geliştirilmiştir. Bu durum ise ortak bir milli kimlik oluşturulmasında olumsuz bir işlev görmüştür. Türkçe, İslam, tarih gibi milli kimliğin başat unsurlarının yeni Türk devleti karşısındaki konumu milli kültürü ve dolayısıyla milli kimliği tahkim edici, geliştirici, işlevsel kılıcı bir nitelikte işlenmesi engellenmiştir. Konumuz açısından ise Ergenekon destanı da diğer Türk kültür kodları gibi eğitim ve tarih yazımı vasıtasıyla topluma mal edilememiştir. Bireyin sosyalleşmesi ve kültürel varlığında geliştirilmesi, toplumun hafızasında canlandırılarak yeni bir formatta kültürel yaratıcılığın kaynağı konumunda dinamik bir karakter kazanamamıştır. Yani Türk Milli Devleti, model olan Batı milli devletleri gibi modern bir kültürün inşasında kendi kültürel unsurlarını kullanma potansiyelini göstermemiştir.

Böyle bir durum karşısında milli bir devlet inşa edilmiş ve her şey yerli yerine oturmuş gibi Ergenekon destanının Türkiye’de birleştirici bir özelliği olmadığı için olumsuzlamak veya “bizim” olmadan çıkarmak çok yetersiz bir gerekçelendirmedir ve banal bir siyasi tavır alıştır. Aslında sorun, Türkiye’de milli devletin artık sıkıcı hale gelen basmakalıp “eleştirisi” olarak, entelektüel seviyenin de değerini gösteren, “tek tipleştirici”, “asimile edici,” “Türkleştirdi” vb. retoriklerin mevcut yapıyı gözlemediğimizde sadece tahayyül edilen ama gerçekte olmayan bir durumu anlattığı gerçeğiyle karşılaşırız. Türk milli devletinin batı standartlarında kurumlaştırılmaması, gereklerinin yerine getirilmemesi asıl sorun alanı olarak durmaktadır. Yani asıl sorun milli devlet olmamız değil olamayışımızdır.

Anadolu Manşet Gazetesi 25-3-2010